I
bu elimi senin için
komşunun bahçesinden gül çalarken kestim
dalından düşmüş bir eriğe bastım
bir serçeyi ürküttüm
birazdan ölecek bir hayvan gibi öksüren eski çeşmeden
avuç avuç su içtim
nefesimi daha derin kesti zaman
ağır aksak
bilene bilene
denize düşen yılana
toprağa düşen dikene sarıldı
ben de sana
terli elleri ve yağlı saçlarıyla
tanrıyla koyun koyuna uyuyan
boyacı çocuklara koştum sonra
seni sordum
yüzleri üç kere okunmuş
eski bir mektuba benzeyen
bu naçar insanlara
birden bire bir ayna;
"arayıp da üzme" dedi "boş yere kendini,
yorma her an devrilecek gibi duran
bir incir ağacından hallice yüreğini"
yırtık bir pabuç gibi geçirdim canıma etimi
kurumuş bir incir ağacını öpüp durdum
günü gelince
beni bir hamlede kökümden sökecek
bu dünya için boşuna yoruldum
II
bir taş buldum oturup arıtmak için bu zehirden kendimi
koştum, düşüp de kanadım
bir su birikintisi buldum bakmak için
seni hâlâ benzetiyor muyum diye kendime
izi kalır mı bu lekenin, ah
dağ çiçeği sürdüm sesime
o an bir dostun sesi yankılandı içimde
"niye?"
neticede kir bile utanır tende
kendini ele güne aşikâr etmeye
utandım
bir kuşu üç kere öptüm
kaç kanadı vardı saymadım bile
koluma ağaçtan bir yaprak düştü
elin sandım
elin sandım sevindim
III
sürekli inandım
yüzümü el değmemiş çerçevelere sığdırmaya çalışan
bu riyakâr insanlara
tüm yol ağızlarına sokağının ismini yazdım
ama onlar üç defa yaktılar
anne kucağında uykuya dalmış
yorgun bir çocuğa benzeyen çayırlarımı
üç defa kafese koydular
içine zehir kattılar yağmurun
sonra bir baktım ellerin yeniden dut ağacı
alelacele bir kuş sürüsü nefesin
taş avlularda kumru
dağ koyaklarında keklik
sırf bunlar yüzünden terli alnıyla oradan oraya bağıran
bir simitçinin sesiyle yayıldım şehrine
geçip gittiğim sokaklarda
kilise çanından korkup kaçan kuş gölgeleri
kurumuş bir üzüm yaprağı
ütülmeyi iyi bilen çocukların açtığı misket kuytusu
bir karınca yuvası
bir de boş kibrit kutusu
onca dolanıp bağırdım da ne oldu sanki
öre öre bir örümcek
sol elimde bir ağ ördü
yüzümü bir çocuğun elleriyle yıkadığım
yollarını kör topal dolaştığım bu şehir
senin için iki kere öldüğümü
topu topu üç kere gördü
IV
içimde, kız almaya giden kalabalık düğün alayları
altın günlerinde kısır yiyen yaşlı anneler
kızları, karanlık köşelerde
gizlice çirkin oğlanların elini tutan
zayıf ve esmer babalar gibi yorgunum
öylece geçip gidiyorum sokağınızdan
senin terin kimlerin etini ıslatıyor
hiç haberim olmuyor bunlardan
ilelebet kırılıp gücenmek değil şu naçar kalbimin niyeti
toprağın kürekle olduğu gibi değil elbet
güneşin bulutla olan husumeti
biliyorum burada
bomboş bardaklar gibi duran ellerimizle bir başımızayız
kutusunda tek kalmış bir kibrit gibi yalnız ve azız
V
bu elimi senin için
komşunun bahçesinden gül çalarken kestim
vazgeçtim sesimi bir simitçiye verip yardımını ummayı
ama yine de
her şeye rağmen bir gün yine de
sen de beni benim seni çağırdığım gibi çağır
ne zaman başın sıkışsa
çiçek satan çingenelere ver dudaklarını
öyle bağır
...