Gönderi

·
Not rated
Talmud şöyle der diye başlıyor eser “Dünyevi kullanıma layık dört dil vardır şarkı için Yunanca, savaş için Latince, ağıt için Süryanice ve gündelik konuşma için İbranice bu giriş cümlesi öyle etkili öyle ilgi çekiciydi ki okuyucuyu adeta kitaba çekmek için Bir halat işlevi görüyorduBir halkın dilinin onun kültürünü ruhunu düşünce tarzlarını yansıttığı söylenegelir. Bölgelerin iklim özellikleri de halklarının konuşma şeklini etkilemektedir .Portekizcenin yumuşak sesleriyle İspanyolca’ nın kulak tırmalayan sertliğini karşılaştırmak bu 2 komşu kültür arasındaki temel farkı kavramak için yeterlidir bunu kendi ülkemizdeki bölgelere de uyarlayarak düşünebiliriz Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan kişilerin dili kullanma, ses tonu Akdeniz ya da diğer bölgelerimizde yaşayan kişilerden tamamen farklıdır bu sadece dil ile bağlantılı değildir. Kişilerin kişilik özelliklerinde de iklimin etkisi yadsınamaz. Bir halkı; karakterini, o halkın diliyle en iyi ifade edilen fikirlere bakarak inceleyebiliriz. Kitaptaki şu bölümde yine hayli ilgi çekiciydi. Toplumun karmaşıklığıyla kelime yapısının karmaşıklığı arasında ters bir bağlantı vardı. Toplum ne kadar basitse, o kadar çok bilgi kelimelerin içinde gösteriliyordu. Toplum ne kadar karmaşıksa, o ölçüde daha az semantik ayrım kelimelerin içinde ifade ediliyordu. Dilbilimci Guy Deutscher, bu sorulara ilkel dillerden günümüze kadar; dilbilimcilerce yapılan araştırmalar üzerinden dilin yansımaları üzerinden kelimelerin anlamları üzerine eğiliyor. Fransız gramerciler Fransızcanın neden dünyadaki bütün dillerden daha sarih olduğunu anlamak için büyük bir emek harcamışlar içlerinden birinin sözleriyle Fransızcanın öyle bir sarahati ve keskinliği vardı ki bir şey Fransızcaya çevrildiğinde sanki ona gerçek bir yorum katılmış oluyordu. Bunun sebebinin basitlik olduğu keşfedildi zorlu gramer araştırmaları sonunda keşfedilen şey şuydu başka dilleri konuşanların tersine biz Fransızlar söylediğimiz her sözde tamı tamına düşüncelerin sırasını yani doğal olan sıralamayı takip ediyoruz. Fransızcanın asla muğlak olmamasına hiç şaşırmamalı öyleyse. Dilin o dili konuşanların karakterini nasıl yansıttığı sorusundan daha büyük bir başka soruya dilin o dili konuşanların düşünme süreçlerini nasıl etkilediği sorusuna geçildiğinde büyük zihinlerde daha da parlak inciler üretilip etrafa saçılmaya başladı dil kültür ve düşünce üzerine söylenenlere bakılırsa çoğu zaman büyük düşünürlerin büyük eserleri küçük düşünürlerin küçük eserlerinden daha doyurucu değilmiş gibi görünüyor. Eser iki kısma ayrılmış olup üç temel konuya odaklanmaktadır. Dilin renk algısına, dilin mekân algısına ve dilin cinsiyet ayrımına odaklanırken “düşünce alışkanlıklarımız” üzerindeki etkilerine de dikkat çekmektedir. Deutscher, dilin düşünce üzerinde hiç de azımsanmayacak etkilerini etkileri olduğunu savunmaktadır. Hayal gücümüzü zorlayacak ölçüde incelikli deney ve araştırmalarla bu savunusunu desteklemektedir. Bu eserin dikkat çekici yanı; hem akademik hem de dil konusuna meraklı okurlar için dilin ayrıntılı bir söz haritasını gözler önüne sermesidir. Deutscher, dilin hayatımızdaki yerini incelerken soyutlamalara başvurmadan çok ziyade çeşitli dillerden verdiği örnekler aracılığıyla konuyu somut, sürükleyici, esprili ve hayret uyandırıcı bir şekilde öğretmektedir. Kitabın ilk kısmının merkezinde dil kültürün bir yönü müdür, kültür tarafından mı biçimlendirilir, doğadan mı devralınır gibi sorular yer almaktadır. Bu soruların sorulması bile acayiptir çünkü dil başka bir kisveye bürünmüş kültürel bir uzlaşım olduğunu hiç saklamayan bir kültürel uzlaşımdır. Diller dünyanın bir yerinde başka bir diğerinde başkadır ve bir çocuğun öğrendiği dilin kaza eseri hangi kültürün içine doğmuşsa o kültürün dili olduğunu herkes bilir.Diller arasındaki en bariz fark nesnelere ve kavramlara farklı adlar farklı etiketler takmaları mıdır ve herkes bilir ki bu etiketlerin kültürel uzlaşmalar olma dışında hiçbir iddiası yoktur bu etiketlerin yüzeysellik dinin ötesine geçip dil aynasında yansıyan görüntünün derinliklerine dalmaya çalışılırsa neler bulunabilir. Bir milletin düşünce yapısını en iyi yansıtan şey dilinin fizyonomisidir. Kültürel farklılıkların dilde anlamlı biçimde yansıdığını ve dahası, anadilimiz düşünme ve dünyayı algılama tarzımızı etkilemektedir. Dil, kültürü mü doğayı mı yansıtır? Bu durumda dili iki farklı kısma ayrılır: etiketler bölgesi ve kavramlar alanı olarak, etiketler kültürel uzlaşımları yansıtır, kavramlar insan doğasını. Eserin Ana Odağı Dilin Aynasından adlı eser, birinci kısmı boyunca kültürün müdahalesinin yarattığı sancıların yanında kültürün dilin bu alanına saldırısı, sağduyuyu rahatsız ettiğine değinilir. Doğanın savunucuları mürekkeplerinin son damlasına kadar; doğa ve kültür taraftarları arasında 150 yıldır süren bir savaşın, merkezi haline getirmektedir. Renklerin dili üzerine kopuyor bu savaş. Bunca şey arasında renkleri neden çapraz ateş altına almışlar dersiniz? Bunun sebebi algının böyle derin ve görünüşte içgüdüsel bir bölgesine müdahale ederken kültürün başka dil alanlarında olduğundan daha ustaca, doğa kisvesine bürünmesi. Sarıyla kırmızı ya da yeşille mavi arasındaki farkın bir parçacık bile soyut, kuramsal, felsefi veya varsayımsal bir yönü yok gibi sanki. Renkler algımızın böyle derin bir düzeyinde yer tuttuğu için renk kavramlarına ancak doğa hükmedebilir. Doğa renk yelpazesinde sınırları belirlemede ihmalkârlık yapmış. Renklere hayranlığımdan dolayı bu ihmalkârlığa müteşekkirim. Yeşilden maviye, camgöbeğinin, turkuazın, cengarinin milyonlarca tonu aracılığıyla yavaş yavaş geçiliyor. Ve renklerden söz ederken sarı yeşil, mavi diye sınır çiziyoruz. Renk uzayını bölme biçimimiz doğanın buyruğu mu? Bu kitabın dil merceği bölümünde “ Dil kültürel farklılıkları yansıtmak gibi edilgen bir rolden fazlasını üstlenip kültürün ulaşımlarını zihnimize dayanmakta kullandığı etkin bir araç olabilir mi ?Farklı diller o dilleri konuşanların algılarını farklı ulaştırır mı ?Dilimiz içinden dünyayı gördüğümüz bir mercek midir?” gibi soruların cevapları aranır kültürün dayattığı dilsel kavramlar aracılığıyla düşünceleri etkileyip etkilemediğini sormak akla uygundur. Sorunun kaynağı dilin düşünce üzerindeki etkisinin ,varlığını ya da yokluğunu ampirik olarak kanıtlamanın amansızca zor olmasında yatıyor bu yüzden bu konu olgu polisi tarafından suçüstü yakalanma tehlikesiyle hiç karşılaşmadan fantezilerini teşhir etmekten zevk alanlar için her zaman mükemmel bir platform sunmuştur. Özgürlük çerçevesi dilin genel olarak kavramlarının hatta gramatik yapısının şekillenmesinde kültürün rolünü kavramak için en iyi yolu sunar farklı kültürler elbette dünyayı keyfi olarak parçalara ayırmada bütünüyle serbest değildir .Doğanın hem insan beyninin doğasının hem de dış dünyanın doğasının kısıtları ile sınırlanmıştır doğa sınırların ne kadar kararlı biçimde çizerse hareket alanı o kadar daralır mesela kediler ve köpekler kuşlar ve güller için kültürün ifade özgürlüğü diye bir şeyden neredeyse hiç söz edilmez kuşları ve gülleri olan her toplumda bizim kuş ve gül kelimelerimiz de karşılık düşen kelimelerin olacağından emin olabiliriz. Kelime dağarcığının kültüre bağımlılığı ne şaşırtıcıdır ne de tartışmalı ancak toplum yapısının dilin grameri ile ilgili alanların karmaşıklığını mesela morfolojiyi etkilediğini öne sürmeye kalktığımızda tehlikeli sulara girmiş oluruz .Bağımsız kelimelerin dizilimi ile değil de kelimelerin yapısı içinde aktarılan bilgi açısından diller oldukça değişkenlik gösterir. İsimlerin içine gömülü bilgi miktarı da dilden dile değişir kelimenin içinde bulunan bilgi miktarı toplumun karmaşıklığına ilintilidir toplumun karmaşıklığıyla kelime yapısının karmaşıklığı arasında bir ters bağlantı vardır toplum ne kadar basitse o kadar çok bilgi kelimelerin içinde gösteriliyor toplum ne kadar karmaşık olsa o ölçüde daha az semantik ayrım kelimelerin içinde ifade ediliyordu. Bir dilin morfolojik karmaşıklığı genellikle o dili konuşanların bilinçli tercihinin ya da tasarlanmış planlarının sonucu değildir morfolojik karmaşıklığın düzeyi uzun vadede yaratıcı ve yok edici güçlerin dengesi tarafından belirlenir eğer yaratıcı güçler hakimse en azından kaybedilenler kadar önek ve sonek yaratıyorsa dil kelime yapısındaki karmaşıklığı korur veya artırır eğer erozyona uğrayan ekler yaratılan anlardan daha çoksa kelimeler zamanla basitleşir. Gramerdeki cins ayrımının bir mantığı vardır hayati özellikleri benzerlik taşıyan nesneleri bir araya toplayarak sınıflandırmak kendi içinde son derece makul görülür dolayısıyla bir dilin cins ayrımı için benimsediği ölçüt doğrultusunda kendi koyduğu kurallara uyacağını varsaymak gayet doğaldır bu nedenle bir dişil cinsin dişi insanların ve hayvanların hepsini bir cansız cinsin bütün cansız şeyleri ya da bir bitkisel cinsin bitkileri içermesini bekleyebiliriz.Dilin ikili bir yaşamı vardır kamusal rolü açısından dil o dili konuşanların oluşturduğu topluluğun etkin bir iletişim sağlamak amacıyla üzerinde anlaştığı bir uzlaşmalar sistemidir ama dilin bir de o dili konuşan herkesin zihninde içselleştirdiği bir bilgi sistemi olarak özel bir varoluşu vardır. Dilin etkin bir iletişim aracı olarak işe yaraması için o dili konuşanların zihinlerindeki özel bilgi sisteminin kamusal dil ulaşımları sistemiyle sıkı bir uyum içinde olması gerekir işte bu uyum sayesinde bütün evrendeki en harika ve en ele avuca gelmez şey olan zihnimizde olan bitenin yansımalarını dilin kamusal uzlaşımı onlarında bulmak mümkün oluyor. Bu kitabın birinci kısmında dilimizin dünyayı kavramlara bölme tarzının doğa tarafından belirlenip bize sunulan bir şey olmadığı ve neyi doğal bulduğumuz büyük ölçüde hangi uzlaşımlarla yetiştirildiğini bize bağlı olduğu açıklığa kavuşturdu.Bu elbette her dilin dünyayı keyfine göre bölümlere ayırabileceği anlamına gelmez ama neyin öğrenilebilir ve iletişim açısından makul olduğunu belirleyen kısıtlar altında en basit kavramların bile nasıl tanımlandığı sağduyunun ön görülebileceğinden çok daha fazla değişkenlik gösterir en nihayetinde sağduyunun doğal bulduğu şeyler alışık olduğu şeylerden ibarettir. İkinci kısımda toplumumuzun dilsel uzlaşmalarının düşüncelerimizin dilin ötesine geçen yönlerini de etkileyebildiğini gördük dilin düşünce üzerindeki kanıtlanabilir etkisi daha önceleri çığırtkanlığı yapılandan çok daha farklıdır. Ana dilimizin entelektüel ufkumuzu sınırladığı ya da başka bir dilde kullanılan kavram ve ayrımları anlama yeteneğimizi kısıtladığı yönünde hiçbir bulgu yoktur anadilin asıl etkisi belli tür deyişlerin sık kullanımı ile oluşan düşünce alışkanlıklarında yeterli farkı görmek üzere bildiğimiz kavramlar ana dilimizin bizi sürekli vermek zorunda bıraktığı bilgiler, dikkatli olmamızı istediği ayrıntılar ve bizi maruz bıraktığı tekrarlanan çağrışımlar, bütün bu konuşma alışkanlıkları dilin kendisine dair bilgimiz den daha fazlasını etkileyen düşünce alışkanlıkları yaratabilir. Dilin 3 alanından örnekler verildi bu eserde mekansal koordinatlar ve bunların hafıza örüntüleri ile yön duygusu üzerindeki etkileri gramerdeki cinsler ve bunların çağrışımlar üzerindeki etkisi ve kimi renk ayrımlarına duyarlılığımızı artırabilen renk, kavramla dilin düşünce üzerindeki etkisi ancak doğrudan akıl yürütme üzerinde gerçekleşiyorsa mesela bir dili konuşanların kolayca çözdüğü mantık problemlerinin başka bir dili konuşanlar tarafından çözülmesinin dillerinde engellendiği gösteriliyorsa bir önem taşır. Mantıksal akıl yürütme üzerinde böyle bir kısıtlayıcı etkiye dair hiçbir bulgu sunulamaz olduğuna göre bunun zorunlu sonucu dilin geri kalan etkilerinin önemsiz olduğu ve hepimizin esas olarak aynı şekilde düşündüğüdür ancak mantıksal akıl yürütmenin hayatımızdaki önemini abartmak çok kolaydır.Böyle bir abartı düşünceyi fiilen mantığa eşitleyen ve diğer zihinsel süreçleri dikkate değmez gören analitik felsefeyle beslenerek yetişenler açısından doğaldır ama bu görüş bizim fiili yaşam deneyimimiz de mantıksal düşünmenin oynadığı nispeten mütevazı role tekabül etmez. Neticede günlük kararlarımızın ne kadarını iç sesimize ,sezgilerimize, duygularımıza dürtülerin bize veya pratik yeteneklerimize uyarak değil de soyut tümden gelince akıl yürütme yoluyla veriyoruz ki ana dilin deneysel olarak kanıtlanmış etkisi hafıza algı ve çağrışımlar da ya da yön bulma gibi pratik becerilerde de bu kendini hissettirir. Fiili yaşam deneyimimizde bu alanlar soyut akıl yürütme yeteneğimizden daha az önemli değildir hatta belki de çok daha önemlidir toplumun yapısıyla gramerin yapısı arasındaki olası bağlantılara ilişkin araştırmalar ise henüz tohum halindedir. Her şeyden önce dilin düşünce üzerindeki etkisinin araştırılması ciddi bir girişim konusu olmaya yeni başlıyor. Mekan, cins ve renk dilin etkisinin en ikna edici biçimde kanıtlandığı alanlar gibi geliyor. Son yıllarda başka alanlarda incelendi ve ama onlara ilişkin henüz yeterince destekleyici bulgu ortaya konulmuş değil.
Dilin Aynasından
Dilin AynasındanGuy Deutscher · Metis Yayıncılık · 2013138 okunma
·
88 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.