Gönderi

RAGIP - 4
Üşüyorum... Beynimin içinde beni tutarsız şeylerle meşgul eden düşünceler ırak kaçtı Soluyamıyorum ve bununla birlikte yersiz, arsız düşünceler gırtlağımı bırakmıyor Etraf besbelli dokunsam porselen gibi dağılır ama saf beyazlık ruhumu çıldırtıyor Ne yapacağımı bilmiyorum sanki, şey, bir şeyler beni susturuyor Şah damarımdan beynime sızan ince bir ses birden huzur salıyor kalbime Rahatlıyorum, burnumun ucunda soğuk koku, tarifsiz... Tarif edemiyorum, doktorlar bir kaç güne düzeleceğimi boynuma gerdan etseler de Oda arkadaşıma göre "ne mübarek adam" mışım, alay ediyor denyuz Bizi buraya tıkamalarının bir sebebi var herhalde Ki olmazsa bir sebebi, hiç hayatımda yapmadığım kadar kıyamet koparırım Evet ben, yaparım, eh işte yapmaya çalışırım... Üşüyorum... Dibimdeki elektrikli soba bu kadar muhalefet yanarken içimden geçen ney? Yalandan dişlerimi birbirine vurayım da "üşüyor" desinler Ha az ötede bağırma koptu kulağım bir çınladı var ya O beynimin dalgalarında kundaklık zamanlarım ninni okuyor Nenni, nenni; durdum, bekledim beynimden o esnada kupkuru buz gibi soğuk su dökülüyor Sağım da babamın ayakkabı tezgâhı, solumda o kanlı manzara... Evet, dilim damağıma dolanıyor ve şaşkın şaşkın bakındığım tavanda amcam bakkalı açtı Baktım kaldım, damarımda rahmetli dedemin aziz kanı dolanırken sadece bakındım Birini seviyordum gelinlikle çıktı geldi karşıma, hakikaten de... Saat kaç, dünya battı mı, ay doğdu mu, kim bilir ne oluyor dışarıda... Porselen duvardan çocukluğum geçti ilgilenemedim... Herhalde bir kaç ayı geçer gibi kapı açıldı buyur ettiler Kahverengiden dem almış belediye bankında... Neyi, nasıl telaffuz edeyim bilmiyorum ama gırtlağımızdan en ufak kin... Duvarı kireç tutmuş hastanenin arka mahallesinden dolanan eski yük treni Yaprağında sevgisi sararan koca bir çınar O parkın tam karşısına bir set kurdum O kahverengi bankta gelecek düşündüm, asır geçti Ah yaylalar burnumda tüttü arasında birbirimizi ne çok severdik Sayfası eski, yazısı küçük, yaprağı yırtık anılarda kaldı bunlar Babamın ceketine annemin kokusu sinmiş, annemin tenine babamın baharları Nasıl diyeyim, tamam kusura bakma Bir hararetli krizimde neler gizli? Aldırmıyorum... Yemekhanede Ragıp'ın kızı Oya ile görüşüyoruz Evet ismi oymuş, anlının tam orta karışında nur gizli Boğazından göğüs boşluğuna inen vurgun bir hayli daha belirgin Beynimi susturamazken gözlerim gözlerinde demlendi İki kapılı bir hayatta ne zaman hayat bize güler bilir misin? Kapının ardından bir koca bıyık belirdi ki "bugün yarın belirir" derdim Oya'nın salyalı dudaklarında var oldum Göğüs kafesinden geçen tatlı telâşlı Küçükçekmece tren istasyonu Genzimi yakan bir "satılık" İstanbul Marlborası Karışmayın beraber dikildiğimiz pencerenin sefasına Oya'nın gamzesinde ben öldüm... Hastanenin bahçesinde 20li yaşlarında ki babam tahta kurup pazar eyledi Ondokuzlu yaşlarda, iki göz kapağı arasından bir memleket damlayan annem gölbaşında kederini yıkadı Henüz kundakta ki geçmişim büyümeye çalışıyor Etme geleceğimi ver onu bana Oyadan ayrı düştüm bir cihan boydan Gidemem beyazlar kör etti beni Gelemem henüz gelemeyen gelemedi ben bin bir türlü gidemem Ne istersin bedenimden çıkmak isteyen sefil ruhum? Bana durup hiç anlamadığım övgülerden diyeceksiniz Benim adım besbelli Mustafa Cemal Benim isteğim besbelli "Oyadır" derdim E bir kabir olsun bari Ragıp, Mustafa Cemal, Oya bir kenara dursun Bir imanlı insan 7 düvele dolanmış eksik kalmış Bir derviş kalkıp bu yana durmuş öteki taraf günün kör belasından nasibini almış Padişah Halil İbrahim soframa buyur ettiğinde daha bu coğrafyalarda yokluk yoktu Şu uçsuz bucaksız denizlerin ardında ne turnalar uçtu Damarımda ki kan birikmeden toprak beni geri saldı Olmadı, beceremedim veya becermek istemedim Oturdum bir köşeye içimi birebir döktüm Kalktım döndüm şu tarafa ve ölümü gördüm Ve bir daha çömelip göçtüm evrenin en tenha yollarına Soluğum kesildi, var olamadım, yok bulamadım Vay ben olamadım, olamıyorum, olamayabiliyorum... Oya bir bahar günü sert soğukta nasip oldu bana Sokakların bilinmemezliğinde dolandım Şuursuzluğun kalbinde attım İflağımın kupkuru çöllerinde arandım Buraların dervişi de yok yol soralım Ne yapacaksam bir de şöyle varayım Şu camda ki yansımam yâre benzer Şu arkamda ki perde çok düşman benliğime Kime göre, niye, ne zaman ben ben olayım? Kime "eyvallah", kime "aman Tanrım" , sokağın köşesi nereye gidiyor? Etme bülbül dengem kaçıyor... Babamın benim yaşta kurduğu tezgâhta Çimenin ökçesinde bir kuru ekmek bir derman yoğurda darılırken O ufakça boyun serzenişinde, bir garip... Bakalım şiirde daha bahis konusu ne olacak? Pas tutan hastane kapısında kahve yudumlarken bardakta yarin dudaklarını hissettim Nasıl bir hoş oldum aynısını bilen varsa tarif etsin Tarifin telaffuzu zorsa bir bal dudakta sarhoş olalım İmkân varsa, çare varsa, var varsa, yok yoksa Babam benim yaşlarda bu sokaklarda sevdiğini beklerdi Annem bu yaşlarda bekleyene gelirdi Bekleyip gelenlere gelebilecek gelirdi Vay ben olamadım, olamıyorum, olamayabiliyorum, olabilecek miyim? Ragıp şu aynada göründü Deli divane sebepsiz gülüyor Oya şu sol köşede göründü, oturuyor, gülümsüyor, ağlıyor Kulağımı sağır edecek bir çınlamaya toplandık Benim karşımda sersemce gülen Ragıp Şuur mevkisinde cehenneme masumca gülen Oya Oya kalbin en derin köşelerinde benim dirilişim Evet efendim ben nacizane Mustafa Cemal Karanlığın zifirisinde tutsak berduşt Girizgâhta mahvolan garip, sırtımda kırbaç izleri Evet şu gökten inen melek de kimin misafiridir? Noktası, virgülü yok bu işin. Aykut Barış Çelik
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.