Gönderi

.... Biraz da başarısızlıkları konuşalım “Hayatta kalma yanılgısı” (survivorship bias), yalnızca hayatta kalanlara veya başarılı olanlara odaklanarak başarısızlıkları göz ardı etmemize neden olan bilişsel önyargı olarak tanımlanıyor. Başarının büyüsüne kapılmak veya yalnızca sonuca ulaşanlar üzerinden değerlendirme yapmak, bu yaygın mantık hatasını özetleyebilir. Ancak eksik veriler yanlış sonuçlara yol açabilir, korelasyonun nedensellikle karıştırılması da sizi yanlış inançlara sevk edebilir. Matematikçi Abraham Wald (1902-1950) II. Dünya Savaşı yıllarında Columbia Üniversitesi İstatistik Araştırma Grubu’nun üyelerinden biriydi, matematik ve istatistik bilgilerini askeri problemlere uyguluyordu. 1943’te, üslerine dönen B-29 bombardıman uçaklarının kayıplarının en aza indirilmesi için hangi bölümlerinin zırhlarının güçlendirilmesi gerektiğine dair bir değerlendirme yapmakla görevlendirildi. Abraham Wald ve ekibinin topladığı veriler bombardıman uçaklarının en çok hasar aldığı noktaları (kuyruk, gövde ve kanatlar) belirledi. Veriler ışığında mühendislerin aklına gelen çözüm basitti, zırh güçlendirme en çok isabet alan kısımlara uygulanacaktı. Ancak Wald bu fikre karşı çıktı, hasar alan kısımlar yerine uçakların isabet almayan kısımlarındaki zırhların güçlendirilmesi gerektiğini savundu. Böylece, (örneğin motorundan) hasar alıp düşen ve üslerine geri dönemeyen uçaklardan alınan önemli verilerin göz ardı edilmesinin önüne geçilmesini sağladı. Hayatta kalma yanılgısını tanımlayan bu fikir, başarıya odaklanarak başarısızlıkları görmemenin nasıl yanlış yönlendirici olabileceğini neredeyse kusursuz biçimde gösteriyor. Günümüzün iş dünyası ve sosyal medya bu mantık hatasının en fazla palazlandığı yerler olabilir. Hevesli girişimci adayları Steve Jobs, Mark Zuckerberg veya Elon Musk gibi “parlak” isimleri dilinden düşürmüyor, ama onlar gibi “zengin ve başarılı” olabilmek uğruna yola çıkıp hüsrana uğrayan geniş kitleleri göz ardı ediyor. LinkedIn terfilerden ve kariyer fırsatlarından geçilmiyor, Instagram’daki motivasyon hesapları başarısızlığı neredeyse imkansız kabul ediyor. Biraz irtifa kaybedip gündelik hayata dönelim, herhalde etrafımızda şu türden sözleri duymayan yoktur: “Madem ekonomik kriz var, alışveriş merkezleri neden bu kadar kalabalık? Yazın tatil beldeleri nasıl böyle tıklım tıklım doluyor?” Nihayetinde, sosyalleşmek için alışveriş merkezlerine mecbur olan veya tatile çıkmayı aklından bile geçiremeyen çoğunluk bir türlü görülmüyor. Harvard Üniversitesi’nden ekonomist Sendhil Mullainathan ile Princeton Üniversitesi’nden davranış bilimci Eldar Shafir, 2013’te yazdıkları kitapta yoksulluğun insanları uzun vadedeki ödüller yerine kısa vadedeki ödülleri tercih etmeye nasıl yönlendirebileceğini ayrıntılı olarak anlatıyorlar. Toplumsal kültürümüz başarıdan da ziyade gücü, gücün elde edilişinden bağımsız biçimde kutsayıp övmeyi tercih ediyor. Bu kültürel kodlar toplumsal ilişkilerden, sınıfsal çelişkilerden, devletin niteliğinden ve yurttaşa tutumundan bağımsız değil elbette. Mesela, okulu terk ettiği ya da okuldan atıldığı halde başarılı olanlar vesilesiyle eğitim hayatından çekilmeyi başarıya giden yolmuş gibi sunanlar da var. Oysa okulu bıraktığı veya okutulmadığı için hiç istemediği hayatlara sürüklenen geniş kitlelerden kimsenin haberi olmuyor. Amin Malouf, Ölümcül Kimlikler kitabında “Kabil’de kız doğmakla Oslo’da kız doğmak aynı anlamı taşımıyor, kadınlık aynı biçimde yaşanmıyor,” diyordu. Eğitim, yoksul ailelerin çocukları (özellikle de kız çocukları) için ekonomik özgürlüğe kavuşmanın en önemli basamaklardan biri. Doğuştan gelen fırsat eşitsizliklerinin yarattığı daha büyük sorunları görece azaltmanın belki de ilk adımı. ABD’deki en başarılı iş insanlarının yaklaşık yüzde 95’inin üniversite mezunu olduğu herkesçe bilinirken bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda örneğe bakarak başarılı olmak için “üniversite mezunu olmaya ihtiyaç yok” diyemeyiz. Üstelik üniversite okumamaya övgüler dizebilen ve tezlerini mantıklı şekilde gerekçelendirebilen kişilerin de Stanford veya Harvard gibi üniversitelerden mezun olan kişiler olması tesadüf değil. Ne hikmetse, en iyi üniversitelerde okumaya hak kazananlar nihayetinde üniversitenin gereksizliğini savunabilme cesareti gösterebiliyorlar. Bazı insanlar hep daha çok çalışmak zorunda. Doğuştan gelen fırsat eşitsizlikleri, eğitim ve toplumsal hayat aracılığıyla daha da büyüyor. Çalışmadan zaten yolun sonunu görmek elbette mümkün değil ama yıllarca antrenman yapan ve hayatını spora adayan insanların da hepsini olimpiyatlarda izleyemiyoruz mesela. Medyaya yansıyan “başarı” örneklerini gördükçe herkesin çok çalışırsa bir gün orada olabileceği yanılsamasına kapılmaya eğilimliyiz. Bunda, toplumsal bir varlık olan insanı salt bireysel varlığa indirgeyen söylemlerin etkisi büyük: “Çalışırsan ve istersen başaramayacağın şey yok!” Halbuki dünya eşitliğin ve adaletin hakim olduğu bir yer değil. Bu nedenle arada sırada sahici “başarısızlık” hikayeleri dinlemek gerçeklerle yüzleşmek adına hepimize iyi gelebilir. Dahası, herkesin bu dünyada bir iz bırakma arzusu olmayabilir, ama bunu gülünç bulanların sayısı çok. Artık toplumsal norma dönüşmüş başarının dar kalıplarına hapsolmadan yaşamak isteyen insanlar var, hep olacaklar. Toplumsal koşulların belirlediği hayatımızı yine de “başarı” ve “başarısızlık” ekseninde ele almak istiyorsak, günün sonunda “ne kadar çabalasam da olmayabilir” demenin rahatlatıcılığını kabullenmek insanın kendine yapabileceği en büyük güzelliklerden olabilir. Yaşanması gereken bir hayatımız var, “daha iyisi mümkün mü?” diye sormak da hepimize anlamlı bir yol sunabilir.
·
488 views
Faruk okurunun profil resmi
Bu yazıyı okumayan da, çok şey kaybedecektir...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.