Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

.... İki yabancıdan evlilik çıkar mı? “Dünyadaki uyumsuzluklar sevgililerin kavgalarına benzer. Barışma çatışmanın ortasındadır ve ayrı olan her şey birbirine kavuşur. Kalpte damarlar birbirinden ayrılır ve yeniden buluşur ve her şey hayattadır, tek, sonsuz, ateşli bir hayat.” —Hölderlin Yazının başlığı, kolayca akla gelebilecek anlamları bir kenara, yazar için olumlu bir anlama sahip değil. Yoğun bir para harcama faaliyeti, ev almanın değil yaşanılır bir ev bulmanın zorluğu, insanın her gün aynı kişiye maruz kalması gibi sorunların birleştiriciliği kendisini evlilikte gösterir. Bu durumdan memnun olmayan ama evlilikten vazgeçmeyen insanların yapacağı şeylerden biri de belki evliliği yaşamdaki başka mutluluklara, geçiş alanlarına, birbirinden etkilenme pratiklerine aktarmaktır. Bir açıdan, bunu deneyen bir ikiliden söz edilebilir: Julia Kristeva ve Philippe Sollers. 1966’da karşılaştıkları andan itibaren kendi düşüncelerini de bu ortaklık üzerinden geliştiren ikili, Thomas de Quincey’nin Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet eserine benzeyen bir isimle bu ilişki biçimini açığa çıkardılar: Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Evlilik. Herhangi bir tanım vermenin, tanıştıkları büyük Olay’a gölge düşüreceğinin farkında olan Sollers bir evlilik biçiminden şöyle bahseder: “Evlilik çoğu zaman taraflardan birinin kurban konumunda olduğu bir çatışmadır. İnsanlar birtakım hesaplarla ya da aldatıcı hayallere kapılarak evlenir; zaman, kitabına uygun bu kırılgan sözleşmeyi yıpratır, evlilik bozulur, insanlar yeniden evlenir ya da karşılıklı hayal kırıklıkları arasında çakılıp kalır.” Kendi evlilikleri ise olumlu özelliklerin açığa çıkarılması yoluyla ikilinin tekil yaratıcılıklarına odaklanır. Burada, Sollers’e göre yeni bir “aşk sanatı” söz konusudur ve bu kitap da açığa çıkmasına olanak tanımaktadır. Peki, Kristeva bu “aşk sanatı” biçimi hakkında ne düşünmektedir? Bir açıdan, gündelik alışkanlıkların dışına çıkmanın başka türlü bir deneyimini kodlar. Üstesinden gelinemeyecek, duyguların hareketliliğinin sevk ettiği çatışmaların bazı koşullarda bu aşk sanatının simyasıyla açığa çıkması imkanından söz eder: “Daha ziyade geçmişte olanları değiştirmeden ve şimdiyi güzelleştirmeden, bundan böyle ‘selfie’ denen kendi kendini kurgulama ediminin pek sevdiği duygusal takıntıların, erotik fantazmaların gösteriye dönüştürülmesinden kaçınarak, utanca ve korkuya kapılmadan bir tutku hakkında her şeyi söylemeye çalışacağız.” Evliliğe ilişkin konuşmaların olmazsa olmazı aşk teması ikili sohbetin başlatıcısı görevini üstlenmektedir. Bir daha yaşanmayan deneyime ilişkin bir betimlemeyle yetinilecek bir yerde mi konumlanmalıdır aşk? Yoksa, saf bir hal olarak görmeyip sürekli bir duygusal metaya dönüştürülen kafa karıştırıcı kullanımına mı yatırım yapılmalı? En azından Sollers ve Kristeva ikinci yoldan gidiyor, bunun üzerine pek konuşmayı tercih etmiyorlar. Önemsiz olduğu için değil, konuştukça ondan uzaklaşılacağı için. Konuşulduğunda beraberinde gelen bir şeyler olsa gerek. Sollers, sazı eline “çift” ifadesi için alır. Şöyle ki, evlilik içindeki belli tamlamaların oluşturduğu toplumsallığın, kişiliği zedelemesi ve tekil olanı görmezden gelecek denli ezici gücü dolayısıyla eleştirir. Çift ifadesinden söz etmek de bu açıdan bir hayli olumsuz anlama sahip. Aşk, Sollers’e göre, birbirini öteki olarak tanımak, karşıdakini farklı bilmek ve ona saygı göstermektir. Bu açıdan Sollers için “bir çelişkiyi sevmektir ve güzel olan da budur.” Aşkla sınırlı kalmamayı tercih eden ise psikanalist kimliğiyle Kristeva olur. Aşkın sadakat ve sadakatsizliğin bir karışımı olduğunu ilan etmesinin ardından, konuşma başka yerlere doğru saçaklanabilme becerisini gösterir. Edebiyatı yedeğine alarak antropolojik bir ifade tarzıyla, bugün içinde olduğumuz uygarlığı tanımlayan her şeyin, sadece aşkın değil, temelinde sadakat ve sadakatsizlik ikilisinin yattığını ifade eder. Kristeva, sadakate sürdürülebilir karşılıklı bir güven olarak bakar, ilgilenir. Bir çocukluk anlatısıyla başlar aslında sadakat Kristeva’ya göre; onu aşkla sınırlı görmek perspektifimizin sınıfta kalacağının bir göstergesidir. Çocuğun iki imagoya ihtiyacı vardır bu hikayede: kendisinin yanında bulunan bir anneye ve iktidarı onunla tanıdığı bir kişiye, yani babaya. Kristeva, seven bir baba üzerinden ifadelerini genişletir. Bu iki imgenin ardından, bütün manzaralar, işleyişler ve ilişki biçimlerinde onları arar insan. Bu imgelere sahip olmak, muktedirliğin göstergeleriyle hareket edebilmek, özgürlüğü bahşedecek unsurlardır. Sadakatin, bugün bir aldatma hikayesini akla getirişi hiç konuşulmaya değer değil midir? Bir şeytan icadı olarak görülen cinsellikten, bu kadar temeldeki cinselliğe kadar geçen süredeki değişime dair ne söylenebilir? Sollers’in burada tavrı nettir, sadakatsizliği cinselliğe ait kılmak daha ciddi bir sadakatsizliğin görmezden gelinmesine yol açar. Oysa, 20.yüzyıl itibarıyla (elbette yer yer daha öncesinde) bir başkaldırı olarak anlaşılan bir cinsellikten söz ediliyordur. Bugün ise içe kapanma yoluyla bahsedilen bir cinsellikten bahsedildiğini vurgular Kristeva. Başkaldırı, özgürlüğe hizmet ederken, ötekini yok eden bir rotaya dönmüştür. Bu noktada, Kristeva için sadakat, “kadın-erkek ilişkilerinde “dışarıda” asıl eşinizin bedenine ve duyarlılığına saygı gösteren cinsel ve duyusal ilişkilerdir.” Oysa, güven ifadesi tuzak içerir sadakat bağlamında. Kişinin sürekli sevilmesini, el üstünde tutulmasını ama asla kendisinden kuşkulanılmaması içeren en başından itibaren eşitsizliği yayan sessiz hegemonyaya karşı dikkatli olunmalıdır. En başından itibaren alışık olunan, bütün kuralların kişi tarafından bilindiği, yasanın oluşum ve işletim biçimlerine aşina birisinin başka bir kişiyi bu alana dahil etmesi ve iki yabancının oluşturduğu bir alan arasında ayrım yapmak gerekir, Sollers ile Kristeva da bunun tarafıdır: “Açık olmak lazım: Kadın, erkekle aynı cinsel ve duyusal ilgi alanlarına sahip değil. Kadınlarla erkeklerin zevk almaları farklı, tıpkı iktidarla, toplumla, çocuklarla olan ilişkilerinde olduğu gibi. Biz iki yabancıdan oluşan bir çiftiz. Ulusal farklılığımız çoğu zaman gizlenen bir gerçeğin altını daha da iyi çiziyor: Kadınla erkek birbirine yabancıdır. Oysa iki yabancının özgürlüğünü üstlenen çift gerçek bir savaş alanı haline gelebilir. Uyum sağlama ihtiyacı da buradan geliyor. Sadakat yabancılığın bir nevi uyumlulaştırılmasıdır. Eğer ötekinin de sizin kadar yabancı olmasına izin verirseniz, uyum geri gelir. Yanlış notalar senfoni öğelerine dönüşür”. Sadakatte sır söz konusu olabilir? Mutlak sır, sadakat olmayan bir sadakat yaratır mı? Kopya denilebilecek bir sadakatin, ifade edildiği anda enformasyona katkı sunan bir hareket tarzına dönüşmemesi mümkün mü? Sollers, bir sırdan veyahut gizden yanadır. Cinsellikten ötürü herhangi bir savunma mekanizması oluşturmanın tam karşısında konum alır. Hesap verilmeyecek tek alan olarak cinselliği görür hatta. Cinselliğin böyle bir kontrol mekanizmasına dönüşmesinin ardında, toplumsal denetimin duygulara sirayet etmiş egemenliğinin olmadığını ifade etmek, olduğunu ifade etmekten kolay mıdır? Her an baskı rejimleri, özgürlüğün üzerine gelmekte. İkili bir ilişki içinde oluşturulacak bir kontrol aracının, başkalarının özgürlüksüzlüğünü oluşturmayacağı ifade edilemez. Evlilik söz konusu olduğunda unutulmaması gereken bir başka konu, tercihtir. Bir kişinin bir başka kişiyi tercih etmesi her an mümkün değildir. Bir tercihin, belli bir toplumsallıktan geldiğini unutmamak gerekir. Bu açıdan, Sollers’in bazı satırlarda insanlardan oldukça dolaysız bir varlık olarak bahsedişine şüpheyle yaklaşmak ve yer yer hayıflanmak Tarih’e yüzünü dönen herkesin tavrı olacaktır. Ayrıca sırrın kendisinin bir tercih değil zorunluluk olabildiği, her geçen gün özgürlüğe karşı sertleşen politikaların sonuçları ve amaçları yoluyla öğrenilebilir. Konuşmanın bir yerinde, Sartre ve Beauvoir’den “serbestlik teröristleri” olarak bahsedilir. Ancak, devamında tartışılan konu iki figürün yaralı oluşlarından Fransa’da ortaya çıkan iki tipoloji: “Bir yanda, olmayan bir baba ve çok parlak ama çirkin olmanın acısıyla Sartre’ın Oidipus yarası. Öte yanda da, erkekçe hırsları, soğuk zekası ve muhtemelen depresif cinsel tıkanıklıklarıyla Beauvoir”. Bir aşk ile başlamıştı sohbetleri Sollers ve Kristeva’nın. Sanat vurgusu, ulusal ve toplumsal olarak devam eden bir geleneğin düşünce (Kristeva) ve kurgu (Sollers) yoluyla aşılmasına yatırım yapar. Herhangi bir masal kahramanıyla eşleşmeyen, dünyadaki varlıklarıyla okurlarını haberdar eden bu ikili, aynı dünyanın baskıcı tekil modellerine karşı aynı ölçüde kurgu ve düşüncenin birbirini olumlu etkileyerek kendi türlerinin yasalarını ihlal eden bir konumdan selam eder.
·
384 görüntüleme
Faruk okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 🙏
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.