Gönderi

İNSANI TANIMA SANATI = ALFRED ADLER
Çağdaş Psikolojinin üç büyük devinden biri ve bireysel psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatr Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı'yla, geniş bir okur kitlesine yöneliyor. Adler'in, bu yüzyılın başında, insanın ruhsal-fiziksel varlığına ve yaşamdaki sorunlarına ilişkin yaptığı saptamalar, aradan geçen bunca yıla karşın değerinden hiçbir şey yitirmeden anlamlılığını ve yol göstericilik işlevini koruyor. Adler'in bir dizi konferansından doğan bu yapıtın başlıca amacı, toplum içindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları bireylerin hatalı davranışlarından yola çıkarak anlamak, söz konusu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uymalarını sağlamaya çalışmak. Yapıt öte yandan, bireysel psikolojinin en temel ilkelerini ve bunların insanı tanımada taşıdığı değeri, ortak yaşamdaki ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki öneminin açıklama amacı taşıyor. Adler, yaşamın, çağımızda pek de göremediğimiz anlamını, gerçekten de bir sanatçı gibi ince ince işleyerek ortaya koyuyor. Avusturyalı psikiyatr, ‘bireysel psikoloji’ ekolünün kurucusu. 1895’te Viyana Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Pratisyen hekim olarak çalıştığı ilk doktorluk yıllarından başlayarak hastayı çevresiyle ilişkileri içerisinde ele almak gerektiğini vurguladı ve bireyle ilgili sorunlara yönelik insancıl, bütünselci ve organik bir yaklaşım geliştirdi. 1902’de Sigmund Freud ile tanıştı ve onun öğrencisi oldu. Ancak, bir süre sonra aralarındaki görüş ayrılıkları giderek keskinleşti ve Adler’in Organ Eksikliği Üzerine İnceleme adlı kitabının yayımlanmasından sonra uzlaşılamaz duruma geldi. 1911’de izleyicileriyle birlikte, Freud’u açıkça eleştirerek bireysel psikolojiyi geliştirmeye koyuldu.1921’de Viyana’da ilk çocuk rehberliği kliniğini kurdu. Kısa süre içerisinde onun yönetiminde 30 klinik daha açıldı. Toplumsal değerlerin sürdürülmesinde çocuk eğitimine çok önem veren Adler, çocuklara sağlıklı bir rehberlik hizmeti verilmesi gerektiğini ısrarla savundu. 1926’da ABD’ye gitti. 1927’de Columbia Üniversitesi’nde, 1932’de ise New York’taki Long Island Tıp Okulu’nda konuk profesör oldu. 1934’de Avusturya hükümetince, ülkedeki tüm klinikleri kapatıldı. Alfred Adler, ‘eksiklik duygusu’ terimini ilk kez ortaya atan psikiyatrdır. Eksiklik duygusu taşıyan, duygusal yönden sakatlanmış kişileri olgunluğa, sağduyuya ve toplumda yararlı olmaya yöneltecek, destekleyici ve esnek bir psikoterapi yöntemi geliştirmiştir. Adler’in çalışmalarına yön veren asıl itici güç, yaşamı boyunca toplumsal sorunlar karşısında gösterdiği duyarlılıktır. Bu kitap olabildiğince geniş bir okuyucu kitlesine bireysel psikolojinin sarsılmaz temel ilkelerini ve bunların insanı tanımadaki değerini, insanlarla kurulan ilişkilerdeki ve kişinin kendi yaşamını kurmadaki önemini açıklama amacını gütmektedir. Viyana’daki bir halkevinde, birkaç yüz kişilik bir dinleyici kitlesi önünde yıl boyu verilen konferanslardan doğup çıkan kitabın başlıca ödevi, toplum içindeki etkinliğimizin içerdiği kusurları bireylerin hatalı davranışından yola koyularak anlamak, bu hataları göz önüne sermek ve bireylerin toplum yaşamına daha iyi uymalarını sağlamaktır. Meslek yaşamında olsun, bilimsel çalışmalarda olsun içine düşülen hatalar kuşkusuz üzücü ve zararlı bir nitelik taşıyor. Eserde kişiler, kişiliğin özellikleri örneklerle işlenmektedir. Bu kitapta, ruhsal organın insanda doğuştan var olup, ruhsal ve bedensel bir fonksiyonu içeren bir özden kaynaklandığını, tamamen toplumsal koşullara bağlı geliştiğini, yani bir yandan organizmanın, diğer yandan toplumun gereksinimlerine yanıt verecek bir doğrultu izlediğini, ruhsal organın böyle bir çerçeve içinde oluştuğunu ve tutacağı yolun böyle bir çerçeve içinde bulunduğunu gördük. Ruhsal gelişimin daha sonraki evrelerini de inceleyerek algılama, tasarımlama ve anımsama gücünü, duyma ve düşünme yetisini gözden geçirdik, en sonunda karakter özellikleriyle duygu ve heyecanları ele aldık. Söz konusu bütün ruhsal dışavurumların birbiriyle ayrılmaz bir ilişki içinde bulunduğunu, bir yandan toplum yasasına bağlı olduğunu, öte yandan bireyin güçlülük ve üstünlük eğilimiyle kendine özgü bir yola kanalize edilip biçimlendirildiğini saptadık. İnsanın üstünlük amaçlarının toplumsallık duygusuyla birlikte belirli karakter özelliklerinin oluşumuna yol açtığını, dolayısıyla ilgili özelliklerin doğuştan gelmediklerini ve ruhsal gelişimin başından başlayıp insanın az ya da çok bilinçli olarak gözüne kestirdiği amaca kadar adeta belirli bir ilkeye göre sıralandıklarını gördük. İnsanın anlaşılmasında bizim için değerli köşe taşları oluşturan bu gibi karakter özellikleriyle duygu ve heyecanların bir bölümünü ayrıntılı biçimde ele aldık, bir bölümüne ise şöylece değindik. Son olarak da, güçlülük eğilimine uygunluk içinde hırs ve kendini beğenmişliğin her insanda depolanmış durumda olduğunu, dışavurum biçimlerinden söz konusu eğilimi ve etki mekanizmasını açık seçik görebileceğimizi saptadık. Özellikle açgözlülüğün gelişerek pek büyük boyutlara varmasının bireyin sağlıklı biçimde ilerlemesini köstekleyip toplumsallık duygusunu güçsüzleştirdiğini, hatta tümüyle ortadan kaldırdığını, sürekli müdahalelerde bulunarak toplum yaşamını bozucu etken rolü oynadığını, öte yandan bireyi ve bireysel çabayı başarısızlığa sürüklediğini gösterdik. Bizce, ruhsal gelişimin bu yasası yadsınamaz nitelik taşımakta ve karanlık duyguların kucağına yuvarlanmak istemeyip, kendi yazgısını kendisi belirlemeye çalışan herkes için alabildiğine önemli bir yol gösterici rolünü oynamaktadır. İşte bu verilerden yola koyularak, insanbilim alanındaki çalışmalarımızı sürdürmekteyiz; öyle bir bilim ki, genellikle pek üzerinde durulmamasına karşın, toplumun bütün kesimleri için bizce son derece önemli ve varlığı zorunlu bir uğraş konusu oluşturmaktadır.
·
26 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.