Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

176 syf.
·
Puan vermedi
Hüseyin Rahmi'nin kitaplarını okurken buruk bir gülümseme kaplıyor yüzümü. Anlatılan hikâyelerin trajikomikliğinin yanı sıra dünyadaki adaletsizliğin, kötülüğün, aç gözlülüğün, hainliğin sarıverdiği bu hayat sahnesinin nazarıdikkati çeken kahramanları da bütün çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor. Yaşadığı devrin her bir noktasını bütün ayrıntılarıyla ortaya koyarken okuyucuyu kıskıvrak yakalayan ve düşünmeye sevk eden Gürpınar, Türk edebiyatının en velut kalemlerinden biri. Hakka Sığındık, yoksulluk ve zenginlik arasındaki köprü üzerinde yürümeye çalışan insanoğlunun çetin bir imtihandan geçerkenki hâlini ortaya koyan bir roman. İspanyol nezlesinin insanları birer birer yeryüzü sahnesinden sildiği günlerde, fakirlikten sokaktaki kırıntıları yemek için aç hayvanlar gibi çamurlarda debelenen insanların karşısında, hiçbir şeyden etkilenmeyen, evi ocağı sanki cennet nimetleriyle dolup taşmış, açlığı ömrünce tatmamış, cebini doldurmaya karnını doyurmaktan daha çok önem vermiş Hacı Ferhat Efendi ve Hafız İshak Efendi namındaki kişiler tezâhür ediyor. Birilerine yaranmak adına kendi vicdanını yitirmeyi göze alan kişilerin, etraflarındaki felaketlerden habersizce yaşamasını olağan karşılamak mümkün değil elbette. Böyle insanlar bir adım ötesindeki ihtiyaç sahibine kibirlerinden dolayı yanaşamazlar bile. Hüseyin Rahmi, mutlakiyette de meşrutiyette de çalanın çırpanın eksik olmadığını ne güzel ifade eder: "Hürriyet, müsavat, uhuvvet diye herkesin ağzına birer parmak bal çaldılar. Meşrutiyet lafzıyla böyle eğlenmek için mi? Bizde taayyüşün kaide-i esasisi: Evvela çatmak, sonra çalmaktır. Mutlakiyette de budur, meşrutiyette de. Çatılacak makama çatamayan, sıraya girip de çalamayan aç kalır." Gürpınar roman boyunca bizi bu konular hakkında düşünmeye sevk eder. Öyle ki bir meczubun, hacının, polisin, kadının, erkeğin herkesin ağzında hak, hukuk, adalet sözleri vardır lakin konu hareket etmeye geldiğinde hiç kimsenin kılı bile kıpırdamaz. Gelelim romanımıza: Bir gün Hafız İshak Efendi telaşla çok sevdiği dostu ve komşusu olan Hacı Ferhat Efendi'nin konağına gelerek tehditvari bir mektup aldığını, eğer gereken meblağı Abdal Veli Hazretleri'ne götürmezse aile efradından pek çok kişinin ispanyol nezlesi yüzünden öleceği haberini aldığını söyler. Bu durum karşısında şaşkına dönen Hacı Ferhat arkadaşına biraz beklemesini ve istenen parayı göndermemesini salık verir. Bu tavsiyeye uyan Hafız İshak'ın torunu, oğlu ve gelini ölüverir. Önceden büyük bir neşeyle inleyen konak, şimdi büyük bir yasla titremektedir. Bu olay üzerine Hafız ve Hacı, Abdal Veli'nin kerametinden şüphe ettiklerinden dolayı pişman olurlar. Birkaç gün sonra benzer bir mektup da Hacı Ferhat'a gönderilecektir. Arkadaşının kaybını gören Hacı Ferhat, Hafız'ın da şiddetli tavsiyesine uyarak kendisinden istenen parayı Abdal Veli'ye göndermeye ikna olur ve bunun için Hacı Hurşit namındaki arkadaşından yardım alır. Elinden tespih düşmeyen, dilinden zikir eksik olmayan Hurşit, arabacı Osman ve hizmetkâr Fettah ile yola düşer. Bundan sonrası âdeta bir komedi gibidir. Abdal Veli'ye gereken meblağı vermek için gittikleri yerde, oradan geçmekte olan hırsızlar tarafından soyulup soğana çevrilen bu üçlü, soğuktan donma derecesine gelirler. Hacı Hurşit'i nöbetleşerek sırtlayan Osman ve Fettah, Hacı Ferhat'ın hanesine dönmeyi başarır ve başlarından geçen her şeyi anlatırlar. Bu sırada neler olup bittiğini anlamaya çalışan Methi Bey -ki kendisi Hacı Ferhat'ın damadıdır- bir polise müracaat eder ve olayların detaylıca araştırılmasını ister. Komiser Şinasi'nin de dahil olduğu bu olaylar silsilesinin aslında ne kadar kurnazca işlenen bir durum olduğu anlaşılır. (Bundan sonra teferruata gireceğimden kitabı henüz okumayanlar yazıyı yarıda kesebilir.) Şinasi, olayı çözmek için uğraştığı sıralarda yanına bir zat gelir. Bu kişi polisin Abdal Veli olayında aradığı kişidir ve kendisini baştan sona dinlemesi şartıyla adalete teslim olacağını söyler. Bu kişi muharrir Nüzhet Ulvi'dir. Bu olaya niçin bulaştığını başından sonuna kadar anlatır. Evli ve iki çocuk babası olan Nüzhet Ulvi, maddi sıkıntıya düştüğü bir zamanda çok sevdiği arkadaşı Sefer Efendi'nin vefat ettiğini öğrenir. Sefer Efendi'nin geride bıraktığı üç çocuğu vardır ve anneleri de vefat edince dilencilik yapmak zorunda kalan bu yavrucaklar, Nüzhet Ulvi'nin himayesine girerler. Dilencilik eden Nuriye, Huriye ve Mustafa hiç hoş olmayan yollara dûçâr olur. Yazar bu kısımları öyle anlatır ki muhtaca el uzatmayan her kişinin kendi vicdanını ve insanlığını sorgulaması gerekir. Velhasılıkelam, kardeşleri Mustafa'yı açlık ve sefaletten kaybeden Nuriye ve Huriye'yi kendi evlatlarından ayırmadan yanına alan Nüzhet Ulvi, bu iki zavallı kızı eşiyle birlikte koruyup kollar ve Abdal Veli olayını ortaya atarak Hacı Ferhat ve Hafız İshak'ı soymaya karar verir. Zira ona göre zenginlerin boğazından geçen her lokma aslında garibanların hakkıdır. Vefat edenlerin Nüzhet Ulvi'den kaynaklı olmadığını anladığımız romanın sonunda, komiser Şinasi kendi vicdanı ve kanunlar arasında kalarak görevinden istifade eder. Hüseyin Rahmi'nin güldürü unsurunu hemen her romanında kullanarak büyük dersler verdiği ve aslında ağlanacak hâlimize güldüğümüz vakaların bu eserde de karşımıza çıktığını görüyoruz. Zalimin zulmunü arttırıp, yoksulun süründüğü günümüz dünyasında hiçbir şeyin değişmediğini anlıyoruz. Batıl inançlarla kendini güç duruma düşüren, aklını ve fikrini doğruluğa sevk edemeyen insanların can çekişmekte olduğunu bilsek de bu durumdan kurtulamayacak oluşumuz gerçeğiyle cebelleşiyoruz. Herkese iyi okumalar dilerim.
Hakka Sığındık
Hakka SığındıkHüseyin Rahmi Gürpınar · Can Yayınları · 20211,450 okunma
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.