Gönderi

240 syf.
·
Puan vermedi
·
32 günde okudu
Bu bir aşk hikayesi demek romanın içeriğini eksiltmek olur. Çünkü roman aşk içeren bir kurguya sahip olmakla beraber yalnızca bir aşk hikayesi değil. Majör iki hikayeye sahip diyebiliriz. Evet aşk önemli bir yer tutuyor fakat aşk ile birlikte kurguda başka büyük bir hikaye daha var ve bu hikaye aşktan bile daha fazla ve kesif bir yer tutuyor kitapta. Aşk, kahramanımız için önemli olsa da aslında diğer hikaye olan varlığın sürekli sorgulanması hikayesi kahramanın varlığında daha büyük bir yer tutuyor. Öyle ki aşk da aslında diğer ana hikayeye hizmet eden, onu besleyen, ona dinamizm katan, onu mücessemleştiren, ana hikaye görünümündeki aynı zamanda yardımcı öğe görevi görüyor. Karakterin neredeyse her anında varlığı irdeleyen halleri var. Karakter ve roman fazlalıklardan arı bir yapıda seyrediyor mesela. Augusto, köpeği ile konuşurken bile varlığı sofistike bir yöntemle ele alma kabiliyetine sahip. Mesela şöyle der bir sahnede: "Kendini köpek sanan insanlar olduğu gibi kendini insan sanan köpekler de var mı?" Bu sorgu, varlığı zıt bir yöntemle ele alıp varlığı tepe taklak etmesine yarıyor. Böylece yeni bir varlık tasarımı oluşturup varlığa kimsenin bakmadığı bir vecheden bakma olanağı elde etmesine vesile oluyor. Augusto, tıpkı burada olduğu gibi fazlasıyla hipotetik düşünebilen biri. Aslında o, farz etmeler akışında yasayan biri. Her an farklı bir yaşam tasarısı sunuyor. Mesela şöyle der: "Dünya, Tanrı, nesneler gerçekten gerekli mi?" Burda, onu saran, onu var eden ve ona yaşamsal dayanaklar sunan temel varlıkların mevcut hallerine reddiye sunma var. Augusto, varlığın mevcut versiyonundan tatmin değil ve bu yüzden mevcut varlığa reddiye düzerken yeni varlık versiyonları kuruyor. Bir ipliğin argaçtan geçişine şahit olurken bile kendi mevcudiyetinin oluşumuna hasret çeker. Şöyle der: "Varlığımızın dokumasının üzerinde sarıldığı kasnak nerede?" kendi varlığının inşa edilmesine şahitlik etmek ister. Ve bunu elde edemediği için varoluşsal bir çıkmaza girer. İşte o çıkmazda çıkmazın kasnağında hiçliğe giden biri olarak kendini dokur. Çünkü Augusto hiçliğe rey vermiştir. Yani tercihini hiçlikten yana kullanmıştır. Varlığın bir topyekun olarak hiçliğe gitiğini düşünür. Bunu şurada ifade eder: " Böylece yazgımızın yumağını çöze çöze, bize hazırladığı bir sonsuzluk asla var olmadığı için, hiç ulaşamadan hiçliğe doğru yürüyerek gidiyor, gidiyoruz." işte Augusto böyle fikreder varlığa dair. Tam da hikayede aşkı ana hikayelerden biri haline getiren ayrıntılardan biri Augusto'nun aşık olduktan sonra aşk sayesinde ruhunun bir cismi olduğunu söylediği sahnedir. Augusto, aşk vesilesiyle ruhunu hissetmeye başlar. Başka dikkat çekmek istediğim yer şurası: Augusto, birçok kadını gördüğünde onlara da âşık olduğunu fark ediyor. Bunun neden böyle olduğunu sorguluyor. Arkadaşı Victor ona, onun soyuta âşık olduğunu söylüyor. Eugeina ile birlikte ise soyut olanın somuta dönüştüğünü söylüyor. Bir kadına değil de kadına âşık olduğunu söylüyor. Yani kadın varlığına âşık olduğunu söylüyor ona. Augusto ise neden böyle olduğunu anlayamıyor. Böyle olması onu rahatsız ediyor. Kendine dair şüpheye düşüyor. Gerçekten Eugeina'dan ziyade kadının estetik varlığına mı tutuldum diye kendinden şüphe eder. Fakat Augusto'nun buna rağmen tutunduğu bir şey var o da sırf Eugeina'nın Augusto'nun varlığındaki yaşam hücrelerini uyandırmasından dolayı Eugeina'ya şükran borçlu olduğunu düşünmesedir. Augusto, Eugeina sayesinde yaşamı daha canlı yaşadığını fark ediyor. Ve aslında kadınlara değil de bir kadına yani Eugeina'ya âşık olduğunu ispat edebilmek için bir mücadeleye girişiyor. Bu giriştiği mücadele, başkalarına kanıtlamaktan ziyade aslında öncelikle kendisini inandırmak için yaptığı bir şey oluyor. Kitap boyunca bize sunulan şey, ana karakterin acı çekişi oldu. Ana karakterin ruhu sürekli acı çekiyor. Bir histeri halinde daimi olarak acı çekiyor. Bir sara hastası gibi hummalı bir şekilde sürekli acı çekiyor. Bu karakter aracılığıyla söylemek istediğim bir şey var: Acı çeken bazı kişiler, acı çekmenin hazzına kapılırlar. Acı çekmenin hazzını yaşarlar. Bu karakter de tam öyle bana göre. Bazı kişiler mutsuzluktan beslenirler. Mutsuzluğun mutluluğunu yaşarlar. Augusto da tam öyledir işte. Yani ana karakter de tam öyle işte. Mutlu olmak istemez aslında. Var olmak ister. Çünkü varlığından şüphe eder. Bunda haklı mıdır? Yani kendinden şüphe etmede haklı mıdır? Evet haklıdır. Çünkü aslında yoktur. Çünkü var olmak için herhangi bir çabaya girmemesi bir yana dursun, var olmanın ne demek olduğunu da bilmez. Çünkü yaşamak yerine şımarıkça bir sorgulama hâline girer ve güya varlık üzerine düşünür. Şımarıkça diyorum. Neden biliyor musunuz? Sizce de var olduğunu bile hissetmeyen birinin varlık üzerine düşünmesi ahmakça ve küstahça ve de şımarıkça değil midir? Tam da burada Farabi'nin şu sözünü hatırlıyorum: " Var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?" İşte ana karakter olan Augusto'nun durumu da böyle. Kitap boyunca histerik, şımarık, aymaz birinin hezeyanlarını görüyoruz. Başka bir şey değil.
Sis
SisMiguel de Unamuno · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20234,896 okunma
·
36 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.