Gönderi

Irkçılık Nefrettir Kibirden Kendisini Üstün Görmektir
IRKÇILIKLA BİRBİRİNE YABANİ VE DÜŞMANCA BAKMAK Irkçılık ve unsuriyet fikriyle ayrışma ve husumet konusuna temas eden Bediüzzaman, bunun bir felaket, düşmanlara yardım, müstemlekeleşmek/sömürgeleşmek gibi sonuçlar doğuracağını da şöyle açıklamaktadır: "Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felakettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki månen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur'ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur'ân'a dokunur. İslâmiyet ve Kur'ân'a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın te- mel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattır! Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyacı dâhilîsinden ileri geliyor. Teâvüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur." Bediüzzaman'ın yukarıdaki sözlerinde milliyet konusunda dikkat edilmesi gereken önemli noktalar vardır: islam milletleri birbirine muhtaç, mazlum, fakir ve ecnebi devletlerin tahakkümü, baskısı altında hürriyetlerini kaybetmişlerdir. Bu durumda Müslümanların birbirlerine düşmanca yaklaşımları büyük bir felakettir. Fikr-i milliyet o mü'min kardeşleri birbirine yabancılaştırıyor, birbirine düşmanlar haline getiriyorsa; elbette bu tür bir milliyetçilik anlayışı menfidir; ırkçılık tarifine uyar. Oysa müsbet milliyet anlayışı, yani "hamiyet-i İslamiye" anlamında bir vatanseverlik gönüllerde yer alsaydı; birbirine muhtaç İslam milletleri birbirlerine yardımcı olma yollarını arayacaklar, tesanütte ve teşrik-i mesaide bulunacaklardı. Hem, düşmanları tarafından kendilerine reva görülen zulmü kaldırmanın yollarına bakacaklardı. Çünkü Müslümanlığın gereği başkasına zulmetmemek ve zulme karşı ırkı, soyu, milliyeti ve kabilesi ne olursa olsun mü'min kardeşiyle bu konuda yardımlaşmaktır. Hadis-i şerifte belirtildiği üzere; mü'min mü'mine zulmetmez ve onu zulümde yardımsız bırakmaz. Ayrıca, İslam milletlerinin fakirliği de yardımlaşmayı gerektirir. Çünkü İslam zekât ve sadaka gibi yollarla etnik kökenine bakmadan yoksul ve fakir mü'minlere yardım etmeyi emrettiği gibi, Allah'a ve dinine ensar olma açısından da müminlerin, ırkı ve etnik durumu ne olursa olsun birbirlerine yardımını ister. Medineli ensar bunun ilk kendi ırkdaşlarından veya farklı ırklar ve örneğini göstermiş, kabilelerden olan mü'minlere kucak açmışlar, bir ayrımcılık yapmamışlardır. 3. Hem ecnebi tahakkümü ve sömürgesi haline gelmek de müminlerin ırkçı yaklaşımlarla birbirlerine yabani bakmasının, ırkları sebebiyle birbirlerini öteki, başkası' olarak görmesinin yanlışlığını ortaya koyar. Bir mü'min hiçbir zaman bir başkası için öteki ve başkası değildir. Mü'minler binlerce farklı açıdan birlikleri bulunduğu için birbirleri için ötekileştirilemezler. Onlar ayetin emriyle birr, yani büyük iyilikler ve hayırlar ve takvada yardımlaşması istenen kimselerdir. 4. İslam milletleri arasında meydana gelen bazı olumsuzluklar ve istenmeyen durumlar sineğin ısırması mesabesinde iken, doymak bilmez hırsıyla pençelerini açan Avrupa, büyük ejderhalar gibidir. Bu açıdan "Türkler filan zaman bize şu haksızlığı yaptı, Araplar bir zaman bize şu kötülüğü yaptı" gibi söylemlerle İslam milletlerini birbirine düşman etmek ve yabancılaştırmak, ejderhanın hücumunu nazara almayıp sineğin ısırmasına karşı odaklanmaya ve tedbir almaya benzer. Oysa yapılması gereken önce büyük tehlikeyi önlemek için harekete geçmek, ejderha tarafından yutulma tehlikesini önlemektir. 6.Türkler özelikle iki şeye karşı dikkatli olmalıdır: Irkçılık ve menfi milliyetle şark/doğu vilayetlerindeki vatandaşlara, yani Kürtlere düşmanlık beslememek ve cenup/güneydeki dindaşlara yani Araplara düşmanlıkla cephe almamak. Zaten İslam; ırkı ve milliyeti sebebiyle bir Müslüman'ın bir Müslüman'a düşmanlık beslemesini haram addeder. Bu yüzden aynı dine mensup Kürt'ün Türke düşmanlığına yol olmadığı gibi, Türkün de Kürde veya Araba karşı düşman olması mümkün değildir. Ona göre bu durumun "çok zararları ve mehaliki" vardır. Yani bu durum, karşılıklı olarak birbirine düşmanlık besleyen; ebedi kardeş milletlere ve büyük İslam milletine zararlar verdiği gibi, onları güçsüzleştirmeye, kötü sona ve yok olmaya götürür. Arapçada helak; ölüm, bir şeyin yok olması, cehenneme girmek gibi manalara gelirken; iyi halini değiştirerek zayıflama, bozulma ve fesat anlamlarına da gelir. Ayrıca helak; korku ve fakirlik anlamı da taşır. Mehleke; helak olmak, helak yeri ve helak zamanı demektir. Burada geçen mehálik, bunun çoğuludur. Şu halde mehálike; "yok olma, cehenneme girme, iyi halini kötüye değiştirme ve böylece zayıflama, güçsüzleşme ve bozulma" manalarını vermek mümkündür. Türk-Arap düşmanlığının veya Türk-Kürt düşmanlığının kötü ve tehlikeli sonuçları bunlar ocaktır. Diğer yandan Arap düşmanlığının bir başka tehlikesi daha vardır. Araplara adavet, onlar sebebiyle bize gelen İslamiyet'e ve Kur'an'a dokunur. Böylece Kur'an'a, ezana, Hz. Peygamber'e, Islam'a, sahabelere, Arapçaya, Arapça kökenli kelimelere, Arap ülkelerine ve benzerlerine düşmanlık başlar. Bediüzzaman Araplara ve Arap düşmanlığına temas eder- ken; Islamiyet, Arap ve Arapça düşmanlığından ve ırkçılıktan dolayı Kur'an'ı tercüme etmek isteyenler hakkında şu değerlendirmede bulunur: "Zaaf-ı imandan gelen ve menfi fikr-i milliyetten çıkan ve lisan-ı Arabiye karşı nefret ve zaaf-ı imandan tevellüd eden meyl-i tahrib säikasıyla [Kur'an'ı] tercüme edip Arabî aslını terk etmek, dini terk ettirmektir!" 7. Arapça olması Kur'an'ın değişmez bir vasfıdır, çünkü ayette "innå enzelnâke Kur'anen 'arabiyyen" buyrulur. Resulullah Arap olduğunu farklı açıklamalarla dile getirmiştir. Hatta Hz. Selman'a "tübğıdu'l-'arabe fe tubğıdunî [Araba buğz edince, bana buğz etmiş olursun]" buyurmuştur. Kur'an ve İslamiyet'e adavet ise, İslam açısından makbul bir milliyetçilik, hamiyet ve vatanperverlik değildir. Dår-ı İslamda, yani İslam yurdunda yaşayan bütün mü'min vatandaşların dünya ve ahiret hayatlarına düşmanlıktır. Bu mezmum yola girerek "İki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamakattır!..Müsbet milliyet, tüm mü'minlerin sevilmesini, yardımlaşmasını, dayanışmasını, dostluk üzere olmasını gerektirir.
·
1 plus 1
·
359 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.