Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

(5816) KEMALİZM, SİYONİZM ve TÜRKÇÜLÜĞÜN TEMELLERİ...
- Türkiye'nin İsrail'i kabul etme hususunda "sıraya girmesi" mecburî miydi? - Türkiye'nin kabul etme hususunu ayrı değerlendiriyorum. Türkiye çok daha eski tarihlerden itibaren Cumhuriyetin kuruluşunu takip eden dönemde Siyonizm davasına o dönemin uluslararası siyasî dengeleri icabı çok fazla belli etmemeye çalışarak can-u gönülden destek vermiş vaziyetteydi. Dolayısıyla Türkiye'nin tanıması öyle kerhen bir tanıma, birtakım büyük dış güçlerin baskılarıyla gerçekleşmiş bir tanıma değil. Çünkü Cumhuriyetin kurucu felsefesi, ideolojisi ile Siyonizm ya da genel olarak Yahudi dinî inancı, kültürü arasında zaten çok ciddi yakın bir ilişki olduğu için -onlardan bize doğru geçişkenlik tarzında tek taraflı bir ilişki- dolayısıyla kerhen bir tanıma değil. Ama üç yıllık süreç içerisinde öyle bir görüntü de dışarıya veriliyor, [...] dolayısıyla Türkiye'nin kerhen değil gönüllü olarak İsrail'i tanıdığını söyleyebilirirm. KEMALİZM ve SİYONİZM... - "Gönüllü tanıma" dediniz. Bu biraz da İsrail'le Kemalizm'in felsefesinin birbirine olan yakınlığı yahut birbirini destekler mahiyette bir öze sahip olması dolayısıyla oldu değil mi? - Aynen öyle, Karşılıklı oldu. - Peki, bugün İsrail'in Kemalizm'i veya Kemalizm'in Yahudileri sevme sebebi nedir? - Takdir edeceğiniz gibi bu sorunun cevabını hiç sansürsüz veremeyiz. Farz edin ki siz bana sanki kozmoloji ve astronomiye dair bir soru sordunuz. Ben de o konuda ne biliyorsam, ne düşünüyorsam rahat, hür bir şekilde anlatıyorum, bu soruyu bu şekilde cevaplandıramayız. Çünkü öyle yapalım dediğimizde 5816'yı ihlâl eden en az 30-40 tane suç işlemiş oluruz. Dolayısıyla şimdilik şöyle diyebilirim; Kemalizm'le Siyonizm arasındaki karşılıklı sevgi, sadece çıkar ilişkileri bağlamında değerlendirilemeyecek, ontolojik, varoluşsal, yapısal kökenlere dayanıyor. "Siyonistlerin şu şu hesapları sebebiyle bizimkilere karşı bir sempatileri vardı" ya da "Bizimkiler İsrail'i şöyle çıkar hesapları yaptıkları için desteklediler." falan değil. Ki, yâni, genellikle devletler arası ilişkiler böyle yürür. Meşhur sözdür, denir ki, "İngiltere'nin, Amerika'nın dostu yoktur, çıkarı vardır". Reel politik denen bu durumun dışında çok daha varoluşsal temelli ontolojik kaynakları var karşılıklı sevginin. Bu alt başlık, bundan sonrası 5816 kapsamına girer. Fakat gene de merak edenlere meselâ Ilgaz Zorlu'nun "Evet, Ben Bir Selanikliyim" kitabını, Cengiz Şişman'ın "Suskunluğu Yükü" kitabını, David Bayer'in "Selanik Dönmeleri" kitabını tavsiye ederim. Orada, 5816 sebebiyle benim şimdi veremediğim cevaplarla ilgili aslında çok tatminkâr ve teferruatlı açıklamalar görürler. Bir de o günlere mahsus kapı yoldaşlığı durumu var. Her iki ülkede yâni İsrail'le Türkiye'de bu dediğim kritik 3 sene ve onun devamı içerisinde dünyanın genel şekillenmesi, malûm soğuk harp yâni Sovyet bloku karşısında Amerikalılar, aynı blokta yer almış ama biri o blokun aslında derin efendisi, diğeri o blokun kölesi, ücretli çalışanı konumunda olmakla beraber bir de aynı blok içerisinde yer alıyor olmalarının da etkisi var. Meselâ bu durum 1958'deki Gizli çevresel Paktında kendini çok daha net ifade edecek. - Kemalizm'in tek parti devrinde azınlıklara karşı bir terör kampanyası başlatılmıştı ırkçı-Türkçü akım tarafından. Yahudilerde bundan payını aldı. Fakat günümüzde ise tam tersine Türkçüler Yahudi seviciliği yapıyor, Arap düşmanlığı altında İslâm düşmanlığı yapılıyor. Bu iki hâdiseyi değerlendirebilir misiniz_ - Cumhuriyet tarihi sınırlarının dışına çıkmamız lâzım. Çünkü Türkiye'de bu anladığımız mânada ırkçı Türkçü akımın başlangıcı Cumhuriyet öncesidir. Hattâ kökenine gidecek olursak II. Abdülhamid devrine kadar götürülebilir bu; fakat daha ele gelir hâle gelmesi İttihad ve Terakki dönemindedir. Bu aslında fevkalâde derin bir Siyonist oyunun, bir komplonun ürünüdür. Çünkü Türkçülük ideolojisi pazarlanmaya başladığı sırada tamamen Tabiî sebeplerden kaynaklanan ciddi bir İslâm Birliği akımı vardı. Siyonistler bu coğrafyanın insanlarına, tabiî şunu diyemezler, "İslâm Birliği hülyasını bırakın, gidin Siyonist olun." çünkü biz Yahudi değiliz. Fakat maksat İslâm Birliği idealinden uzaklaştırmak olunca, bu sonuca hizmet edecek ve hedef kitlenin önüne de cazip gelebilecek bir şey konulması lâzım. İşte "Türkçülük" bu fikrin ürünü olan bir icattır. Yâni "Siz İslâm Birliği hayâlini bırakın, Turancılık, Türk Birliği, Orta Asya'yla yeniden bir araya gelip Büyük Türk Devletini kurmanın peşine düşün." diyorlar. Bu sadece benim gibi bir kaç kişi tarafından dile getirilen bir aklî çıkarım, spekülasyon değildir. Meselâ çok ilginç, o tarihte bu ideolojinin kurumsal sahibi olan Türk ocaklarına, -İttihat ve Terakki dönemidir- çok şaşaalı, büyük bir genel merkez binası inşa ediliyor. Bu inşaatın masrafını Amerika'daki bir Yahudi milyarder karşılıyor. Şimdi bu bilgiye vakıf olan herkesin ağzını açık bırakması gereken bir meseledir. Çünkü 1910'lu senelerin Osmanlı'sında Amerikalı bir Yahudi kapitalist, İstanbul'da özü Türkçülük olan bir ideoloji için niçin kucak dolusu para harcasın? Ve nitekim tarihin akışı da aynen böyledir. Yusuf Akçura'nın kitabıyla konuşacak olursak, o gün için "Üç Tarzı Siyaset" var: İslâmlaşma, Garplılaşma ve Türkleşme. Türkleşme alternatifi sayesinde İslâmlaşma alternatifini gündemden çıkartıyorlar ve devamında Enver Paşalara, İttihad ve Terakki'ye, devleti yöneten akla baktığınızda tamamen Turancı bir kimlikle karşılaşıyorsunuz! neyin bedeline, neyin pahasına? Abdülhamid zamanında onun tarafından başlatılmış olan Panislâmizm'in bedeli pahasına. Ve o artık Cumhuriyete geçildiğinde de devam ediyor. Şimdi Cumhuriyete geçildiğinde ana hatlarda bir değişiklik yok. Konu artık Cumhuriyetin yönetici aklı açısından, İslâm Birliğine en gel olmak değil, İslâm'ı bütün varlığıyla ortadan kaldırmak. Bu fikri 900-1000 senelik bu Müslüman halka apaçık şekliyle kabul ettiremezsiniz. Bu zehrin bir şekerle kaplanması gerekiyor. O zaman da şu oluyor: İslâm yerine alternatif olarak Türk milliyetçiliği, Türk ırkçılığı enjekte ediliyor. Çünkü o günlerin milliyetçilik anlayışı kafatasçılığa, kan milliyetçiline kadar gider. Cumhuriyetin tek parti dönemindeki bu yoğun Türkçü söylemin kaynağı bizatihi Türklere, Türkçülüğe, Türk kavramına duyulan sevgi değil esasen. Böylece, İslâm'ın ortadan kaldırılması bir ölçüde başarılı da olmuş. Böyle yutturmuşlar millete! Bu kapsam içerisinde evet azınlıklara karşı da hareketler var ama burada en az şiddet ve baskı gören azınlık Yahudilerdir. Meselâ doğrulatamadığım fakat yabana da atılamayacak bir kaynaktan edindiğim bilgiye göre -ki, bunun özel olarak araştırılması gerekiyor- Varlık vergisi uygulamasında Yahudi azınlığa uygulanan vergide, Ermenilere, Rumlara, -tabiî dönmelerde buna dahil- uygulanan kotanın yüzde ellisinin uygulandığına dair de iddialar var ve aynı sebepten meselâ "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyalarına bu azınlıklar içerisinde en içten gelerek sahip çıkan, destekleyen, bunun can-u gönülden propagandasını yapan tek azınlık Yahudilerdir. MOİZ KOHEN - Moiz Kohen bu işin neresindeydi? Bu sebepten mi Türkçülük sahasına el attı? Çünkü Türkçülük üzerine çalışmaları var. - Evet, o da bu sebepten Türkçülük sahasına el atıyor! Böyle bir kampanya karşısında Rum ve Ermeni azınlık, tabiî olarak tepki veriyor. hangi azınlık olursa olsun böylesi bir kampanya karşısında ana dilinden vazgeçmeyeceğine dair tepkisini dile getirir veya en azından buna gönüllü olmaz. Fakat Yahudi azınlığı buna tepki vermediği gibi, bu kampanyayı can-u gönülden bütün gücüyle destekliyor. Bunun sadece Yahudi'nin çıfıt karakterinden bir anomali olduğu kanaatinde değilim. Bu az önce ifade etmeye çalıştığım o derin arka plan komplonun ürünü. Çünkü burada mesele azınlıkların Türkçe konuşması ya da şu veya bu dille konuşması değil, Türklük ve onunla bağlantılı değerlerin, İslâm'ın yerini alabilecek, onu tamamen ortadan kaldırabilecek bir seviyeye, bir etkinlik derecesine ulaştırması. Ki, o zamanlar meselâ Türk çoğunluğa da hâdise şöyle pazarlanabilecek: "Bak görüyor musun, elin Yahudi'si bile Türklüğe bizden daha fazla bağlı, siz ki Türk'sünüz, etnik olarak, kültür olarak dil olarak sizin Türklüğe sahip çıkmanız lâzım." Ortalama bir insan üzerinde son derece etkili olabilecek bir söylem tuzağına zemin hazırlayabilecek şeyler bunlar. Yahudiler de bunun içerisinde kendi rollerini pek iyi oynadılar. Demin anlattığım çerçevede bu tür faaliyetler İttihad ve Terakki döneminden başlıyor. Yâni belki çoğumuzun zannettiği gibi Cumhuriyetin erken dönemindeki, Nazilerin bile Türkomani diye tâbir ettikleri aşırılığın ürünü değil. İttihad ve Terakki döneminden başlıyor, fakat Cumhuriyetle beraber kendisine daha uygun bir zemin buluyor. Onunda motive etmesi ile var gücüyle devam ediyor Türkçülük faaliyetlerine Kohen. İşte isim değiştirme (Moiz Kohen, ismini değiştirip Munis Tekinalp oluyor) bunun en sembolik dışa yansıyan kısmı. Burada ilginç, gözden kaçan, çok bilinmeyen bir ayrıntı var. o günün yönetimi bir diğer taraftan bilgi beceri, esneklik, incelik anlamında da çok nasipsiz olduğu için -çünkü bunlar büyük kısmı eski İttihatçı komitacıdırlar- öyle ince hesap yapabilecek, ince ve isabetli stratejiler üretebilecek donanıma sahip insanlar değil. Bu etkini ürünü olacak biçimde meselâ varlık vergisi uygulamasında Moiz Kohen ve ailesine oldukça ciddi bir vergi çıkartılıyor. Kohen'de dolayısıyla şöyle bir psikoloji tetikleniyor: "kendi dinî etnik kimliğimden sıyrılma pahasına bütün hayatımı Türklüğe vakfettim." diyor. Yâni "kıymetinin bilinmediği" bir yana yâni "Türk yönetimi benim iflahımı kesti" diye düşünüyor ve ondan sonra o derin hayâl kırıklığının etkisiyle Türkiye'yi terk ediyor. Harpte bitmiş. Yanılmıyorsam Fransa'da yaşayan yakın akrabaları var, onların yanına göçüyor. Tekrar ismini Yahudi ismine tebdil ediyor ve 50'lerde ölene kadar orada, yâni Türkün "t"esini bile duymaktan nefret eden, kipasını başından düşürmeyen bir Yahudi olarak ölüyor...
Sayfa 9 - 10, 11, M.Taha İnci, Tarihçi Said Alpsoy ile mülakat, Kemalizmle Siyonizm Arasındaki Karşılıklı Sevgi, Ontolojik Kökenlere dayanıyor!Kitabı okudu
··
177 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.