Gönderi

bağır çağır bir şiir
I bu elimi senin için komşunun bahçesinden gül çalarken kestim dalından düşmüş bir eriğe bastım bir serçeyi ürküttüm birazdan ölecek bir hayvan gibi öksüren eski çeşmeden avuç avuç su içtim nefesimi daha derin kesti zaman ağır aksak bilene bilene denize düşen yılana toprağa düşen dikene sarıldı ben de sana terli elleri ve yağlı saçlarıyla tanrıyla koyun koyuna uyuyan boyacı çocuklara koştum sonra seni sordum yüzleri üç kere okunmuş eski bir mektuba benzeyen bu naçar insanlara birden bire bir ayna; "arayıp da üzme" dedi "boş yere kendini, yorma her an devrilecek gibi duran bir incir ağacından hallice yüreğini" yırtık bir pabuç gibi geçirdim canıma etimi kurumuş bir incir ağacını öpüp durdum günü gelince beni bir hamlede kökümden sökecek bu dünya için boşuna yoruldum II bir taş buldum oturup arıtmak için bu zehirden kendimi koştum, düşüp de kanadım bir su birikintisi buldum bakmak için seni hâlâ benzetiyor muyum diye kendime izi kalır mı bu lekenin, ah dağ çiçeği sürdüm sesime o an bir dostun sesi yankılandı içimde "niye?" neticede kir bile utanır tende kendini ele güne aşikâr etmeye utandım bir kuşu üç kere öptüm kaç kanadı vardı saymadım bile koluma ağaçtan bir yaprak düştü elin sandım elin sandım sevindim III sürekli inandım yüzümü el değmemiş çerçevelere sığdırmaya çalışan bu riyakâr insanlara tüm yol ağızlarına sokağının ismini yazdım ama onlar üç defa yaktılar anne kucağında uykuya dalmış yorgun bir çocuğa benzeyen çayırlarımı üç defa kafese koydular içine zehir kattılar yağmurun sonra bir baktım ellerin yeniden dut ağacı alelacele bir kuş sürüsü nefesin taş avlularda kumru dağ koyaklarında keklik sırf bunlar yüzünden terli alnıyla oradan oraya bağıran bir simitçinin sesiyle yayıldım şehrine geçip gittiğim sokaklarda kilise çanından korkup kaçan kuş gölgeleri kurumuş bir üzüm yaprağı ütülmeyi iyi bilen çocukların açtığı misket kuytusu bir karınca yuvası bir de boş kibrit kutusu onca dolanıp bağırdım da ne oldu sanki öre öre bir örümcek sol elimde bir ağ ördü yüzümü bir çocuğun elleriyle yıkadığım yollarını kör topal dolaştığım bu şehir senin için iki kere öldüğümü topu topu üç kere gördü IV içimde, kız almaya giden kalabalık düğün alayları altın günlerinde kısır yiyen yaşlı anneler kızları, karanlık köşelerde gizlice çirkin oğlanların elini tutan zayıf ve esmer babalar gibi yorgunum öylece geçip gidiyorum sokağınızdan senin terin kimlerin etini ıslatıyor hiç haberim olmuyor bunlardan ilelebet kırılıp gücenmek değil şu naçar kalbimin niyeti toprağın kürekle olduğu gibi değil elbet güneşin bulutla olan husumeti biliyorum burada bomboş bardaklar gibi duran ellerimizle bir başımızayız kutusunda tek kalmış bir kibrit gibi yalnız ve azız V bu elimi senin için komşunun bahçesinden gül çalarken kestim vazgeçtim sesimi bir simitçiye verip yardımını ummayı ama yine de her şeye rağmen bir gün yine de sen de beni benim seni çağırdığım gibi çağır ne zaman başın sıkışsa çiçek satan çingenelere ver dudaklarını öyle bağır ...
·
182 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.