Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

.... Kadınlar AKP’ye mecbur mu? AKP’yi iktidara taşıyan seçmenlerin özellikleri hemen hemen tüm araştırma şirketleri tarafından incelendi, incelenmeye de devam ediyor. Herkes benimsediği politik çerçeveden bir gerekçe bulmaya çalışıyor: Nasıl oluyor da AKP hâlâ iktidarda? İktidar yarattığı bunca yıkım, bunca krizin ardından ayakta kalmayı nasıl başarıyor? Görülmemiş bir bölüşüm şoku yaşanırken yoksullar neden sağcılara oy veriyor? İktidarın kadınlara yönelik sistematik saldırılarına rağmen hâlâ kadın seçmenlerin çoğunluğunun tercihi olmasının arkasında neler var? 21 yıllık AKP iktidarı boyunca parçalanan bir topluma tanıklık ettik, maalesef etmeye devam ediyoruz. Ülkeyi “bizden olanlar ve olmayanlar” biçimde bir ötekileştirmeyle yöneten iktidarın saldırılarının hedefinde kadınlar ilk günden beri vardı. Şaşırtıcı olan, iktidarın kadınlara yönelik tüm saldırılarına rağmen AKP’nin iktidara gelişinde ve iktidarını sürdürmesinde kadın seçmenlerin katkısının bir hayli fazla oluşu. Son 21 yıl, kadın haklarının yağmalandığı, kazanımların bir bir geriye atıldığı, kadına yönelik sömürünün hayatın her alanına yerleştiği, tacizlerin ve kadın cinayetlerinin Cumhuriyet tarihinin en yüksek boyutlarına ulaştığı karanlık bir dönem olarak şimdiden tarihteki yerini aldı. Kadına yönelik şiddette cezasızlığın hüküm sürdüğü, laikliğin bütünüyle yok edildiği bir tablo yaratıldı. Kadın istihdamı tamamen piyasanın insafına bırakıldı, kadının yerinin ailesinin yanı olduğu yönünde muhafazakar bir kurgu dayatıldı. “Kadın diyorsanız aile, aile diyorsanız kadın var. Bunun haricinde kadın yok,” düşüncesi bütün şiddetiyle toplumsal ilişkilere yerleştirildi. Ailenin bütünlüğünün korunması, aile refahının artırılması, aile yapısı ve değerlerinin gelecek nesillere aktarılması gibi öneriler iktidarın tüm politikalarına nüfuz etti. Dolayısıyla piyasa işleyişinde bireye vurgu yapılırken, birey piyasa dışına düştüğü anda da aile göreve çağrıldı. Yani kadın emeğinin sömürüsü üretim alanında neoliberalizme, üretim alanı dışında ailenin kutsallığıyla dört bir yandan sömürüye açıldı, kuşatıldı. 1980 sonrası üretim ilişkilerinin AKP aracılığıyla yeniden üretilerek emeğin aleyhine biçimlenmesiyle, kadınlar sermayeye ucuz, sabırlı, örgütsüz, sosyal güvenceden yoksun işgücü olarak sunuldu. Sermaye de üretim ilişkilerindeki patriarkayı pekiştirerek, yeniden üreterek düzenin devamına güvence sağladı. Yani iktidar bir devlet politikası olarak, kadını hem işverenler hem de erkekler karışında savunmasız bıraktı, ataerkil geleneği her alanda besledi. Durumun üretim ilişkileri perspektifinden en kısa açıklaması bu. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına kadar varan bu süreçte AKP hâlâ kadınlardan bir şekilde oy alabildi. Peki, bunu neye borçluydu? AKP’nin iktidarını pekiştirdiği önemli pansuman araçları var. Bunlardan en önemlileri de muhafazakârlık, popülizm, sosyal yardımlar ve milliyetçilik. Neoliberal ekonomi politikalarıyla erittiği hakların üstünü muhafazakârlık, milliyetçilik ve popülizm aracılığıyla kapatıyor. Muhafazakârlık iktidarın hem emek hem de kadın politikalarına nüfuz etti, kadınların hayatı neoliberalizmin ve siyasal islamın saldırılarına açık hale getirildi. Aileye yapılan vurgu, iktidarın muhafazakâr kadın politikalarının temelini oluşturuyor. Muhafazakârlığın en önemli temsili olarak aile vurgusu yapılırken, aileye uygun çalışma yaşamı kurgusuyla da neoliberalizm besleniyor. Yani kadın-erkek zaten doğalında eşit değil ve kadın iş hayatında erkeklere göre daha az ücretlerle daha güvencesiz çalışırken, ev işlerinde de asli görevlerini yapmalı. Dolayısıyla zaten erkeklere göre farklı ve “eksik” olan kadınlar devlet politikalarından destek beklemek yerine hem piyasada ucuz işgücü olmalı hem de ev içinde sömürülmeli ve görevlerini aksatmamalı. Erdoğan’ın 19 Temmuz 2010’da kadın örgütleriyle yaptığı bir toplantıda söylediği “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum.” cümleleri devlet politikası haline getirilen eşitsizliği gözler önüne seriyor. Sosyal yardımlar, iktidarın bir diğer önemli “silahı”. Türkiye’de 24 milyona yakın kişi sosyal yardım alıyor. TBMM’deki bütçe görüşmelerinde açıklanan son verilere göre, 85 milyonluk Türkiye nüfusunun 60 milyonu, ekonomik ve sosyal yardım alabilmek için Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemine kayıt yaptırdı. Yoksulluğun bu denli köklü bir sorun haline getirildiği Türkiye’de sosyal politikalar çürüdü, yönetilebilir yoksullukla sosyal yardımlar iktidarın tehdit unsuruna dönüştü. Bu sosyal yardımlar, tarikatlar ve cemaatler eliyle yaptırıldı. Durum böyle olunca kadınların hayatı erkeklere oranla çok daha fazla siyasal islamın saldırı ve tehditlerine açık hale geldi. Bu sosyal yardım düzeneği kadınları pasif öznelere dönüştürdü. Kadınlar, sömürüldükleri bu düzenden çıkacak koşulları yaratabilmek yerine mevcut hayatlarına sıkıştırıldı ve iktidarın yalancı istikrarına bağımlı hale getirildi. Son seçimlerde AKP kadın kolları başkanının, maddi destekle oy istediği yetmezmiş gibi bu yardımların kesileceği tehdidiyle kadınların oylarının fotoğraflarını istediği haberlerine tanık olduk. Urfa’da kadınlar yerine toplu oy kullanıldı mesela. Bunlar yaşanırken iktidar popülist söylemlerle yarattığı karanlığı örtmeye çalıştı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak kadınların can güvenliğini dahi koruma zahmetine girmeyen iktidar, KADES uygulamasıyla “devlet kadınları yalnız bırakmadı” mesajı vermeye çalıştı. Kadın istismarına ve cinayetlerine kulaklarını tıkayan, kadın politikalarını kadın haklarına yönelik sistemli saldırılarla bezeyen iktidar, kadın otobüsleri, kadın plajları, kadın kotalarıyla bile isteye yarattığı karanlığı yamamaya çalıştı. Muhafazakâr kadınlar ve seküler kadınlar biçiminde yarattığı ayrımla kadınların yan yana gelişini de parçalamaya çalıştı. Sınıfsal çelişkileri örtmeye çabalayarak ürettiği bu popülist zıtlıkla, kendi yaşam tarzına uygun düşmeyen kadınları “terörist” ilan etti veya düşmanlaştırıldı. Sınıfsal örgütlülüğün parçalandığı, emeğin politikalar üzerindeki belirleyiciliğinin, etkisinin, eylem gücünün zayıfladığı böyle bir dönemde, kadınlar her şeye rağmen siyasete müdahale araçlarını yeniden üretmeye ve direnmeye devam ediyorlar. Fabrikalarda, evlerinde, tarlada, cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’nda evlatlarının akıbetlerini sorarken, Akbelen’de ağaçların önünde, 8 Mart’taki feminist yürüyüşlerde yan yana büyümeyi sürdürüyorlar. Bir tarafta kadınlar var, diğer tarafta hedefine emeği ve laikliği almış bir iktidar. Diğer tarafı da unutmamak gerek, o da odağına emeği almaktan aciz, laikliği arkaiklik sanan ve dile getirmekten dahi korkan, sınıfsal çelişkileri görmezden gelen, siyasetini sadece seçimlerle kısıtlayan çünkü esaslı bir değişimi istemeyen, memleketi değil hep kendi ajandasını önceleyen muhalefet. Bu muhalefet yenilmeye mahkum, biz ise doğru yere baktığımızda çıkışı elbet bulacağız. Rosa Luxemburg’un da dediği gibi: Vardık, varız, var olacağız.
·
500 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.