Gönderi

Senin de Hayat (Deneme)
Kim sevse titrek yelkenli gemilerle geri dönüyor. Önce tuzlu sularla yüzler yıkanıyor ve sefer sırasında uğradıkları haksızlık limanlarını bir bir anlatmaya koyuluyor şaşkınlar.Çoğunun hikayesi aynı, herkes terkedilen...Herkes bir miktar haksızlığa uğramış ve herkes... Ve herkes bir çuval incirini tesadüfen denize düşürdüğünü, dalsalarda bulamadıklarını anlatır dururlar. Paslı yalan kapılarının gıcırtıları, kilit dillerini unutturmuş ki imalatında, o yüzden neyi imâ ettikleri anlaşılmıyor ve eşikleri aşınmış o kapıya girip çıkmaya hâlâ doyulmuyor... Artık risk diye birşey yok. Her halükârda kan sızdıran bir küvetin içinde yıkanmak ve sadece gün batımına büründüğünde tenlerin kızıllığı ve kum saatlerinden soğuduğunda zaman, ayaklar çekildiğinde geri geri. Ve derin bir iç çekişle özetlenecek kadar büyümüşse yaşın, riskin, seninle hiçbir eğlencesi olmadığını anladığında, bir tek başınalık çökecek dört mevsimine ve göğüs kafesinden içeri baktığında, bunca zamana değin körü körüne çırpınmış bir kuş göreceksin, kanatlarınada kına yerine, artık Azrail'in onu hayata karşı mühürlediği alevli kanların son sıcaklığı vuracak yüzüne, bir tokat gibi... Senin kadar gerçeğe sinen birini ilk kez görmek şaşırttı beni ! Daha önceleri, "gerçeğe sinmişlikte kimse hayatın önüne geçemez" derdim ya, yanılmışım; Sen hayattan çok güzel işlemişsin gerçeğe. Ve işletebilmişliğin olmuş insanları... Belki de alınamamış bir hıncın payesine düşen cümleler kuruyorum ve herbiri de birer gecekonduya benziyor senin sinmişliklerin karşısında. Şunu bil isterim ki; Sinmişliklerin birer sırça saray nazarında ve içindekiler her ne kadar gizlenseler de, buradan ayan beyan görünüyorlar ! Her gidiş bir sinmişliği peydahlasa da, gecesinde adı konduğu an kutsallaşıyor günah aromalı cümleler... Karanlıkların bilendiğini bilmezden önce,daha akisleri vurmadan geleceğin kulaklarına. Ve öğretmeden nasıl yaşattıysa sana olacakları hayat, öyle de sevebilme lüksün olsun isterim... Gözü kapalı, can çekişen bir cesur bulabilmek içinse aşk, herşeye değerdi ama, şehrine günün birinde sis çöktüğünde, o sisin ihtişamından çok kaybolup gidenleri hayretle izle ve kendini biraz olsun hor görüp esefle kına. Ve ikna kabiliyetini kendi benliğine gizlice sor; O ihtişamın sise mi yoksa, yalnızlara mı ait olduğunu... Telefondaki sesin kadar cesur olmanı bekleyemem bu saatten sonra. Zaten, tanımadıklarınla pek yüz göz olmayı sevmezsin. Şimdi aransam ne kadar konuşabiliriz ki, ne kadar telef edebiliriz birbirimiz için keşkeleri ve kaç şans daha verilebilir amorti niyetine bu beş metelik etmez pişmanlıkların ertesinde. Umut, gündüzleri ufuk çizgisiyse, geceleri de bu kalabalık şehrin göz kırpan milyonlarca ışığından biri, hangi yörede olduğunu kestirmek çok zor. Elini attığın her kaya un ufak, ayağını bastığın her basamak boşlukta.Gördüklerinse, işinin ehli bir ressamın fırçasından çıkan gerçeğe yakınlıklar, ama yürülse de bir türlü varılamayan. Şimdi ışıkları söndürme vakti, uyukumuz yoksa da, yoklama zamanı bu şehirdeki bütün yalnızları... Örümcek ağından binalar serilir bazen hafsalana, öyle bir anormallik kervanına konuksundur ki, sallanmadığında deprem var diye dışarı atasın gelir aklından geçenleri, bir yarısı da kahramanlık taslar beyninin içinde. Aklını gıdıklamayı seven parazitler olur, bunlar gözle görülmeyecek kadar küçük, gönlünün katlanamayacağı kadar da kritik durumlardır. Bir yangın merdiveni ararsın. Bulunur fakat, en kızgın hâlindedir sana kurtuluşların... Yüzün olmaz bir ikinci hamleye ve kurtuluşu çok görürsün o vakit kendine... İklimler gecenin birini gösterdiğinde, akreple yelkovanı buzdan bir saat tebelleş olduğunda duvarına... Gözlerin duymaya başladığında, tenin keşkelerle dillendiğinde ve eskiyse takvim yapraklarını koparacak kadar estiğinde rüzgar; Antik çağdan kalma bir kral olma hakkı doğmuş demektir sana, evin kaç metrekare olursa olsun. Sana bir tek o zamanlara uğramak kalmıştır, imkânın varsa durma derler; Aynaya gitmek bile uzakken sana... Bir yanda bıçağın ağzında dengede durmaya çalışan cambazlar, diğer yanda kütüklerin üzerinde bile yürüyemeyen sarhoşlar. Önlerde gözleri kamaştıran, lakin ne olduğu belirsiz bir gelecek, arkalarında da emin el sandıkları ve sırtlarını sıvazladıkları, kara günlerinde sırt çevirecekleri yabancılar...Ve olmazların nihayetinde söylenen neşesiz, sinsi şarkılar...Nakaratlarında da bolca söylenen falanlar...Filanlar... Ve sonra, Sanki kirpikleri paratoner kesilmişti. Elektirik aksamı olmayan bir bakışta,gözlerinden bambaşka bir aksanda konuşma geçti. İçinde bir olayın anlatıldığı, lakin nihayete eremeden biten birşeylerdi bu konuşulanlar. Yankıları, birinin kulaklarını çınlatırken, diğeri vicdan şalına sarılı sabahların ayazında "olsun" diyordu..Yüzü vişne çürüğünden çalarken rengini, ruhu hissedilir derecede kemik gibiydi. Yalnızlığın sınırlarını, elindeki asma ağacından yapılma bir asa ile çiziyordu. Piramit kaçkını bir mumyanın en zayıf halini aldıktan sonra, ince uzun vücuduna vuran güneş diğer insanları gölgesine dahil etmedi, bir kalan bir de giden bu dünyaya kâfiydi; Zaten diğerlirinin de hiçbir farkı yoktu, sadece yüzler ve isimler değişikti, konuştukları diller hangi aileden gelirse gelsin, yalnızlıkta dillerin Ademiydi... Sıradan bir yetişkin kalbini kaç yarabandı kaplar ? Kaç yemine sığdırılır ki aldatılmalar ? Vicdan, bucaksız bir parşömen midir ki, bir anda özürle buruşturulup bir kenara atılırda, yenisini önüne alanlar başka başka projelerin peşine düştüklerin de, tezgah altındaki o parşömenlerin çokluğuna duydukları güvenden ötürü, korkmadan yeni yeni palnlar çizerler..? Göreni bildikleri halde, bu görmezden gelirlik niye ? Biliyorum, her bitmişliğin sonunda ortaya saçılanlar sadece gerçekler olur ve bunlar, birer kızgın cam parçacıkları hükmünde ruha batar. Hükümsüz, birbirinden bağımsız ve harita sulietinde sınırlar çizdiklerinde belleğine; İzin almalarının ne önemi kalmıştır artık. Saim PARILTI
·
100 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.