Gönderi

uzun muzun demeyin, okuyun okutturun efendim
ona baktıkça içimde beni adeta sarhoş eden bir hiddet kabarıyordu ve.. ve tam karşılaştığımız zaman,olanca hışmımla yana çekiliveriyordum. bu adama karşı sokakta bile akran gibi davranamadığım için kendi kendimi yiyordum. bazı geceler saat üçe doğru uyanıp bir sinir buhranı içinde kendi kendimi sıkıştırıyordum: "ne diye her defasında ille yol veriyorsun? neden o değil de hep sen? bunun yazılı kuralı mı var? her şey terbiyeli insanların karşılaştıklarında yaptıkları gibi olmalı: bir adım o, bir adım sen çekilerek birbirinize karşılıklı saygı göstermelisiniz." fakat böyle olmuyor, hep ben çekiliyordum, o da kendisine yol verdiğimin farkında bile olmadan yürüyüp gidiyordu. nihayet bir gün aklıma harikulade bir düşünce geldi: "acaba bir dahaki karşılaşmamızda ona yol vermesem ne olur? birbirimize çarpmak pahasına da ona yol vermesem ne olur acaba?" bu cüretli düşünce beni öyle sardı ki, başka bir şey düşünemez oldum. planımı uygularken nasıl hareket edeceğimi daha iyi canlandırabilmek için Nevski'deki gezintilerimi sıklaştırdım. son derece heyecanlanmıştım.niiyetim beni her gün biraz daha sarıyor, daha mümkün görünüyordu. sevincimden şimdiden yumuşayarak "Tltabii çok hızlı çarpmam, " diye düşünüyordum, "yolunu kesince çarpışırız, ama omuzlarımız hafifçe birbirine değer o kadar; hafif bir çarpışma olur, ben de onun bana çarpacağı kadar çarparım." artık kesin kararımı vermiştim. fakat hazırlıklarım hayli uzun sürdü, ilkin kılık kıyafetimin son derece düzgün olması gerekiyordu. sokakta bir mesele çıkarsa, orada gezenlere karşı (bunlar kontesler, Prens D., edebiyatçılar gibi hep kalburüstü kimselerdi) giyinişim yüzünden mahcup olmamalıydım; kıyafetin karşınızdaki üzerinde büyük etkisi vardır, hatta bir dereceye kadar size sosyete adamlarıyla eşitlik sağlar .. yeterince hazırlanamıyor muydum, yoksa son anda cayıyor muydum bilmem, ama tam birbirimize çarpacağımız sırada gene herife yol veriyordum, o da beni fark etmeden geçip gidiyordu. tanrı bana kararlılık versin diye, adama yaklaşırken içimden dualar bile okuyordum. bir keresinde nasılsa iyice niyetlendim, fakat son anda adama iki verşok kalmışken gene tabansızlığım tuttu, subayın ayakları arasına dolaşıverdim. o, bir şey yokmuş gibi, rahatça önümden geçti; ben de top gibi öteye fırladım. .. birden üç adım ötede düşmanımı gördüm ve nasıl olduğunu bilmediğim bir kararlılıkla gözlerimi yumup ilerledim ve o anda omuz omuza gelerek çarpıştık! bir verşok bile gerilemeden, onun eşitiymişim gibi yürüyüp geçtim! bizimki başını çevirip bakmamış, görmezlikten gelmişti, ama beni gördüğüne emindim. hala da eminim! benden çok daha cüsseli olduğu için çarpışmadan sarsılmıştım, fakat bunun önemi yoktu. maksadıma ulaşmış, bir adım bile çekilmeden, herkese içtimai bakımdan onunla eşit olduğumu göstererek şerefimi kurtarmıştım. eve intikamımı almış olarak döndüm. pek memnundum. zafer coşkunluğuyla İtalyan aryaları söylüyordum. size üç gün sonraki halimden bahsetmeyeceğim artık; yazımın birinci kısmını, "yeraltı"nı okudunuzsa kendiniz tahmin edebilirsiniz. subayı sonradan başka bir yere atadılar; belki on dört yıldır onu görmüyorum. kim bilir ne alemdedir adamcağız? kimleri ezip duruyordur.
·
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.