Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

76 syf.
·
Puan vermedi
Hiçliğin Mutlu Sessizliği Üzerine Bir Diyalog
Sessizlik üzerine bir diyalog diye başlık attığınız zaman aslında boş bir sayfa sunmanız gerekiyor. Kelimenin olduğu yerde sessizlik olmaz haliyle. Kelimeler neden bu kadar gürültülüdür peki? Çünkü harflerden oluşurlar. Bildiğiniz üzere harfler birer ses işaretçisidir. Herhangi bir trafik işareti nasıl çalışıyorsa harfler de aynı mantıkla çalışır. Kırmızı ışık dur demekse -A- sembolü de ''a'' sesini çıkar ya da düşün, olarak algılanır pek sevgili beynimizce. İnsanlık ilk adımlarını atarken büyük ihtimalle elinde akıcı bir iletişim kanalı yoktu, sadece küçük, ufak, minicik ve tamamıyla doğanın taklidi olan bu sesler vardı. Yani mesela -A- harfinin zaman içindeki gelişimine göz atacak olursak 1.bp.blogspot.com/-qd9YuwHuu9c/U5... bu seslerden bugünkü mevcut iletişim diline varışımız gerçekten büyük ve ilgi çekici bir macera. Aslında insanlık tarihini anlamlandırma yollarının en güzellerinden biri de etimolojidir. Kelimeler üstünden geçmişe doğru gitmeye başladığımızda yeterince geçmişe gidebilirsek etrafındaki sesleri taklit etmeye çalışan bir lucy ile karşılaşabiliriz. Ama o kadar geriye gitmeyelim. Toplumların varlıkları, düşünceleri ve duyguları kelimeye hapsetmesinde bile o topluluğun kişiliğine dair ipuçları mevcut. onun dışında toplumlar arası etkileşimi kelimelerin diller içindeki entegrasyonundan da anlayabiliyoruz. Tabii bu her kelimenin uydurma olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yani bildiğiniz üzere her kelime uydurmadır, insan icadıdır. Evet, şimdi fark etmiş gibi yapmayın hiç. Belki de binlerce yıldır kedilere kedi diyoruz, ama kediler için bu kelime bir deli zırvalamasından başka bir şey değil. Birileri ona kedi dese de demese de o kendi varlığını kendi bildiği şekilde yaşayacak, siz onu nasıl isimlendirirseniz isimlendirin kedilerin zerrece umurunda olmadığına emin olabilirsiniz. Peki, neden yapıyoruz bunu? Neden varlıkları kelimelere hapsediyoruz ? Tam olarak bu soru işaretinin altında yeni doğan bir paradoksun başı var. İletişim kurabilmek adına pek tabii kelimeler icat ediyoruz. Sesleri işaret eden harflere ve ardından harflerden oluşan kelimelerin işaret ettiği varlıkları kendi dışımızda bir bireye işaret ettiğimizde neyi kastettiğimiz anlayabilsin diye tüm bu çaba. Lakin bu soyut kelime düzleminde her şey spesifik olmaktan o kadar uzak ki, sağlıklı bir şekilde anlaşılma gayesi güdülerek icat edilen kelimeler bize ihanet etmeye başlıyor. Gözünüzün önünde daha net canlanması için çok gündelik bir örnek vereyim. Kırmızı ışık dünyanın her yerinde dur demek olmaktan çıkıp, sekiz milyar insan için sekiz milyar farklı anlamı işaret etse trafiğin hali nasıl olurdu? İşte yazarın dert yakındığı ve konuşmanın imkansızlığı daha doğrusu karşılıklı anlaşabilmenin matematiksel olarak olanaksızlığı diye adlandırdığı durum bu. O hercü merç olmuş trafiği, karşılıklı olarak anlaşmaya çabalayan iki insanın iletişim kanalı olarak düşünebilirsiniz. Kelimeler neden her insan için aynı anlamı işaret etmiyor? Bunu ilk başta matematik dili üstünden izah etmek istedim ama uzun bir yazıyı bir de diferansiyel denklemler ve kartezyen isteminde iki noktanın bir birine göre izdüşümleri ile iyice boğmak istemedim. Daha çok sanatsever olduğunuzunu düşündüğüm için bu taraftan gideceğim. Picasso'nun bir tablosu karşısında dikilmiş, tablodaki anlamı aramaya uğraşan bir insan düşünün. herkes tabloya dair yorumunu yazıya dökse, bu herkes kaç kişiden oluşuyorsa o kadar yorum olacaktır. Yorumlar birbiri etrafında dönebilir, birbirine benzeyebilir ama asla tamamen aynı yorum olmaz. Picasso'nun kendisi bile tabloda ne anlatmaya çalıştığını ve tabloda anlatılanın ne olduğunu yüzde yüz saf bir uyumla denk getiremez belki de. Çünkü insan bir süreçtir ve yolun sonunda tamamlanır ve tamamlanmadan kendimizi tamamen tanımış olmadan, biz kendimizin de kendimize ne anlatmaya çalışıtğını anlayamayız. Bu çok daha derine inen bir mevzu olduğu için kesiyorum. Şimdi şuna odaklanın. küçük basit bir derdinizi, bir başkasına aktarırken ortalama olarak kaç kelime kullanıyorsunuz. Yirmi, otuz belki daha az belki daha çok. Bu her bir kelimenin bir Picasso tablosu olduğunu düşünürek ve her bir tabloyu kendi tekilliğinde anlamlandırma çabasının zorluğundan yukarıda bahsettik. Peki, şimdi bu onlarca Picasso tablosu ile sonsuz kombinasyon oluşturabilecek bir anlam kaosunu karşı tarafa iletirken, tam olarak hangi düzeyde anlaşılmayı umuyoruz? Her bir kelimeyi bir sanat eseri olarak ele almak abartı değil mi diyeceksiniz ama sanat zaten var olanın yeniden yorumlanmasıdır ve kelimelerin kökenin de doğanın seslerini taklit ederek uydurduğumu, icat ettiğimiz işaret levhaları olduğunu söyledim. Bu aşamada iki kişinin özne olduğu bir diyalogda tarafların daha iyi anlaşabilmesi için, kendi mantıklarını ve kelimelere kendi yükledikleri anlamları bir tarafa koyup bu kelimeye ne anlam yüklemiş olabilir diye yaklaşması gerekir. bu çok zor. Hatta imkansız, bunu her an ve her iletişimde yapmak mümkün değil. dünyanın en empat insanı olsanız bile bir egoya sahipsiniz ve bir egonuz olduğu müddetçe de dünyanın merkezi ayaklarınızın altındadır ve siz kendinizi bu kartezyen sisteminin orjin noktası varsayıp diğer tüm bireylerin noktasına kendi perspektifinizden bakacaksınızdır. Yapamazsınız uğraşmayın, yani anlaşılmak için kendinizi harap etmeyin. Kafanızın içinde sürekli çalışan bir çevirmen olması gerekir. Bu konuşmayı Ahmet Bey'in düzleminden benim izdüşümüme aktar diyen. Tanrı bile dualardaki anlatım bozukluğunu farklı yorumladığı için kullarının başına ne absürt şeyler getirmiyor mu hem. Dilimizin sınırları dünyamızın sınırladır diyor Wittgenstein. Artık eskiye nazaran daha az kelime kullanarak kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz, sınırlarımız giderek daralıyor. Bireyselliğin cazibe kazandığı bir zamandayız. Kendimizi ifade etmek anlatmak bile istemiyoruz aslında. Çünkü anlatmanın karşılığında dinlememiz gerekecek ve biz bunun için çok yorgunuz ve bir kere anlaşılmadığımız içinse çok kırgınız. Kelimelerimiz azalıyor, anlaşılma kaygımız azalıyor, anlaşılma isteği azaldığı için sanat azalıyor. Albet Camus diyor ki; insan hatırlamak için yavaşlar, unutmak içinse hızlanır. Biz tüm bu hayal kırıklığından ve yorgunluktan uzaklaşmak için son sürat yaşıyoruz hayatlarımızı. Schopenhauer'in şu sözleriyle bu uzun yazıya elveda diyelim ve buraya kadar okuyan tüm gönül dostlarına teşekkür edelim. ''Şu dünyayı tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar. Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: “Bunca mutsuzluğu ve boğuntuyu ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?”
Konuşmanın İmkansızlığı Üzerine Bir Diyalog
Konuşmanın İmkansızlığı Üzerine Bir DiyalogOsman Çakmakçı · İş Bankası Kültür Yayınları · 20211,129 okunma
·
109 görüntüleme
Güli okurunun profil resmi
Korktuğum kadar değilmiş 😌 durumum vardı okudum ve beğendim efendim 🌸
Ramazan Kudat okurunun profil resmi
Üstüme hep iftira atıyorlar ya #_#
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.