Gönderi

Takiyeddin Mengüşoğlu'nun İnsan Felsefesi Üzerine
İnsan (anthropos) antik çağlardan beri tabiatı (physis) ve varlığı (on) anlamlandırabilmeyi amaçlamış lakin ‘ne?’ ‘nedir’ gibi metafiziksel sorularıyla cevap aranması gereken temel felsefe problemlerine sığ bir bakış açısı geliştirmiştir. Birçok felsefi görüş bu bağlamda ontolojik probleme tekil önermelerle apodiktik bir açıdan bakıp tümeli (bütünü) görmezden gelmiştir. Panoptikon bir hal alan bu savlardan arınarak edinilmesi gereken amaç, felsefi antropoloji ışığında insanın disharmonik bir fenomen olduğunu ve retrospektif olarak tarihsel örgüsünü oluşturduğunu savunmaktır. Bunu yaparken başta metafiziksel sorulardan kaçınmak üzere tarihsel süreçte insanın faaliyetlerini incelemek ve insanın toplumla ilişkisinin etle tırnak gibi olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Bu görüşümüze Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi adlı kitabında şu cümleyle destek verecektir: "Dünyada hiçbir şey insanın kendi hayatı ve bu hayatı dolduran eylemler, başarılar kadar somut değildir." İnsanın faaliyetlerini ilkelden moderne bir bütün hâlinde irdelediğimizde ve buna felsefi bir soluk getirdiğimizde insana diğerlerinden farklı bir anlam yükleyeceğiz. Doğa gibi insan da sürekli devinim halindeyken özellikle 20. yüzyıldan itibaren teknolojik gelişmelerin hız kazanmasıyla dünyada bir globalleşmenin süregeldiği savunulur. Peki, tarih açısından globalleşmenin yeri nedir? Yoktur dense yeridir. Bir milletin küreselleşme etkisiyle milli belleğini unutturacak kadar ögeyi kendi kültürüne dahil etmesi mümkündür ancak politik ve ekonomik açıdan küreselleşmenin mümkünatı yoktur. İnsanın ve oluşturduğu tarihin antagonist yapısı buna müsaade etmez. Buna çözüm olarak Mengüşoğlu’nun da savunduğu gibi karşıtlıkları törpülemek gerekir. Bunu daha anlaşılır kılmak için öncelikle insan üzerine mülahazalar üretmeliyiz. Nicolai Hartmann’a göre dört varlık alanı vardır: İnorganik, organik, psişik ve tinsel. İnsan bu alanların tamamını kaplamasıyla somut bir varlıktır. Onu diyalektik veya metafiziksel açıdan inceleme altına alamayız çünkü insan topluma yaptığı katkılarla başarılıdır ve var olur. Ayrıca insanı parçalara ayıramaz, ancak bir bütün halinde inceleyebiliriz. İnsanı paralojist bir bağlamda incelemek eksik ve yanlış olur. Profilaktik bir araç olarak felsefi antropolojiyi kullandığımızda anlarız ki insanı insan yapan ilkel ya da modern açıdan bir şeyler ‘yaparak’ insanlığa katkıda bulunması ve otonomluk olgusuna sahip olmasıdır. ‘Geist’ini sanata, bilime vs. yoran insan idealini merceğe alırız ve bireyci etik burada doğruluğunu tamamen yitirir. Bu Kant’ın ödev ahlakıyla da benzerlik gösterir ancak tamamen aynı değillerdir. Sebebi ise insanın dikotomik belirleyicilerinin olmasıdır. Disharmonik yargılar arasında sıkışan insan için her zaman her eylem ideal için uygulanmaz sadece tarihsel örgünün devamı için uygulanabilir. Peki zamanın insana etkisini yorduğumuzda elde ettiklerimizi yorumlarsak nasıl olur? Zaman geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşur ve bunlar birbirini etkilerler. Geçmişsiz bir gelecek düşünülemez. Mengüşoğlu’na göre tarih süreklidir, geçmişi irdelemek için günümüz görüşlerini bir kenara bırakmak gerekir ki bu da tarihte bir karşıtlığın olduğunun kanıtıdır. Ek olarak ona göre tarihte her olay birbiriyle bağlantılıdır, eğer bağlantıyı kuramıyorsak bu bizim bilgisizliğimizdendir. Başta bahsettiğimiz gibi, felsefe problemlerine getirdiğimiz sığ sorular ve bunlara yönelmiş akıl yürütme yöntemleri tarihsel pratikte işimizi görmeyecektir. O zaman modern insanın insanlığa ve tarihsel sürece getirmesi gereken yorum nasıl olmalıdır? Kişiden kişiye değişmekle beraber benim görüşüm insanın müstakil bir varlık olduğunun kabullenilmesiyle beraber her insanın topluma farklı yönlerden etki ettiği yönündedir. Bilgili insanın tarihsel sürece koyduğu ürün ile bilgisiz insanın koyduğu ürün farklılık gösterir. Thales’ten günümüze gelen bilgelik sevdasının ışığında insanın aklına (nous) giren tüm bilgiler ona yarar da sağlayabilir onu felakete de sürükleyebilir. Bu açıdan geliştirilebilecek profilaktik çözüm karşıtlılara karşı otonom bir varlık olmaktır. Buna rağmen, insanın yapacağı her eylem sınırlı olacaktır çünkü kelebek etkisinin gidişatını hiçbir insan kestiremez. Bu da tarihsel oluşumun gidişatının da insanda var olan karşıtlığı taşıdığının kanıtıdır. Tarih ve insan bir bütün olduğundan parçalara ayrılarak düşünülemez. Sonuç olarak insan karşıtlıklardan oluşan bir varlıktır ve hangi karşıta boyun eğmeyi seçerse tarihi ona göre yönlendirir. İnsan toplumun yapı taşı olduğundan her insanın topluma bir şekilde katkısı vardır ve bunlar dün, bugün, yarın olanlardan bağımsız değildir. - Kaynakça: dergipark.org.tr/tr/download/art... acikerisim.maltepe.edu.tr/xmlui/bitstream... Doğan Özlem, “Takiyettin Mengüşoğlu’da İnsan Kavramı”, Yüzyılımızda İnsan Felsefesi, Takiyettin Mengüşoğlu’nun Anısına, Yayına hazırlayan: İoanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara 1997
··
151 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.