Muhammed’i en fazla rahatsız eden şeylerden biri de, Kureyşlilerin kendisini Kur’an’ı uydurmakla ya da ondan bundan öğrendiği şeyleri Tanrı’dan gelmiş vahiy şeklinde
tanıtmalarıydı. Şöyle derlerdi: “Bu Kur’an’ı Muhammed’e bir insan yapıveriyor, o da ondan öğrendiklerini Allah kelamı diye satmak istiyor.” Bunu söylerken düşündükleri şuydu ki, Muhammed, sık sık temas halinde bulunduğu Yahudi ya da Hıristiyan kişilerden, Tevrat ve
İncil hakkında öğrendiklerini Tanrı’dan vahiy geldi diyerek Kur’an’a. koymaktadır. Nitekim, Mekke’de, kılıç yaparak hayatlarını kazanan Cebra ile Yesara adlarında iki Rumun, sık sık Tevrat ve İncil’i okur oldukları, Muhammed’in zaman zaman onların yanına gidip
okuduklarını dinlediği söylenir. Bundan başka bir de şu rivayet var ki, aslen Hıristiyan bir köle olarak Fars diyarından Mekke’ye getirilen ve Muhammed’in eşi Hatice tarafından satın alınıp Muhammed’e hediye edilen Selman-ı Farisi -ki Tevrat’ı ve İncil’i çok iyi bilenlerdendi Müslümanlığı kabul ettiği için Muhammed tarafından azat olunmuştu. Ve işte Muhammed’in
ondan öğrendiklerini, Tanrı dan gelmiş vahiyler şeklinde Kur’an’a koyduğu söylenirdi. Bu tür konuşmalara karşı Muhammed, söz konusu kişilerin Arapçaya yabancı olduklarını söyleyerek
onlardan herhangi bir şey öğrenmiş olamayacağını anlatmak amacıyla Nahl Suresi’ne şu ayeti
koymuştur:
“Andolsun ki, ‘Muhammed’e elbette bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz.. Kastettikleri
kimsenin dili yabancıdır, Kur’an ise fasih arapçadır” (Nahl Suresi, ayet 103).