Gönderi

254 syf.
·
Not rated
Geleneğin Lütfunu Yakalamak
Geleneğin Lütfunu Yakalamak ✿ ✿ ✿ Geleneksel bilim ve ezelî hikmet duyuş ve algısı icabıyla unutulmuş ve yitirilmiştir. Modern çağın bilimcilik ve pozitivizmi totaliter iddia ve yayılmacılığı tüm bilgiyi tekeline almıştır. Fiziksel gerçeklik ile epistemolojik ve metodolojik boyut çerçevesinde bilimcilik ve pozitivizmi totaliterine karşı durma ve alternatif geliştirme meşru müdafaası vardır. İslâm tefekkür geleneğinin özünün bağrında beslenmiş geleneksel bilim ile ezelî hikmet, din dışı olan seküler bilim hegemonyasına maddi ve manevî değerlerin kurtarılmasına ve öz mayasına kavuşturma ihtiyacı vardır. Metafizik ilkelerin ve kutsal ilimlerin ışığı altında geleneksel medeniyetlerin karakter yapıları ışığında Seyyid Hüseyin Nasr; “Kutsal Bilim (Sacred Science – Scientia Sacra)” formuyla metafizik ilkelerin makrokozmos (âlem-i kebir) ve mikrokozmosa (âlem-i sağir) doğal ve beşerî âlemlere uygulaması cihetiyle insan ruhu, sanatı, düşüncesi ve beşerî topluluğu açıklamaya çalışmaktadır. Kozmolojik ve metafizik anlamlar ışığında kutsal ilimler etüdleri, Batı’nın çağdaş bilimcilik ve pozitivizmi hegemonyasına karşı “Bir Kutsal Bilim İhtiyacı” zorunluluğunu getirmiştir. Kutsal bilime metafizik bir temel, İlâhî Stratosferin birliği ve beşerî atmosferin çeşitliliği, Geleneksel ve modern ile son olarak Kutsal Bilim ve modern açmak konu başlıklarıyla “Bir Kutsal Bilim İhtiyacı” kitabı dört kısım, on bir başlıktan oluşmaktadır. Kutsal Bilim’in belirli veçhelerini açıklamaya matuf olan bu kitap; Çin’den Batı’ya kadar birçok manevî, fikrî gelenek ve medeniyet çerçevesinde kutsal ilimleri ele almaktadır. İslâm, tamamen Allah'ın (c.c.) birliği öğretisine dayanan bir dindir. Metafizikte O, Tek Mümkündür. Kur'ân-ı Kerîm de “Allah Kadir-i Mutlak’tır.” Başka bir ayette: “Her şeyin melekûtu O'nun elindedir.” Başka bir ifadeyle her şeyin gerçek varlığı İlâhî Öz’de mevcuttur. İslâm tefekkür geleneği tevhid kaidelerinin harmanlanmış vecheleriyle başlar. Bu bağlamda metafizik ilkelerin ve kutsal ilimlerin ışığı bir parıltısı arayışı olan “Kutsal Bilim” “Gerçeklik olarak Allah (c.c.) hakikatinin idrak direnci göstermesiyle başlar. Bu kaide çerçevesiyle Nasr, “Allah (c.c.) Gerçektir” kitabin ilk başlığıyla İslâmî hikmet potansiyelini göstermeye çalışmakta. Allah'ı Gerçeklik olarak gören bir öğretiyi bilgi imkânı sorununu gözden geçirilerek geleneksel hikmetin Kutsal Bilim direnciyle aklî perspektifi metafizik ile beraber yeniden eski konumuna getirmek gerektiğini, Nasr ifade eder. İslâmî Hikmet, modern insanın Allah'ın bir Gerçeklik olarak ‘İlâhî Birlik’ öğretisiyle aklî boyutunun Allah'ın mutlaklığı ve aşkınlığı öğretisiyle bunu mümkün hale getirmiştir. Mutlak, Sonsuz ve Mükemmel olan Allah'ın metafiziksel bir öğretisine bu başlığın temel hedefiyle; yeryüzü hayatının beşer tarihindeki yerini alan ilk Kelâm'ın son yansıması olan İslâm; edebî olan İlâhî Birlik, insanı mutlaklık, sonsuzluk, sonsuz iyilik ve merhamet olan Gerçekliğe şahitlik etmek olan o ebedî vazifesine çağırmaktadır. İslâm tefekkür hareketi beden ile zihne yoğun olarak akan hakikat, ibadet ve fazilettir. Benlik Nuru, insanın kendi Benliğine dönüşmesi ve gerçek doğasına kavuşması hedefi İslâm tefekküründe hem kozmik yönü hem de toplumsal yönüyle bir süreci getirir. İslâm tefekküründe geleneksel nefs ilmi, ‘Benlik sevgisi’ni getirir; fakat bu, onun bencilliğini göstermez; en derin anlamıyla tek benlik olan diğer benlikler in sevgisini zorunlu kılar. Nefsin olgunlaşması ve Benliğe doğru yürümesi İslâmî tefekkür geleneğini iç boyutlarını Nasr, “Kutsal Ruhbilimin Rolü” çerçevesinde; Ezelî ve Ebedî olan Nihaî Öz'e -ki bu, Aşkın ve İçkin Gerçeklik olan Allah’tan başka bir şey değildir- kadar varan birçok öznel gerçeklik ya da bilinç düzeyleri, benlik katmanları mevcuttur. İnsanın, bilincin merkezini, farkında olmayı yaygınlaştırması yoluyla Nihaî Gerçekliğe ulaşması için kozmik perde nedeniyle ayrı ve nesnel varlık olarak görünen Benliğin çeşitliliğini ve tecellilerini şeffaf hale getiren tekvin sürecini tersine çevirme durumunu ve bunun ‘Nihai Benlik’ seviyesine erişmesini bu başlıkta Nasr anlatmakta. Aşağı benliğin kurban edilmesiyle ‘Nihai Benlik’ içsel sonsuzluğu açısından her türlü belirlenim ve kozmik kutuplaşma seviyesi üzerinde durmakta. Kendi kendinin farkında olma Nihaî Benliğe ancak evrensel anlamdaki vahiyden başka bir şey olmayan İlâhî Akıl’dan gelen mesajın yardımıyla ulaşılabilir. Ruh'un beşerî benlik düzeyine inme durumunu Nasr, anlatarak Benliğin Benliğe doğru kendi kendisinin farkında olması durumunu Allah'a gitmek yani kutsal olanla mümkün olacağını anlatmaktadır. İslâm tefekkür entellektüel çerçevesinde ebediyet ve zaman ilişkisi derin ve geniş bir ufuk ve algı halveti üzerinde gelişmiştir. Ebediyet mefhumu, İlâhî Sonsuzluk ile bütün haşmet ve şiddetiyle İlâhî İlke’nin aşkın (müteal) veçhesine işaret eder; buna karşılık Ebediyet’i tamamlayan, Allah'ın (c.c.) her yerde ve zamanda bulunma sıfatı güzellik ve merhamet nitelikleriyle İçkin Olan ile alâkalıdır. Ebedî Nîzam, kozmik ve tarihsel çevrimleri karakterize eden zamanın uzun geçmişi fani dünyanın Ebedî Olan'dan müstakil olduğu görüntüsü vermesi; normal fizik kanunları, zaman ile Ebediyet arasındaki bağ, mucize meselesindeki değişimin yönlerini Nasr, ele almakta. Bunun mucize meselesi yanında Geleneksel sanatın kalbindeki dinin temel ibadetlerini ve sembollerini irdelemektedir. Bu başlığın temel mesajının bir tanesi de manevî insan’ın ebediyet ve zamanın içinde Ebedî Nizam'dan haberdar olmasıyla geldiği yer olan Ezel ve gideceği yer olan Ebed’ten haberdar olmasıdır. Evet, manevî insan, Ezel ve Ebed arasında zaman içinde bekleyen bir varlıktır. Zaman nehrine atılmış bir varlık olmasına rağmen manevî insan, ölümsüzlük için yaratıldığının farkındadır. Ayrıca Nasr, manevî insanın içinde yaşanılan anı kavramlarıyla onda yaşaması ve ‘kalp gözünün’ yardımıyla kozmik perde ‘maya’ya nüfuz etmek ve böylece Ebedî olan gerçekliği bilip yaşamak olduğunun, altını çizer. Modern insanın ruhsal tecellileri konusuna değinen ancak üzerinde kısa duran Nasr, hakikat ve yanılgı olan düşünceleri irdeleyerek değerli kriterlerde bulunur. Hakikâtın bir olmasına rağmen birçok yorumun olması, kutsal formların çokluğu ve bunların dünyevileşmiş insanlarca reddedilmesi bu meselenin bir başlık altında anlatılmasını gerekli hale getirdi. Modern insanın dünyevîleşme sürecinin tam bir bilinci ve eleştirel bir değerlendirmesiyle; tüm belirsizlik ve yetersizlikleriyle beşer ruhunu övmek ve geleneksel insan mefhumunu, insanı yeryüzünde tecellisi olduğu İlâhî Numune’sinden ayıran biriyle değiştirmek suretiyle daimi olarak Ruh âleminin gerçekliğini yıkmaya çalışmıştır. Gelenekçi Okulun dinlerin farklı vecheleri, kutsal formların çeşitliliği ve mukayeseli dinler tarihi alanındaki yaklaşımını Nasr, “Ezelî Hikmet ve Din İlimi” başlığında ele alarak bundan önceki başlıkla tamamlamaktadır. İnsanlığın ortak miraslarından biri olan ‘Geleneksel Bilimler’ insanlığın ilk medeni seviyesini biriktirdiği Mezopotamya, Mısırdan Aztek ve Mayalara kadar neşv ü nema bulmuş milyonlarca yıldır kendi fikrî ve manevî kalelerinde üretip büyüttükleri geleneksel kültürleri ve kutsal bilimleri insanlık, dini inançlarla yaşamışlardır. Kozmoloji, tıp, psikoloji, fizik, mimari ve manevî inanç gibi birçok konuda Doğu ve Batı medeniyetlerinin durumu ve ilişkileri bazında Nasr, “Batı Bilimi ve Asya Kültürleri” başlığında son üç asrın gidişatını ele almakta. Semanın istikametini yitiren modern insan, çoğunlukla Güneş’i bir kuyunun dibinde aradığını vurgulayan Nasr, Birlik fikrini unutmuş olan Batılı adamın kendini kurtarmak için onu yeniden keşfetmeye çalıştığı bir dönemden ayrıntısıyla irdelemektedir. Dinlerin manevî inançları bağlamında özelinde ise İslâm manevî geleneği bazında Nasr, “Geleneksel Bilimler” başlığında tarihin sürecinde ve modern dünyanın geldiği son noktada manevî ilimleri anlatmakta. Metafizik ilkelerin uygulamaları, hayatın ve bilginin her yönünü geleneğin merkezine bağlamaktadır. Semavî hakikatleri yansıtan semboller haline getiren canlı bir maneviyatın nurunu Nasr, tarihsel deneyim içinde örneklerle zikredip anlatırken modern dünyada ise maneviyatın nurundan koptukları için aynı vazifeyi yerine getiremediklerini anlatmaktadır. Tefekkürî ruhu besleyen ve insanın kâinatının Allah'ın Güzelliğini yansıtan bir nur aynasına dayanmasıyla insanın ölümsüzlük ruhunu besler ve ancak Allah’a yönelmesiyle insan olabildiği kendindeki o İlâhî Nur'un farkına varmasını sağlar. Bu manevî faydalar bağlamında Geleneksel ilimlerin en yüksek işlevi, daima aklın ve algı araçlarının, dünyayı ve bütün varoluş düzeylerin her şeyin Allah'tan çıktığı ve yine her şeyin Allah'a döndüğü Sevgili’nin yüzünü yansıtan aynalar hükmündeki simgeler olarak görmesine yardım etmek olmuştur. Kainat ve tabiat varlık ile işlevi icabıyla insanın maddi ve manevî dünyasıyla iç içedir. Bunun içindir ki bu etkileşim ilişkisinin hassasiyetlerini keşfetmek ve inşa etmek elzemdir. Kainat ve tabiatın güzelliği, İlâhî güzelliğin doğrudan bir yansımasıdır. Tabiatın manevî mesajı, sadece onun form, hareket ve niteliklerinin güzelliğinden ibaret olmayıp çeşitli İlâhî Niteliklerin doğrudan yansımaları olan simgelerde, formlardadır. Kainat kitabını okumak, Allah'ın (c.c.) yaratıcı gücüyle kozmik varoluşun levhalarına kazıdığı kutsal bir dilin harfleri ve kelimeleri hükmündedir. İslâm tefekkür geleneği çerçevesinde tabiatın İlâhî Kaynaklı olan form, simge ve cevherlerle ilişkisi bir bilime dayanmaktadır; manevî ve tefekkürî insanı tasvir niteliğinde Nasr, “Tabiatın Manevî Ehemmiyeti” başlığında inceler. Kitabın son kısmı çevre krizine İslâmî bir bakış açısı, maddî tekâmül yoluyla ilerleme olan geleneksel bir tenkid ve Hans Küng’ün teolojik modernizmi hakkında yazısıyla kitap tamamlanır. Çevre bunalımının getirdiği krizlere karşı Nasr, Ruh ile tabiatı arasındaki bağı yeniden ortaya çıkartmak ve Sani-i Zülcalâl’in eserlerindeki kutsal vasfın bilincine bir kez daha varmak suretiyle korunabileceğini ifade etmekte. Kutsal Bilim’in yeniden keşfedilmesine, kutsal ilimlerin sahih (otantik) formlarının yetiştirilmesine, anlaşılmasına ve tecrübe edilmesine ihtiyaç vardır. Kutsal Bilim geleneğinin tamamen yeniden dirilişi ve içlerindeki seslerin Mutlak’ın ve Mutlak’ın ışığında göreceli olanın bilgisinin aramaya çağırdığı insanların fikrî ve manevî iyiliği için zorunludur. İslâm tefekkür geleneğinin özünün tarihsel deneyim içinde yaşamış Kutsal Bilim tekrar ihtiyacı vardır. Fars havzasının yetiştirdiği âlim Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm tefekkür entellektüel algı ve ufkunun derin ve geniş bir halveti üzerinde geliştirdiği “Bir Kutsal Bilim İhtiyacı” kitabında âlem-i şehadet ile alâkalı olan bir kutsal bilim yeniden formüle edilmesi üzerine kapsamlı durmaktadır. Kitabın Küny3si: Seyyid Hüseyin Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, çev. Şahabettin Yalçın, İnsan Yayınları, Nasr Kitaplığı-10, 4. Baskı 2019, 254 sayfa. Yunus Özdemir
Bir Kutsal Bilim İhtiyacı
Bir Kutsal Bilim İhtiyacıSeyyid Hüseyin Nasr · İnsan Yayınları · 201921 okunma
·
146 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.