Gönderi

122 syf.
·
Not rated
Dört Anlaşma-Don Miguel Ruiz
İncelemeyi daha ayrıntılı dinlemek için - open.spotify.com/episode/6yJQhAy... Bugün hayatımızda uygulamamız gerek dört adet kuraldan bahsedeceğiz. Bu dört kural dört anlaşma kitabında geçen ve aslında uygulaması basit fakat sürekliliğini yapmadığımız kurallar diyebiliriz. Bu dört kural günlük hayatımızda halihazırda uyguladığımız şeyler aslında. Fakat bunlara biraz daha derinden bakıp örneklendirecek ve yapmıyorsak yapmaya başlayacağız, yapıyorsak da hatırlamak için bir fırsat olacak. O halde başlayalım… Öncelikle kitaptan biraz bahsedelim. Ruiz bizlere, Dört Anlaşma adlı kitabındaki anlaşmalar ile hayatımızı daha farkında, daha huzurlu, daha mutlu kılmanın dört tane anahtarını veriyor. Aslında “doğal olarak sahip olduğumuz” fakat büyürken unuttuğumuz bakış açılarını hatırlatıyor. O sebeple ilk başta da bahsettiğim gibi aslında bizler bunları günlük olarak farkında olmadan uygulamaya çalışıyoruz. İşte buradaki sorun farkında olmamak. Ben bu dört kuralın bazılarını fazla bazılarını çok az kullanıyorum. Fakat özellikle kitap okuduktan sonra iş hayatımda 1, 2 ve 3. anlaşmaları, özel hayatımda ise 3 ve 4. anlaşmaları kullanmaya özen gösteriyorum. O halde ilk anlaşma ile başlayalım. KULLANDIĞINIZ SÖZCÜKLERİ ÖZENLE SEÇİN Söz, bir güçtür. Bu gücü doğru kullanmak sizin elinizde. Bu sebeple ilk kural aslında tüm kurallar içinde en zor olanı. Çünkü sözün iyiye kullanımında cenneti, kötüye kullanımında cehennemi yaratabilirsiniz. İlk başta bunu biraz açalım istiyorum. İyiye ve kötüye kullanım ne demek ? Kendi hayatımıza baktığımızda sözcükler olmadan iletişime geçebilmek imkansıza yakın. Mimikler ve jestlerde aslında o sözlerin vücudumuzda yarattığı etkilerin bir sonucu. Örneğin bilimsel biri veri verelim burada. Kişiler arası etkileşimlerin üç temel öğesi vardır. Bunlardan ilki sözcükler, ikincisi ses tonu, üçüncüsü ise beden dilidir. Sizce bunlardan hangisi karşı tarafa vermek istediğiniz mesajı vermenizde en güçlüdür ya da en etkilidir ? Yüksek ihtimalle sözcükler üzerine konuştuğumuz için en etkili olanın sözcükler olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat hayır… Sözcükler karşıya vermek istediğiniz mesajda sadece %7 kadar etkililer. E peki sözcükleri özenle seçmekten bahsediyorduk ne oldu suya mı düştü bu kural diyebilirsiniz… Aslında suya düşmedi. Tam tersine daha da önemli oldu. Evet sözcükleri önemle seçmek karşı tarafa istediğimiz mesajı verebilmek için oldukça önemli fakat asıl önemli olan o sözcükleri nasıl ifade ettiğimizdir. Örneğin bundan neredeyse 80 sene evvel yaşamış ve tüm Avrupa’yı kan gölüne çevirmiş bir katile bakalım. Adolf Hitler kullandığı sözler ve sözleri söyleyiş biçimi ile beraber peşinden gelen insanları korku ile etkileyerek milyonlarca insana korkunç boyutlarda şiddet uygulamaya geçti. Doğu’nun ne kadar kötü bir yer olduğundan bahseden batı ülkelerinden bir diktatör çıkıp tüm Avrupa’da soykırım inşa etti. Ve bu delinin peşinden binlerce insan gitti. Sizce bu nasıl mümkün olabilir? Çok değil İkinci Dünya Savaşı’ndan 10 yıl önce ise bir adam çıkıp ‘’Yurtta barış dünyada barış’’ diyerek tüm dünyaya barış mesajı verdi. 23 Nisan’ı tüm dünya çocuklarının bayramı ilan etti. Karşılaştırmak için söylemiyorum bunları. Atatürk ile Hitler denen katili karşılaştıracak değilim. Burada karşılaştırılacak olan şey kişiler değil o kişilerin uyguladıkları. Bu sebeple sözcükler önemlidir fakat anlatılmak istenenin karşı tarafa nasıl iletildiği çok daha önemlidir. Bunu daha sonra ‘’TED GİBİ KONUŞ’’ kitabından bahsederken de konuşacağız ama orada da yapılan işe olan tutkunun sözcüklerden daha önemli olduğunu hatta o tutkunun sözcükleri etkilediğinden de bahseder. Bilimsel verileri verirken unutmuştum. Sözcükler iletişimde %7, konuşma tarzı %38, beden dili ise %55 etkilidir. Bu sebeple bunu bir bütün olarak hem kendi hayatımızda kendimizle konuşurken, hem bir sunumda, bir toplantıda ya da herhangi bir konuşmada kendimizi ifade etmemiz gereken her yerde kullanabiliriz. KİŞİSEL ALGILAMAYIN “…Diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz. Yaptıkları her şey kendileri ile ilgilidir. Herkes kendi rüyasını yaşar, kendi zihinlerinde oluşturduğu rüyayı yaşar. Bu rüyalar bizim rüyalarımızdan tümüyle farklıdır.” diye tanımlıyor ikinci aşamayı Ruiz. Nasıl ki bizim düşüncelerimiz, söylediklerimiz, yaptıklarımız kendi hayatımızı oluşturuyor ve kendimizi yansıtıyorsa; karşıdan gelen sesler de o kişinin içsel dünyasını, düşüncelerini, hayatını ve aslında kendisini yansıtıyor. Fakat insanoğlu malesef kişisel algılamaya müsait bir zihin yetiştiriyor. Bunu en büyük sebebi kabul görme ve onaylanma ihtiyacı. Kabul görme ve onaylanma ihtiyacı sosyal medya ile birlikte çok daha fazla hayatımıza girdi. Öyle ki oradaki her şeyi başkalarının görmesi için yapan insanlar var. Ki zaten bu platformları oluşturan, like butonunu yapan, izlenme ve dinlenme sayısı gibi realite veren uygulamaları yapanlar da insanları platform içerisinde daha çok tutmak için yaptıklarından bahsediyor. Örneğin Facebook'un Kullanıcı Büyümesinden Sorumlu eski Başkan Yardımcısı Chamath Palihapitiya, Stanford öğrencilerinden oluşan bir dinleyici kitlesine "Muazzam bir suçluluk hissediyorum" dedi. --- Alıntı: *Trevor Haynes, Harvard Tıp Fakültesi Nörobiyoloji Bölümü'nde araştırma teknisyenidir.* Dopamin, beynimiz tarafından üretilen ve davranışları motive etmede başrol oynayan bir kimyasaldır. Lezzetli yemeklerden bir lokma yediğimiz zaman, egzersiz yaptığımızda ve daha da önemlisi **[başarılı sosyal etkileşimlerde](frontiersin.org/articles/10.338...)** bulunduğumuzda salınır . Evrimsel bağlamda, yararlı davranışlar için bizi ödüllendirir ve bunları tekrarlamamız için bizi motive eder. Deneylerde, farelerin, ödül değişen sayıda yanıttan sonra uygulandığında, ödülle ilişkili uyaranlara en sık yanıt verdiğini, bunun da hayvanın ne zaman ödüllendirileceklerini tahmin etme yeteneğini engellediğini buldu. İnsanlar da farklı değil; Bir ödülün rastgele verildiğini algılarsak ve ödülü kontrol etmenin maliyeti azsa, sonunda kontrol etmeyi alışkanlık haline getiririz. Dikkat ederseniz en ufak bir sıkılma anında, tamamen alışkanlıktan dolayı kendinizi telefonunuzu kontrol ederken bulabilirsiniz. Programcılar, tam olarak bunu yapmanızı sağlamak için ekranların arkasında çok çalışıyorlar. Burada önemli olan alışkanlıkları sorgulamak ve bunları azaltmak aslında. VARSAYIMDA BULUNMA Varsayımlarda bulunma ve kişisel algılama anlaşmaları aslında birbirleriyle çok yakından ilişki içerisindedirler. Bence bu en önemli kural. Çünkü insan doğası gereği varsayımda bulunmak ister. Akşam evde ne yemek olduğunu varsaymak ve varsaydığı şey değil de hiç sevmediği bir yemek çıktığında üzülmek, yılbaşında herkes tarafından hediye alınması beklemek, herkesin doğum gününüzü kutlamasını beklemek, herkesin sizi övmesini ve sevmesini beklemek… Beklemek diyorum çünkü gerçekten bekliyor ve diliyorsunuz. Her şey ama her şey ile ilgili bir varsayma eğilimimiz bulunmakta. Bunları varsaymamızın nedeni ne peki derseniz bana göre bunun tek bir nedeni var öyle olsun istememizdir. Yani inanmamızdır. Varsayımda bulunur, kişisel algılar ve sözcükleri yanlış kullanır ve sonunda muazzam bir drama yaratırız. Ruiz kitapta şöyle diyor ‘’Yaşamımızdaki üzüntülerin ve dramların kaynağında kişisel algılamak ve varsayımda bulunmak vardır.’’ Bu söz o kadar doğru ki. Sahiden elde etmek istediğiniz bir şey düşünün mesela bir iş arıyorsunuz. Bir tanıdığınız ile irtibata geçtiniz. Size ‘’bende hallediyorum o işi sen düşünme’’ dedi ve siz o andan itibaren varsaymaya ve kişisel algılamaya başladınız. Aslında ‘’hallediyorum’’ diyen kişi kendi egosunu tatmin ediyordu ve siz kişisel algıladınız. E algıladınız için de varsayımda bulundunuz. İşe girerim diye düşünmeye başladınız. Girersem şunu alırım böyle yaparım diye hayal etmeye başladınız. Fakat sonuç negatif geldi? Ne hissedersiniz? Güvensizlik… İşte bunun altında yatan neden soru sormamak ve varsaymak. Karşıdakine doğru sorular sormak ve bizim hissettiğimizi hissetmediğini bilmek oldukça önemli. Varsayımda bulunurken atladığımız bir şey vardır: Karşımızdakinin, hayatı bizim algıladığımız gibi algıladığını düşünmek. İşte bu da en büyük varsayımlarımızdan bir tanesidir. Herkesin hayatı algılayış biçimi ve bundan dolayı yaşayış biçimi farklıdır. En büyük erdemlerden bir tanesi ise insanları OLDUĞU GİBİ kabul edebilmektir. Ne biz bir başkasını ne de bir başkası bizi değiştirmeye çalışmamalı ve olduğumuz kişiye saygı duymalıdır. Çünkü bu, bireysel özgürlüğün yoludur ve herkes kendi seçimleri ile yolculuk yapar. Herkesin yolu özgür ve özgündür. DAİMA YAPABİLDİĞİNİN EN İYİSİNİ YAP Dördüncü ve son kural daima yapabildiğinin en iyisini yapmak ile alakalı. En iyisini yapmak mümkün mü bunu bilmiyorum çünkü mükemmel iyinin zıttıdır ne de olsa. Fakat en iyisini yapabilmek veya denemek gerekir. Çoğu insan ben de dahil bunu unutuyoruz ve yapmıyoruz. Bir ödül beklentisi içinde harekete geçiyor, ödül kaybolduğunda eylemi sonlandırıyoruz. İşte bu sebeple yapabileceğimizin en iyisini yapmıyor sadece ödülü alabilmek için çaba harcıyoruz. Günlerden bir gün acısını yaşamak isteyen bir adam, kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Adam, Ustaya sorar: ‘’Usta, eğer günde dört saat meditasyon yaparsam yüksek bilince ulaşmam ne kadar sürer?’’ Usta adama bakar ve yanıt verir: ‘’Eğer günde dört saat meditasyon yaparsan, belki on yılda yüksek bilince ulaşabilirsin der.’’ Daha iyisini yapabileceğini düşünen adam tekrar sorar: ‘’Usta peki günde sekiz saat meditasyon yaparsam ne olur?’’ Usta adama yüksek bilince ancak 20 yılda ulaşabileceğini belirtince adam ustaya sorar ‘’daha çok meditasyon yaptığım halde neden daha uzun sürüyor diye?’’ Usta şöyle cevap verir: ‘’Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik bir meditasyon ile yapabileceğinin en iyisini yapabildiğin halde sekiz saat meditasyon yaparsan yorgun düşersin. Amacından sapar ve yaşamdan zevk alamazsın. Yapabildiğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun süresinin değil yaşamanın, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu anlarsın’’ Geçenlerde Elon Musk ‘’wisdom büyüktür wealth’’ diye tweet atmıştı. Yani bilgelik varlıktan daha üstündür diye. Gerçekten de öyle. Belirli varlıkları elde etmiş insanların konuşmalarına baktığımızda hep bunu görüyoruz. Evet yaşamın devamı için para ve varlık oldukça önemli. Fakat yapılan bir araştırma bunun bir yere kadar böyle olduğunu gösteriyor. Örneğin ABD’de yapılan bir araştırmaya göre yıllık 75 bin dolara kadar kişilerin mutlu hissettiği ve mutluluk eğrisinin düz ve keskin bir biçimde yukarı çıktığını görüyorlar. Fakat 75 bin dolardan sonra bu azalmaya başlıyor. Ve yıllık 400-500 bin dolarlara gelindiğinde para mutluluk eğrisinin tam tersi sonuç verdiğini çok fazla para kazanan insanların daha stresli ve daha üzgün oldukları fark ediliyor. Konudan çok fazla sapmadan devam edelim. Bence en iyisini yapmaya çalıştım demek çok önemli. En iyisini yapamasak da en iyisini yapmaya çalışmak, kendimiz olmak, sözcükleri iyi kullanmak, varsayımda bulunmamak ve kişisel almamak bunun içinde. Ve tabi bunları yapamasak dahi hatalarımızdan ders almak, pratik yapmak, sonuçlara dürüstçe bakabilmek ve yolumuza devam etmek farkındalığımızı geliştirmek için çok mühim. Alıntı 1. medium.com/@mbrentdonnelly... 2. Dört Anlaşma - Don Miquel Ruiz
Dört Anlaşma
Dört AnlaşmaDon Miguel Ruiz · Ötesi Yayıncılık · 202311.3k okunma
·
213 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.