Gönderi

117 syf.
10/10 puan verdi
100. İnceleme ve İnsanın Sonsuzluk Özleminin Yansımaları
Bu inceleme ve bu kitaptan yaptığım alıntıları medium hesabımdan okumak için tıklayınız: medium.com/@sametonurr/1a5... Cemil Sena'nın "İnsan Ruhu Ebedi midir?" kitabı 1951 tarihinde basımı yapılmış. Alt başlığı "Ölümden Sonra Dirilme Problemi"dir. "İnsan Ruhu Ebedi midir?", 117 sayfalık kısa bir kitap. Bu kısalık vermek istediği mesajın eksik olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersi, kısa olmasına rağmen konuyu kapsamlı bir şekilde incelemeyi başarmış.  Ölümden sonra yaşamın varlığı inanışı İbrahimi dinlerin kabul ettiği bir inanış. Ancak bunun kanıtları nelerdir? Bu inancın insanlığın bilgi edinilebilen tarihinden itibaren ilkel insanlara, dinlere ve filozoflara göre kabulü, reddi ve yorumu nasıl olmuştur? Sorulan soruların kapsamlı bir şekilde cevabını Türkiye'nin değeri bilinmemiş değerli bir filozofundan öğrenmek imkanını bu kitapta bulacaksınız.  "İnsan Ruhu Ebedi midir?"de salt alıntılar olduğunu sanmayın. Elbette bolca alıntı mevcut. Ancak bunların değerlendirmesi yazar tarafından geniş bir şekilde yapılmaktadır. Buna ilave olarak yazarın bu konudaki fikirlerini de sonlara doğru öğrenme imkanına sahibiz.  İnsanlığın tarihsel serüveninden itibaren böyle önemli bir konuya dair toplulukların, dinlerin, şairlerin, filozofların verdiği cevapların eşliğinde ilmek ilmek işlenen bu kitapla sizleri baş başa bırakıyorum.  Birinci Bölüm İlkel Topluluklarda Ölmezlik İnancı (s. 11-43) 1 - Tarihten Önceki Devirler  İlkel toplulukların özellikle Paleolitik devrinden itibaren ruhun ölümsüz olduğu inancına sahip olduğu çeşitli deliller öne sürülerek iddia ediliyor. Bu deliller arasında mezarlar ve bunların içinde bulunan eşyalar yer alıyor.  Günümüzde yaşayan ilkel toplulukların da ölümden sonra yaşamın varlığına dair inançları olduğu belirtiliyor.  Sena'ya göre ilkel toplulukların bu tarz inançları mistik bir mülkiyet duygusudur ve yokluktan korkmanın bir yansımasından ibarettir. Ölüme dair teselli kendini öldükten sonraki yaşama inancına götürmüştür.  B - Kitaplı Dinlerde Ölmezlik İnancı  Ruhun ölümsüzlüğü düşüncesi toplumsal düzenin korunması amacıyla ahlak, din ve siyaset alanları tarafından savunulmuştur. Bu alemdeki mahrumiyet ve haksızlıkların başka bir alemde telafi edileceği tesellisi faydacı bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır.  Çin dinlerinden olan Konfüçyanizm'de ölümden sonraki yaşama dair şüphecilik gözlenir. Taoizm'de ise ölümden sonra iyilik yapmayanların cezasız kalmayacağı ifade edilir. Ancak bu durum Çinlilerin hayatlarında ölümden sonra yaşama hazırlığa teşvik anlamında bir meyli ortaya çıkarmamıştır.  Hinduizm'de ölmezlik inancı karmaşıktır. İnsan bu dünyada nasıl bir karaktere sahipse ölümden sonra da o karaktere uygun bir ruh haline gireceği ifade edilir.  Buda'nın ifadelerine göre ölümden sonra bir yaşam yoktur. Ancak ondan sonra gelenler Budizm’e ruh göçünü eklemişlerdir.  Zerdüşt'ün dini olan Mazdeizm'de dünyadaki hayatın yaptırımı olan bir ahiret düşüncesi görülür. Bu inanç Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'e de intikal etmiştir.  Mazdeizm'e değindikten sonra sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'in ahiret inancına değinilerek birinci bölüm noktalanmaktadır.  İkinci Bölüm (s. 43-76) 1- Yunan Kültürüne Bağlı Sistemlerde Ölmezlik İnancı  Bu bölümde Yunan ve Roma'nın şair ve filozoflarının ruhun ölümsüzlüğüne dair görüşlerine yer veriliyor.  Üçüncü Bölüm (s. 77-102) 1- Rönesans'dan Zamanımıza Kadar Batı Felsefesinde Ölmezlik İnancı  Bu bölümde Sena, birçok filozofun ruhun ölümsüzlüğüne dair görüşlerini aktarır. Bunlar arasında Montaigne, Charron, Raymond, G. Postel, Priestley, Descartes, Pascal, Spinoza, Hobbes, Hume, D'Holbach, Helvetius, Lessing, Voltaire, Rousseau, Schleirmacher, Leibniz, Kant, Schaupenhauer, Schelling, Hegel, Goethe, Feuerbach, Gassendi, Auguste Comte, Renan, Guyeau, Doudan, Massillon, Michelet, Chateaubriand, Gizot, Victor Hugo, H. Spencer, De La Metrie, Max Nordeau, W. James yer almaktadır.  Bazı önemli gördüğüm filozofların ölmezlik inancına dair düşüncelerini aktarmak istiyorum.  Montaigne ruhun ölümsüzlüğü konusunda agnostiktir. Öğrencisi Charron, ruhun ölümsüzlüğüne dair ispatının imkanı olmadığını ileri sürer.  Descartes insan ruhunun tinsel olduğunu ve bundan dolayı oldukça müphem bir surette ölmezliği kabul eder gibi görünmektedir.  Pascal bu konuda bir buhran içindedir.  Hobbes ve Hume ruhun ölümsüzlüğünü açıkça inkar eder.  Voltaire'in bu konuda net bir tavrı yoktur.  Rousseau, ruhun ölümsüzlüğü fikrini kabul eder.  Kant, ölmezlik fikrinin düşüncede uygun olduğunu ifade eder. Ancak onun gerçekliğine inanmaz.  William James ölmezlik inancında eylemlerimize kuvvet, ümit ve teselli vermek bakımından faydalar yapacağı için inanmaya uygun bulur.  Sena, filozofların görüşünü aktardıktan sonra şu genel değerlendirmeyi yapar (s. 102): "Esasen görülüyor ki, yalnız kısmen hıristiyan feylesoflarla daha çok müslümanlık, klâsik spritualisme ve Kant gibiler, ölümden sonra ruhun bireysel karakterlerini muhafaza ederek devam edeceğine inanmanın her şeyden evvel ahlâksal disiplin ve tanrısal kudretin büyüklüğü namına uygun olacağını düşünmektedirler.  Diğer inananlardan bir kısmı, şekil değiştirmenin ebediliğini, bir kısmı da canlı bir ilke (prensip) nin devamını, veya bir şerefin ölmezliğini, tabiatın devamlılığını ve nihayet bir kısmı da evrensel ve mutlak varlığın bünyesine dönüşü müdafaa etmektedirler.  Bu suretle kabul edenler de reddedenlerden daha kuvvetli bir delile mâlik olmadıklarını ispat ettikleri gibi, bunun bir iman konusu olmaktan başka bir gerçekliği olmadığını da anlatmış olurlar." Dördüncü Bölüm (s. 103-114) Üstün Ruh Olayları ve Bunların Ölmezlikle İlgisi  Bu bölümde değerli yazar, görüldüğü, konuşulduğu iddia edilen ruhlarla ilgili olayların nasıl mümkün olabileceği hakkında durmaktadır. Bunları metafiziksel sanrılar olarak tarif eder. Mistik düşünceye meyyal olan kişilerde bu tarz farklı iddialar olduğunu, ancak bunların ispatının imkandan uzak olduğunu ekler.  Yazar, bütün varlığın ilk nedeni olarak Allah'a inandığını ve onun insan ruhlarını ölmez hale getirebileceğini kabul eder. Ancak böyle bir ölmezliğin varlık veya yokluğunda agnostik kaldığını da belirtir.  Devamında ise ruhlarla görüşme, onları kontrol etme tarzı mistik olayların iç durumuna dair ciddi eleştirilerde bulunur (s. 113-114): "Esasen Metapsychique olayların gerçek mahiyetini pozitif olarak bilmediğimizden ruhların nasıl olup da yaşayanların emri altına girdiğini açıklamak güçtür. Onlar, dirilerle daima münasebet halinde midirler? Muhtelif yerde ve aynı saatte çağırılan bir tek ruh, her çağırılan yerde görünüyor mu? Görünmüyorsa neden bunlardan birini tercih ediyor? Görünüyorsa, bir tek fâniye ait olan ruh nasıl olup ta bir kaç yerde tecelli edebiliyor?  Neden yalnız medyum denilen ve ekseriya akıl veya sinirlerinden sakat olan insanlara görünüyorlar da normal insanlarla temas etmiyorlar? Neden sorulara cevap verme zorunda kalıyorlar? Her şeyin evvel ve ahırını saydam (şeffaf) olarak görüyorlarsa, neden her sorulana doğru cevap vermiyorlar?  Ve bu madde kalıbından sıyrılmış olan tinsel varlıklar, neden tekrar cesetlenebiliyor? Görülebilir bir hâl alıyor? Bu tutulabilir ve görülebilir hale gelmelerini sağlayan unsuru, kendi bünyelerinden mi, yoksa, dışardan mı elde ediyorlar? Maddeden kurtulmuş ve maddeden ayrı bir ruh varsa, maddede hapsedilmiş olan ruhtan daha hür ve daha sâf olması icabetmez mi?  Bütün iddialar ve inançlarda bu noktada temerküz ettiği halde, nasıl oluyor da onlar, isabetsiz fikirler ve haberler veriyor, ve tekrar maddeleşmeye özeniyorlar, ve medyum denilen bir hastanın emriyle, davetiyle derhal masa başına koşup geliyorlar?  Tanrısına kavuşan ruhun fâniler ârasına karışmak hususundaki za'fına akıl erdirmek güçtür; ve bu göründüğü ve geldiği iddia edilen varlığın ölmüş insan ruhları olduğunu ispat etmek hususundaki deliller çok zayıftır.  Kâinat hakkında bilgimiz kadar da bayat ve beyin hakkındaki bilgimizin çok noksan oluşu yüzünden, sebeplerini bilmediğimiz olayları tabiat üstü kuvvet ve varlıklara isnad etmekteyiz; ve bu ilkel insanın olduğu kadar da medeni insanın za'fıdır. Temenni edelim ki tanrısal takdir, insan oğlunun, her bilmediğini bilim yoluyla ispat edebilecek kadar zekâ ve idrâkine kuvvet ve kabiliyet versin.  Nihayet, ölüm ruhla bedeni ayırıyorsa, nasıl oluyor da bu töz (cevher) te birleşiyor veyahut ruh bedensiz varlığına devam edebiliyor?  Tanrı bilimciler, «Tanrı için hiç bir şeyin olmazlığını» kabul edemeyiz, derler; bunu; Tanrının tümel gücüyle açıklamaya çalışırlar.  Oysa ki; Ölmezlik özlemi, Tanrının değil, bizlerin, yani, fâni olan insânın rüyasıdır. Bunun: gerçeklenmesini biz istiyoruz. Tanrının kendi isteklerimize uygun bir hayat ve tabiat kanunu yaratmış olduğunu ve yaratacağını kabul, edebileceğimize yardım eden hiçbir bilimsel ve akla uygun delil yoktur.  Ölmezlik, insan oğlunun bir taraftan ölümden nefretini, diğer taraftan da sonsuz bir surette yaşama tutkusunu ifade eden bir inançtır. Bu inancı yaratan etkenlerden biri de, insanın kendisini bütün diğer yaratıklardan üstün ve seçkin bir varlık saymasından doğan gururdur. Plin, «Bu aynı “övünme, diyor, belleğimizi (hâfıza) ebedileştirmeye sevkeder ve bize mezarın ötesinde başka bir hayatın yalanlarını tahayyül ettirir.»" Sonuç bölümünde ise ölümsüzlük inancına dair kendi görüşlerini oldukça etkileyici ve akılcı bir şekilde yaparak kitabını sona erdirir.  Ders niteliğindeki bu harika sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum (s. 115-117): "İnsanın bu sonsuz evrendeki değer ve yeri düşünülecek olursa, bu gururun ve övünmenin ne kadar gülünç olduğunu anlamakta güçlük çekilmez. Ruh hastalıklarının işaretlerinden biri de, olamıyacak şeyleri istemektir. Aristote'nun dediği gibi, ölmezlik isteği de, olamıyacak bir şeyi istemek demektir. İnsanın doğuşunu sağlayan nedenler kadar da ölümünü hazırlayan nedenler zorunludur; ve hiçbiri bizim dileklerimize göre meydana gelmiş değildir. Doğmak, Dante'nin deyimile «Ölüm koşusuna» katılmak demektir.  Ölmek, hayat saatinin durması, bilincin sona ermesi ve organsal enerjinin dönüşmesi (istihale) demektir. Ruhun ölmezliğini kabul etmek için, kırılan zenbereği onaran veya saati yeniden kuran bir sanatcıya ihtiyaç vardır. İnsan imğelemi (muhayyele) bu sanatcıyı yaratmakta güçlük çekmemiştir, Çünkü, fânilik, düşünen, duygulanan, bilen ve isteyen bir varlığın mahiyet ve tutkularına aykırı bir olaydır.  Organsal enerji ise, tabiatın evrensel enerjisi içine ışın, olarak, ısı olarak, ses, renk, hareket ve kuvvet olarak karışacaktır, Bunu bildiğimiz halde, bu kuvvetin, bilincini, irade ve hürriyetini bu dünyadaki niteliklerile bozulmamış bir benlikte devam ettirip ettirmeyeceğini belirtecek hiçbir, müsbet işarete malik değiliz.  Esasen o kadar çok özlediğimiz ölmezliğin insan için bir saadet mi yoksa bir felâket mi olduğu meselesi de ayrıca düşünülebilir. Bir saadetse, bunun bir takım şartlara bağlanması gerektir. Bu âlemde kavuşamadığımız nimetleri tatmak gibi, bedenin her çeşit zevk ve lezzetleri kendisile beraber diğer bir takım isteklerimiz gerçeklenmedikçe bu ölmezliğin bir değeri yoktur.  Ölmezliği, ruhun ve bedenin gittikçe sağlık ve kuvveti azalmış olan uzun bir ömür gibi tasarlamakta ise, hiçbir saadet yoktur. Böyle bir ölmezlik cezadır. işkencedir, Ölmezliğin lehinde olanlar, bu ebediliği, dünyada kandırılmamış istek ve tutkuları kandıran ve bu âlemde uğradığımız haksızlıkların ve mahrumiyetlerin acısını çikaracak olan bir âleme kavuşma vâadile süslerler.  Denebilirki, böyle anlaşılmış olan bir ölmezliğin ahlâk bakımından yüceltilecek bir değeri yoktur. Bu âdeti açlıklarımızı, öcalma arzularımızı, kinlerimizi ölümden sonraki bir âleme, bir zaman sonsuzluğuna kadar götürmek demektir. Dünyada kazandığımız mükâfatların daha zenginine, dünyadaki nefretlerimizin, düşmanlıklarımızın daha şiddetlisine kavuşmak için böyle bir âlemin, zalim olduğu kadar da affetmiyen cömert adaletine sığınmak demektir.  Bu inanç, biraz da insanın kendisini, bütün diğer insanlardan ve yaratıklardan üstün ve her çeşit nimetlere olduğu kadar da Tanrı katına lâyık bir varlık zannetmesinden doğmaktadır. Bu bencilik, dünyaya sığmayan insan oğlunun, dünya ötesi bir âlemde yayılmak için duyduğu sonsuz tutkusunun bir işaretidir, Bu tutkuda, Tanrıyı da kendi amaçlarına hizmet ettirmek isteği gibi küstah bir dâva da saklıdır. Anlaşılıyor ki, ölmezlik inancında, sonsuz bir surette hayatı sevmek, yaşamaya kanamamak gibi insanın âcizliğini olduğu kadar da kuvvetini yaratan duygular vardır. Öyle zannediyoruz ki, bu inancın en değerli ve verimli tarafı da budur. Bu duygu sayesindedir ki insan, kendisini ebedileştirecek olan büyük işleri başarmak, büyük ve yüce ülküleri gerçeklendirmek gücünü kazanır; kendisini düşürecek ve küçültecek olan âdiliklerden korunabilir.  Bu âlemden kendimizle beraber götürebileceğimiz hiç bir servet ve nimet yoktur. Fakat bu âleme bırakabileceğimiz şeyler çoktur.  Biz ancak insanlığa miras bırakabileceğimiz eserlerin, işlerin, fikirlerin ve hizmetlerin büyüklüğüyle övünebilir ve bunlara verdirebildiğimiz değerlerin unutulmazlığı nisbetinde ebedi oluruz. Hayat sevincini tadabilmek, hayatı sevebilmek ve sevdirebilmek için, ölümün ötesinde ne korkulacak, ne de özlenecek bir şeylerin var olup olmadıgını düşünmemek lâzımdır. Yoksa din ve geleneğin yarattığı ölmezlik inancının boşluğu hakkındaki en kuvvetli delil, Anaximene'in deyimiyle ÖLÜM'dür. Yaşadığımız düunyadan daha yetkin (mükemmel) ve daha iyi bir âlemi, ölümden sonraki bir karanlıkta araştırıp durmaktansa, her türlü haz ve elemlerimizin kaynağı olan bu dünyayı, o aradığımız ve rüyasını gördüğümüz alem haline getirmek için çalışmaktan daha doğru ve yüce bir ödevimiz yoktur.  Umutsuzluğa kapılmadan, bu dünyaya istemek için değil, vermek için geldiğimizi anlayarak elimizden geleni esirgememek, ölmezliğin birinci şartıdır. Ancak insanlığa yaptığımız hizmet nisbetinde ebedileşiriz.  Fazilet, sevgi, bilgi ve şefkatle süslü bir kalbin insan hayatını kolaylaştıran ve ıstıraplarını azaltan fikir ve eser yaratıcılarının ölmezliğine inanalım. Bir fâninin en büyük mükâfatı, ölümden sonraki bir âlemde değil, şu içinde doğup büyüdüğümüz, yaşayıp öldüğümüz âlemde saklıdır.  Seviniz, acıyınız, öğreniniz ve öğretiniz.. İnsanlığı kendilerine minnettar eden ebedilerin yolunu tutunuz.. Ölmezliğin kutsal saadetine giden yolun dikenli ve yokuşlu oluşundan korkmayınız; ölmezlik umduklarımıza kavuşmakta değil, insanlığa ve insanlara beklediklerini sunabilmekte saklıdır." Sonuç olarak Cemil Sena, bu kısa ama bilgi dolu eserinde insanlığın büyük sorularından birine dair tarih boyunca verilen cevapları sistemli bir şekilde kıymetli yorumlarıyla işliyor. Bu ışığın aydınlığına sizleri de davet ederim. 
İnsan Ruhu Ebedi midir?
İnsan Ruhu Ebedi midir?Cemil Sena Ongun · Erkmen Matbaası · 19501 okunma
·
160 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.