Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Halikarnas Balıkçısı- Babasını neden,nasıl öldürdü?
Not: 2. fotoğraf Şakir Paşa ailesidir. Cevat Şakir'in Oxford'a okumaya gidip disiplin sorunları nedeniyle, İstanbul'a dönmesi babasıyla yaşadığı çatışmayı had safhaya ulaştırmıştı. Bu yüzden Cevat, hem babasından uzaklaşmak hem de sevdiği işi yapmak arzusuyla Roma'ya gitmiş ve Güzel Sanatlar Akademisi'ne kaydolmuştu. Bu yıllarda Cevat, Kabaağaçlızâdeler için bir yıkım sebebi olacak olan evliliğini yapmıştı. Cevat Şakir, İtalyan bir model olan Agnesia Kafiera'yla birlikte 1912 yılında İstanbul'a babasının yanına geri döndü, üstelik eşi hamileydi. Şakir Paşa'nın bu sıralarda oğlu Cevat'tan daha büyük problemleri bulunuyordu. Paşa'nın Selanik'te yaptığı yatırımlar savaş sebebiyle sekteye uğramış ve aile büyük bir ekonomik sıkıntının eşiğine gelmişti. Şakir Paşa, maddi durumunu düzeltene kadar ailesini yanına alarak Afyon'daki çiftliğe yerleşti; fakat burada Cevat ile arasındaki şiddetli geçimsizlik çok daha büyük boyutlara ulaşmıştı. Cevat Şakir, dönemin gazetelerinin aktardığı bilgiye göre korkunç bir planla babası eski Büyükelçi Şakir Paşa'yı öldürecekti. Cevat, eczaneden aldığı ilaçla bir gece tüm ev ahalisinin uykusunun ağırlaşmasını sağladı. Ardından Babası Şakir Paşa'nın odasına geldi, önce babasının kapısında sürekli bulunan köpeği etkisiz hale getirdi. Sonrasında Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın hayatını bütünüyle değiştirecek cinayeti işledi. Babası Şakir Paşa'yı tek kurşunla vurarak öldürmüştü. Cinayete ilişkin iddialar Herkes Cevat'ın bu suçu para için işlediğini düşünürken Murat Bardakçı, bambaşka bir iddia ortaya atıyordu. Buna göre cinayetin asıl nedeni Agnesia Kafiera'ydı: Belki şeytanın dürtmesiyle ama ciddi şekilde çekinerek 'Merhum pederinizin o hadisesinde asıl sebep ne idi?' diye sormuştum. 'Aniesi...'demişti sadece... İşte bu yüzden cinayetin gerisinde Paşa ile gelini arasındaki yasak ilişkinin yattığını rahatça yazıyor ama bana bunu söyleyen o kişinin zarif hatırasına hürmeten anlattıklarının ayrıntılarına girmiyorum. Bu, temelsiz bir dayanağa sahip iddia kenara bırakıldığında Cevat Şakir, Azra Erhat'a yazdığı mektupta olay gecesini şu sözlerle anlatacaktı: Gelgelelim hakikate, yani bana. Çocukluktan çıkmağa başlar başlamaz, bende bir isyan belirdi. İlk önce müteessir olurdum, sonra rebellion. Bu isyanlar muhtelif konular üzerinde olurdu. Bir İmajla anlatayım. Al bir demir çubuk, 'Ben kuvvetliyim!' denirdi bana ve iki eliyle tutunca demir çubuğu bükerlerdi. Ben de, 'Ben de kuvvetliyim!' derdim -çünkü dayanamazdım demir çubuğu tutunca açar ve gene dümdüz ederdim. Yalnız bu meselede demir çubuk ben idim. Gelelim fatal geceye. Sürgün'de bir cümle vardır, Zekeriya hakkında. İnsan hayatında yolların ayrıldığı bir noktaya gelir. Bir yolda giderse Lucifer olur, şeytan olur insan, öteki yoldan giderse melek, evliya ve martyre olur. Amma yolun sağında veya solunda gitmeği seçmek tamamen iradenizde olmayabilir. Bir çöp, terazinin bir kefesine ağır basabilir. Bu cümlem, büyük bir tecrübenin neticesidir. Eh camım canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etdi. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak -amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudumona doğru, nişan almadan, ateş ettim. Bizzat Cevat Şakir'in kendisinden öğrendiğimiz üzere o 'fatal gece'de yaşananlar çarpık bir ilişkiden ziyade bir baba oğulun şiddetli geçimsizliğine dayanıyordu. Cevat'ın olaydan sonra aktardıklarından da olayın bir yasak ilişkiden ziyade yıllara dayanan bir geçimsizliğin eseri olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor: Hapishanede gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş diye sevinirdim, hapishanede olduğum halde. Yani ondan [çocukluk günlerini ve babasıyla olan münasebetlerini kastediyor] kurtulduğuma sevinirdim. Bu sözlere rağmen Cevat, babasını istemeden öldürdüğünü ve bundan pişmanlık duyduğunu yine kendisinden öğreniyoruz: İnsanlara saygım babamla başlar. Bir 'expérience'ın gerçeğini anlatırken, isyanlara sebep olan çirkin sözler vardır. O adam ortada yok. Hem de feci tarafı, ben istemeyerek, onun ortadan yok olmasına sebep olmuşum. Ortada yok ki kendisini bana karşı müdafaa etsin be yahu! Ben istemeyerek onun ortada yokluğuna sebep olduktan başka, şimdi de onun daha fena bir yokluğa uğramasına mı sebep olayım? Cevat'ın babası Şakir Paşa ile yaşadığı çatışmayı ve ilişkinin temel dinamiklerindeki yanlışlığı Şakir Paşa'nın torunu ve Halikarnas Balıkçısı'nın oğlu Sina Kabaağaç şöyle tespit edecekti: Şakir Paşa, doğmasıyla birlikte oğlunu Batı kültürüne adarken, bir anlamda oğluyla birlikte kendi kaderini de kendi eliyle belirlemiş olduğundan doğal ki habersizdi. (…) Başka bir toprağa ektiği tohum, burada filizlendikten ve üstelik kökleşip dal budak saldıktan sonra, onu bir dereceye kadar Batılaşmış da olsa, geleneksel Osmanlı ailesine özgü bir yaşam biçimine aktarmak istemesi ve bunda kesin kararlığıydı. Batı'nın Rönesans'tan beri geleneği olmuş özgür düşünce biçimi ve Antik dönemden başlayan düşünce tarihiyle beslenerek gelişmiş bu Batı bitkisini, resimleri, notaları, kalemleri, ilkeleri ve ağır İngiliz edebiyatıyla hangi Osmanlı saksısına yerleştirebilir, sığdırabilirsin? Bu bitki ortamsız kaldığı bu saksıda ya bir gül gibi solar gider ya da saksısını patlatır. Cevat Şakir, 15 yıl kürek cezasına mahkûm olarak hapse atıldı. İttihat ve Terakki'nin iktidarı kaybetmesiyle işbaşına gelen Damat Ferit Paşa hükümeti genel af ilan etti; ama henüz cezası kesinleşmeyen Cevat hapisten çıkamadı. Hapishanede ciddi sağlık sorunları baş gösteren Cevat, kendisinin de affedilmesi için Ferit Paşa'ya mektup yazarak merhametine sığındığını belirtti. Uzun süren bürokratik uğraşların sonunda Sultan Vahdettin, Cevat Şakir'in de affedilmesini emretti. 16 Ekim 1920 yılında hapisten çıkan Halikarnas Balıkçısı, kendisini işgal altındaki bir şehirde ciddi maddi sıkıntıların içerisinde buldu. Ailesi ve dostları baba katili Cevat'a sırt dönmüş, İstanbul'da bir başına kalmıştı. Cevat Şakir, bu süreçte bir dergâha sığınır olmuş ve namaz kılarak ruhunu arındırmaya çalışıyordu: Şehrin camilerinde namaz kılmak hoşuma giderdi. Üsküdar'da Şemsipaşa Camiinde, işgal edilmiş şehirden bir uzaklık duyardım. Akşam namazı için Karacaahmet'te, Marmara'ya bakan bir camiyi seçerdim. Batan güneşin kopardığı görkemli renk kıyametinin kıpkızıl angısı göklerde hâlâ inlerken orada akşam namazı kılmaktan çok hoşlanırdım. Karacaahmet'in servileri arkamızda ve yanlarımızda ateş sütunları gibi dikilirlerdi. (Halikarnas Balıkçısı) Cevat Şakir kendisini toparladıktan sonra İtalyan eşi Agnesia'yı ve ondan doğan kızını bulmak için Avrupa'ya gitmiş ve burada bir İspanyol kadına âşık olmuştu. Bu ilişkiden de bir oğlu olmuştu. Bu evlilik hakkında yeterli malumat bulunmasa da Cevat'ın İspanya'daki oğlunun iç savaşta öldüğü biliniyor. İstanbul'a dönen Cevat bu kez dayısının kızı Hamdiye Hanım ile evlenmişti. Bu evlilikten sonra hayatını biraz yoluna koyan Cevat, çeşitli gazetelerde hikâyeler yazmaya başlamıştı. 1925 senesinde yazdığı "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" isimli hikâyesi sebebiyle tekrar tutuklanmış ve İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Ankara'ya getirilmişti. Hikâyesinde idama mahkûm edilen asker kaçaklarını birer kahraman olarak resmetmesi tepkilere neden olan Cevat Şakir, İstiklal Mahkemesi'nde yargılaması başlamıştı. İdamla yargılanan Cevat'a kader bir fırsat daha vermiş ve cezası Bodrum'a kalebent olarak gönderilmesiyle neticelenmişti. Üstelik Mahkeme reisi gaddarlığı ile bilinen Ali Çetinkaya'ydı. Cevat Şakir ve Kel Ali ile arasında geçen bir diyaloğu diğer mahkûm Zekeriya Sertel şöyle aktaracaktı: Nihayet mahkemeye çıktık. İkimizin de maneviyatı bozuktu. Ben Cevat'a arkadaşımın getirdiği kötü haberi söylememiştim. Fakat o, Mahkeme Başkanının kendisini tanımasından korkuyordu. Önce beni sorguya çektiler. Mahkeme Başkanı Kel Ali sonra Cevat'ı kaldırdı: Adınız? -Cevat. -Babanızın adı? -Şakir. -Kel Ali bir an durakladı: Efendim? Cevat Şakir mi? -Evet. -Yani şu Afyon hikâyesinin kahramanı Cevat mı? Cevat sendeledi ve bir külçe halinde sandalyeye çöküverdi. Korktuğu başına gelmişti. Kel Ali onu tanımıştı. Mahkeme Başkanı birdenbire sinirlendi, elini bana uzatarak: -Beraber çalışacak başka arkadaş bulamadın mı? Çıkın dışarı! diye bağırdı. Belki de Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın hayatına dair en sıra dışı muamma İstiklal Mahkemesinden, hele ki Ali Çetinkaya gibi bir hâkimin elinden, nasıl kurtulduğuydu. Türk edebiyatının büyük ismi Cevat Şakir Kabaağaçlı 13 Ekim 1973 senesinde hayatına gözlerini yumdu. Yaşamı boyunca baba katili yaftasını boynunda taşıyan Halikarnas Balıkçısı'nın güçlü kalemini belki de en güzel anlatan kişi Hasan Hüseyin Korkmazgil'di. Korkmazgil, Cevat Şakir'in kaleminin gücünü şu sözlerle dile getirecekti: Bana tarihi sen sevdirdin ustam! Bana yurdumu sen sevdirdin! Bana kendimi sen sevdirdin! Ah, n'olurdu, seni doya doya okuyabilmek, senin sesinle konuşabilmek için, lise yaşlarımda, okul yaşlarımda olsaydım! Gücüm yetse de, yetkim olsa da, senin bütün yazdıklarını okullarda okutsam! Diploma alacakları önce senden sınava çeksem! Bağışla beni, koca usta: 1971'lerde kulak verememiştim Anadolu'nun Sesi'ne. (…) Ah, n'olurdu, 1970'lerde, 1974'lerde dinlemiş olsaydım!
1 artı 1'leme
·
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.