Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

·
Puan vermedi
Kitap “Söz konusu kitaplar olduğunda tarafsız kalamadığımı kabul etmeliyim, onlara bayılıyorum. Ancak her aşk gibi, kitaplara olan zaafımın da gözü kör. Çoğu okur gibi ben de okumayı neden sevdiğimi, bu eylemin beni ve sevdiklerimi nasıl etkilediğini hiç sorgulamadım.”sözüyle başlıyor.Bu söz bile yaptığı eylemin sebebini aramak için bireyin düşünme eylemine geçtiğinin göstergesidir. Okumanın psikoloji ve empatiyle ilişkisi, kitap okunan ortamda büyümenin önemi, yabancı dilde okumanın faydaları gibi pek çok konu üzerine sorular sorup bu sorulara yanıt ararken, okumanın hayatımızdaki gerekliliğini, dijital çağda kitap okumak için 10 nedeni sunuyor bize kitabımız. Özetler, çizimler, notlar ve birbirinden hoşuma giden fotoğraflarla desteklenen bizim de en sevdiğimiz şey olan kitaplar ve bize kattıklarıyla ilgi bir kitaptı. Dijital çağda kitaplar, okumanın psikoloji ve empatiyle ilişkisini, kitapla büyümenin önemi, ve tam bir rehber olan anlatımıyla hem bir sürü şey katan hem keyifle okunan bir kitaptı.Neden kitap okunması gerekliliği edinimini kazandırma gayretiyle aktarmaktadır, Kovac. Bu bir nefeslik eser, iki bölümle okumanın mantığını; çağımızın gereklilikleri üzerinden, okumanın nefes almayla eş değer olduğunu ele alarak çağımızı değerlendirmektedir. Miha Kovac'ı, iletişim kurma ve medyayı nasıl kullanma bağlamı, kitap okumanın mantığını sorgulamaya itmiştir. Teknolojik cihazlar, günümüzde artık vücudun bir parçası hükmünde. Bu durum, insana insanlığını da unutturup onun bir robot, bir makine olarak değerlendirilmesine neden olmuştur. Kitap okumak, bu robotlaşan insanlar için ağır bir iş olarak durmaktadır artık. Çünkü çağ tüketim çağı ve tüketim, her şeyde kendini göstermektedir. Bir Nedenler Zinciri Bilginin kısa ve çabuk, basit ve eğlenceli, kolay erişilebilir olduğu dijital çağda neden baskılı kitap okunuyor ki? Bundan kazanç oluyor mu? Kitap ekran medyasından daha farklı ne verebilir ki? Dolayısıyla farklı medya alanlarının bir arada olduğu çağda "neden okumak?" sorgusunu makul bir zemine oturtmaktadır Kovac. Kitap okumanın makul bir tarafı kaldı mı? Ekran medyası basılı kitaplardan kesinlikle çok daha fazla seçenek sunduğu aşikâr. Bu durumda kitap okumayı bırakırsam çok şey kaybeder miyim? Ya da kitap okumayı bırakmazsam herhangi bir kazancım olur mu? Kitap okumayı anlamlı kılan on neden sunarken, dilsel çoğulculuğu destekleyen iki veya daha fazla dilde okuyabilmenin yararlarını açıklamaktadır, Miha Kovac. Kitap okursanız daha fazla şey görür ve duyarsınız. Her gün düşünmeden yaptığımız şeylerle ilgili çok az şey biliyoruz ve bu okumak için de geçerli. Zayıf okuma, metinlerin kavranmasını zorlaştırır. Okuması zayıf olan biri, zihinsel kapasitesi harfleri çözümlemekle meşgul olduğundan okuduğunu anlayamaz. Peki, bunun nedeni ne? Düşünce sürecinin bileşenleri duyusalı kısa süreli ve uzun süreli bellektir. Her birinin bilgiyi işlememde ve okuma sürecinde bir rolü vardır. Akıcı okumak önemlidir çünkü çalışma belleğinin kapasitesi sınırlıdır. Bu nedenle aynı anda birkaç işten fazlasının yapamayız. Kişi nitelikli bir okur olduğunda artık tek tek harflerle uğraşmak yerine yazılı sözcükleri, sonuna kadar okumaksızın şekillerinden anlamlarını çıkararak otomatik olarak tanır. Bu nedenle iyi okurlar, kötü okurlara kıyasla daha iyi görür, duyar ve kavrar. Sık sık okuyarak çalışma belleğini otomatikleştiririz. Böylece daha kolay okuruz. Çalışma belleği kapasitesi arttıkça da okuduğumuzu daha rahat kavrarız. Bunun için neden kitaplara halen ihtiyaç duyuyoruz? Akıllı telefonlar sayesinde sosyal medya okuması, okuma alıştırması için yeterli değil mi? Hayır değil. Otomatikleşmiş birçok çalışma belleği, aynı zamanda zengin bir sözcük dağarcığına ihtiyaç duyar. Bunu geliştirmenin en kolay yolu kitap okumak. Okumak ve Tür Üzerine Yoğunlaşmak: Edebi eserler yeni düşünce bağlamları yaratır. Sözcük dağarcığımız, dünyaya dair duyu ve düşüncelerimizi okuduklarımızla çarpıştırır, sözcük dağarcığımız bu sayede zenginleştirir.Bu tür çarpışmaları okumalar derin okumadır. Edebi metinler ve doğa bilimlerine ilişkin metinler bu çarpışmanın kapılarını aralayan türdendir. Eski sözcüklere yeni anlamlar kazandırarak yepyeni bir dünya yaratabiliriz. Popüler bilim kitaplarında kuantum kütle çekim teorisini edebiyattan, klasik felsefeden ve dinlerden benzetme ve hikâyelerle açıklayan iki fizikçi Vlatko Vedral ile Carlo Rovelli bu yaklaşımı zirveye taşımıştır. Sosyal bilimlerin ve edebiyatın kusursuz bir beyin idmanı olması yanı sıra, klasik felsefe, tarih ve doğa bilimlerindeki gelişmeleri anlamak da zordur. Dünyanın atom parçacıklarından oluştuğu kuramını ortaya atan Demokritos bu kuramını alfabetik sistemle oluşturur. Harfler; sözcükleri, sözcükler; cümleleri, cümleler de eseri oluşturuyorsa, atomlar da dünyayı oluşturmuştur. İnsanlığın kültürel tarihine aşina olmak, doğa bilimlerindeki gelişmeleri ve teknolojik ilerlemeleri anlamamızı kolaylaştırır. Kısa sözcük dağarcığını zenginleştiren okuma eylemi insanlığın temelini oluşturmaktadır. Daha dikkatli olalım okur olarak. Okuma Eylemi Üzerine: Okuma eylemi zamanla nasıl değişti? Antik çağda edebi eserler halka açık, ezberden veya metinden okunuyordu. Orta çağda manastırlarda sesli olarak İncil okunuyordu. Sanayi devrimiyle icat edilen matbaa ile kitaba erişim kolaylaştı. Bu da eğitim biçimlerinde değişimlere neden oldu, dolayısıyla bunun sonucunda da Avrupa zorunlu eğitimi getirdi. Tüm bunlarla birlikte türlerin gelişimi de insanoğlunun ufkunun günden güne açılmasına vesile oldu. Romanlar, şiir kitapları, masallar, piyesler, politik ve felsefi makaleler güdümsüz okuma yöntemleriyle okunup bireysel olarak yorumlandı. Dolayısıyla okuma bir eğlence biçimi bir sosyal hareketlilik aracı veya yıkıcı fikirlerin üreme alanı olarak kullanılmaya başlandı. İkinci Bölüme Dair Eserin ilk bölümünü oturttuğumuz okuma mantığı üzerine. İkinci bölümde ise dijital ile baskı dünyasının paralelliği üzerine yoğunlaşılmaktadır. Uzun metin ekran yerine kâğıttan okunduğunda daha kolay anlaşılmaktadır. Bildiğiniz üzere. E-kitap okuyucusu piyasaya sürülmesi üzerine yeni nesillerin kitapları sadece ekrandan okuyacağından ve basılı kitapların sadece antika koleksiyonerlerine ve teknolojik okur yazarlığı olmadığı gibi yeni ortama uyum sağlamak da istemeyenlere hitap edeceğinden bahseder, Miha Kovac. E-kitap ve basılı kitap arasında yapılan tercih imaj meselesi değil. Üç geniş çaplı araştırma, uzun ve karmaşık olan bilgilendirici metinlerin ekran yerine kâğıttan okunduğunda daha iyi kavrandığını göstermektedir. Milenyum nesli, uzun metinler okurken entelektüel dünyayla kitaplar yoluyla tanışmış boomer neslinden daha fazla zorlanıyordu. Milenyum nesli uzun metinlerde basılı medyayı kullanmayı makul buluyor. Kitap okurken geliştirdiğimiz bir başka beceriye dikkatimizi uzun süre boyunca yoğunlaştırabilme becerisine götürmekteydi. Bu yeti ekran teknolojilerini kullanırken geliştirdiğimiz düşünce yöntemlerine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır. Ekran teknolojilerini kullanır ve kitap okursak iki farklı şekilde düşünmeyi öğrenmekteyiz. Akıllı telefon aracılığıyla hem dilsel hem kültürel açıdan yabancı olduğumuz Çin gibi bir ülkede ihtiyaçlarımızı karşılamak ve çevresel zorluklarla baş edebilmekteyiz. Derin okuma becerisi olmadan tarayarak okumanın hiçbir faydası yoktur. Okuyarak geliştirdiğimiz zengin bir sözcük dağarcığı gerektiren uzun ve odaklanmış bir fikir yürütebilme becerisi olmadan, örneğin; zihnimize Çin kültürünü derinlemesine öğrenebilecek kadar esneklik kazandırmanın tek yolu kitap okumaktır. Okumak izlemek ve oynamak arasında belirli farklar var. Ortalama bir okurun Anna Karanina'yı bitirme süresi yaklaşık yirmi saatini alır. Günde bir saat okuyan bir okursa bu süre üç haftaya çıkar. Bu kitaptan hareketle 2012'de çekilen İngiliz filmini bitirebilmek için sadece iki saate ihtiyacı vardır. Filme uyarlanan tüm edebi eserlerde de durum budur. Okurken yoğunlaşmamız sadece bir saati buluyor. Okuma eylemine tamamen dahil olmak ise daha uzun süreler. Bunun için kitapla olan bağı güçlendirmek için oturmak, kitabı açmak ve bütün iletişim kanallarıyla kitaba dalmak gerekiyor. Aksi taktirde çeldiricilerin çokluğu, okuma eylemini sekteye uğratır, kitapla çok zor şekilde bağ kurabilmekteyiz. Sonuç olarak iç dünyamızın zenginleşmesi teknolojinin gelişmesiyle birlikte ilerlemektedir. Baskı teknolojilerinin gelişimi ve piyasa ekonomisi insanın zihninde ve ruhunda alfabenin icadıyla benzer bir etki oluşturdu. Yerli dilin kullanıldığı yeni bir okuryazarlık gelişiyordu. Piyasa ve baskı teknolojisi, sosyal, kültürel ve teknolojik güçlerle bir araya gelerek on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda insanların ortak kimliklerini ve içsel deneyimlerini yarattı. Baskı teknolojisinin icadı, ulusal bir toplumun üyeleri olarak birbirimizi nasıl anladığımızı etkiliyorsa, ekran teknolojisinin de yarının insanlarının kimlikleri üzerinde etki yaratacağına dikkat çekmekteydi, Kovac. Küreselleşmiş ve dijitalleşmiş bir dünyada ulusal dilleri konuşmanın ve ulusal bir topluma ait olmanın pek bir öneminin kalmaması muhtemel. Uzak olmayan gelecekte yapay zekânın pek çok dilde sohbet edebileceği, ciddi konularda sessiz kalacağı veya İngilizce ya da Çince konuşmaya başlayacak dolayısıyla kendi dilimizde bilimsel ve kültürel üretim yapamazsak, gelecek nesiller bilimsel hukuki veya kültürel meseleler üzerine tartışmak istediklerinde sözcük dağarcığı daha zengin bir dile geçmeleri gerekecek. Ancak kitap okumak makul kalacak. Okurken kendi fikirlerimizi üretmeyi öğreniriz. Hakikati, bazı köşelerde bizi elinde sopayla bıkmadan usanmadan bekleyen tekinsiz birine benzetir, Kovac. Sonuçta makineler, insanların fiziksel verimini arttırmasına yardımcı olduğu gibi entelektüel verimini arttırmasına da katkı sağlamaktadır. Fikir üretmeyi bilmiyorsak, sözcük dağarcığımız zengin değilse ve analitik düşünemiyorsak makineler yardımcı olamaz. Bu becerileri farklı türlerde kitap okuyarak sözcük dağarcığımızı derinleştirerek analitik düşünebiliriz. Kitapları okuyan bir geleceğimiz olacak ya da geleceğimiz olmayacak. Kitaptan Alıntılar *Yetişkinler, çocuklara rol model olmak için evdeki kitapları kendileri de okumalılar elbette. Ayrıca henüz okuma çağında olmayan çocuklara da okumalı ve onları gelecekte okuma alışkanlığı geliştirmelerine fazlasıyla katkıda bulunacak binlerce ilginç isimli kitap barındıran kitap mağazalarına ve kütüphanelere de götürmeliler. Çocuklara kitap okuyarak onların düşünebilen ve empati kurabilen bireylere dönüşmesine katkıda bulunuruz. Evinde en az orta ölçekli bir kitaplığı bulunan bir aileye doğmuş yetişkinlerin okuma ve matematik becerileri, kitaplığı olmayan bir evde büyümüş ve benzer bir eğitim süreci geçirmiş yetişkinlerden daha yüksektir. *Son yirmi yılda kâğıttan ve ekrandan okuma üzerine yapılmış yüzlerce çalışmayı kapsayan üç geniş çaplı araştırma, uzun ve karmaşık olan bilgilendirici metinlerin ekran yerine kâğıttan okunduğunda daha iyi kavrandığının gösteriyor. Üstelik deyim yerindeyse elinde akıllı telefonla doğan milenyum nesli, uzun metinleri ekrandan okurken entelektüel dünyayla kitaplar yoluyla tanışmış boomer neslinden daha fazla zorlanıyor. Bu durumun neden kaynaklandığını -henüz- bilmesek de olası nedenlerden biri, ekranların yanıp sönmeyen ve ses çıkarmayan şeylere odaklanmanın zor olduğu bir ortam yaratması ve bu nedenle içeriği sadece tarayıp geçmemiz; akıllı telefonlarla büyüyen neslin, basılı medyaya uzun süre maruz kalmış kişilerden ekran ortamını bu şekilde algılamaya daha çok aşina olması olabilir. Dolayısıyla milenyum nesli, uzun bir metin okuması gerektiğinde basılı medyayı kullanmayı gittikçe daha da makul buluyor. * Pek çok meslektaşım, büyük bir coşkuyla yeni nesillerin kitapları sadece ekrandan okuyacağından ve basılı kitapların sadece antika koleksiyonerlerine ve teknolojik okuryazarlığı olmadığı gibi yeni ortama uyum sağlamak da istemeyenlere hitap edeceğinden bahsetti. Sonra biri, kaç kişinin okurken Kindle kullandığını sordu. Hepimiz gururla elimizi kaldırırken -salondaki en genç meslektaşımız mahcup bir edayla basılı kitap okumanın okumayı öğrendiğinden beri mesaisinin yanı sıra, neredeyse tüm boş zamanlarını geçirdiği ekranlardan uzaklaşmasını sağladığını ve bu nedenle kitapları basılı olarak okumayı tercih ettiğini söyledi. Konferans sona erince, tartışmayı çevrimiçi ortama taşıdık ve yayıncılık istatistiklerinden de bildiğimiz şeyin günümüzün gerçeği haline geldiğini şaşkınlıkla fark ettik. Eski nesiller, okumaya yönelik tasarlanan cihazları yeni nesillerden daha sık kullanıyordu. Amerikalı bir meslektaşım şakayla karışık bir yorumda bulundu; ona göre belirli bir yaşı geçmiş insanlar tüm teknolojik buluşları daha genç görünme arzusuyla neredeyse saplantılı şekilde benimserken, çocuklarımız bizden farklı olmak için eski medyaları kullanmakta ısrar ediyordu. * Okuma becerisi zayıf insanlar, okuduğunu kavramak için harfleri çözümlerken tüm zihinsel kapasitesini kullanır. Çok okuyanlarsa harfleri çözümlemeden otomatik olarak okur. Bu sayede okuduğunu kavramak için gereken zihinsel kapasiteleri serbest kalır. Yani ne kadar çok okursak okuduğumuzu kavramamız o kadar kolaylaşır. *20. yüzyıl boyunca yaşam standartları, farklı sosyal sınıflar için farklı oranlarda olsa da herkes için yavaş ancak istikrarlı şekilde artmış; bu artış boş zaman ve harcanabilir gelire de yansımıştır. Başka bir deyişle, 20. yüzyılın ortalarından bu yana çok daha fazla insanın televizyon karşısında daha fazla zaman geçirmesine karşın, televizyonun gelişiyle eğitime katılımın artmasının ve yaşam standartlarının iyileşmesinin etkisiyle kitap satışları, düşmek şöyle dursun, daha da arttı. *Kitap okumaya ilişkin asıl değişimi, önce kişisel ve dizüstü bilgisayarların, sonra da tabletlerin ve özellikle de bir dizi iletişim aracını mucizevi bir şekilde cebimize sığdırıveren akıllı telefonların icadı yarattı. Bu yeni evrensel bilgi gereci, sayısız yeni medyayı da beraberinde getirdi ve bir gün sadece yirmi dört saat olduğundan Facebook, YouTube, bloglar, uygulamalar ve diğer programlar, hedef kitlenin dergilere, kitaplara, radyoya ve klasik TV kanallarına gösterdiği ilgiyi büyük oranda kendi üzerine çekti. *Tarayarak okumanın ayırt edici özelliği, çevrimiçi bir içerikle beğeni göndererek, öfkeli bir yorum yazarak veya bu içeriği üzerinde pek düşünmeden, kaynağını teyit etmeden veya insanları bunu paylaşmaya iten güdüleri sorgulamadan paylaşarak etkileşimde bulunmaktır. Bu tür iletilerin içeriği kapsamlı değildir. Üstelik sosyal medya büyük oranda bağımlılık yaratmak üzere tasarlanmıştır; Bize sürekli yeni bilgi sağlayan uyarıcılara duyduğumuz ihtiyacı tetikler. *Yani kitap okurken sadece kitabın hikâyesiyle hoşça vakit geçirmekle kalmıyor; kendimi keşfetme, egomu dizginleme, insanları ikna edebilme ve farklı görüşteki insanlarla ortak bir payda bulabilme becerilerimi de gözden geçirmiş oluyorum. *Film izlerken veya oyun oynarken karakterler tüm fiziksel özellikleri, boyu posu ve sesiyle önüme geliyor; hikâyenin geçtiği doğal çevre, binalar ve mekanlar gibi. Ancak kitap okurken tüm bunların aksine filmlerin ve kitapların önüme sunduğu her şeyi kendim yaratmak zorunda kalıyorum ve bu da daha yoğun bir zihinsel ve yaratıcı çaba içine girmemi sağlıyor. Bilgisayar oyunları bir noktada filmlerden daha avantajlı; özellikle de çok oyunculu oyunlar hızlı stratejik kararlar alma becerisi için mükemmel bir uygulama sahası olabiliyor. Ancak genellikle sözcük dağarcıkları pek zengin olmadığından bilgisayar oyunları, okumanın yerini alabilecek niteliklere sahip değil. * Kitap okunan ortamda büyüyen çocuklar hayatta daha başarılı olur. Çocuğun iyi bir okur olup olmayacağını, dolayısıyla sayısal ve sözel yatkınlığını önemli ölçüde etkiler. Ev ortamı elbette önemli ancak bir çocuğu okura dönüştürebilecek tek faktör değil, ev ortamının eksikliği halinde okullar ve kütüphaneler gibi diğer sosyal kurumlar okuma becerisinin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunabilir. *Kişi başına düşen gayrisafi milli geliri beş bin Euro’dan az olan ülkeler neredeyse hiç gelişemezler, çünkü gelişmeye harcayacak paraları yoktur. Yani fakirlik, kurtulması zor bir lanettir. Dolayısıyla böyle ülkelerde kitap ve okuma kültürü de neredeyse sıfırdır. Öte yandan, kişi başına düşen gayrisafi milli geliri on yedi bin Euro’yu geçen ülkelerde ekonomi dışı faktörler, ülkelerin eğitime ve kültüre ne kadar yatırım yaptığı ve hane halklarının harcanabilir gelirleriyle neler yaptığı üzerinde belirleyici rol oynar. Örneğin, Finlandiya Estonya’nın iki katı kadar zenginliğe sahip olmasına karşın Estonya’daki aileler Finlandiya’dakilerden üçte bir oranında daha büyük kitaplığa sahip. Benzer şekilde, ABD’nin kişi başına düşen gayrisafi milli geliri Kosta Rika’nınden üç kat fazla olmasına karşın, Kosta Rika’nın mutluluk indeksi ABD’ninkinden daha yüksek. Kurallar, insanlar kadar ülkeler için de geçerlidir: Gelişmiş okuma alışkanlıklarına sahip insanlar da ülkeler de daha az okuyanlara kıyasla genellikle daha yenilikçi ve mutlu oluyor. *İnsanlar pek çok renk için ayrı ayrı sözcükler ürettiler. Bunun nedeni de bu renklerin doğada görülmemesinden ziyade, insanların renkleri üretmeyi öğrenmesiydi. Öte yandan, pazarlama ve markalama sektörlerinde yaygın şekilde kullanılan renk psikolojisi, bize renklerin algıları etkilediğini ve insanlarda belirli duygular uyandırdığını –örneğin, bazı kültürlerde kırmızı ve sarı mutluluğu, siyah yası, beyaz sakinliği ve sessizliği, mavi bilgeliği ve istikrarı simgeler– gösteriyor. *Matbaa, Avrupa’nın ulusal farkındalık geliştirmesine önayak olan buluşlardan biriydi. Bu farkındalık o kadar ikna ediciydi ki 20. yüzyılın ortalarında yeni medyanın -film, radyo ve televizyon- doğuşu bile ne büyük ne de küçük ulusların kimliklerine meydan okudu. Dahası, ulusal diller ve ulusal diller üzerine kurulu toplumlar, atalarımızın çoğunun bu toplumları savunmak için canını vermeye hazır olduğu kimliklerini ve iç dinamiklerini öylesine benimsedi ki, bu toplumlardan birinin kendi dilini kaybetmeye zorlanması, bireysel kimliğiyle birlikte yaşamını da kaybetmesiyle eş değer tutuldu. * Ekskavatörler nasıl hendek kazmanın anlamından ya da amacından bihaberse, algoritmalar da analiz ettikleri verilerin sonuçlarının sosyal ve bireysel bağlamı hakkında bir fikre sahip değil. Özetle, insanlar benzersiz biyoalgoritmaların, diger algoritmaların ve oluşturdukları ağların karmaşıklığını yapay algoritmalardan çok daha iyi anıyorlar. Algoritmalardan daha zeki olmaya devam etmek istiyorsak düşünme protezleri bize ne sunarsa sunsun, zihinlerimizde sosyal ve duygusal zekanın yanı sıra bilgiye de yer açmamız şart. *Ne yöne dönersek dönelim, kendi zihinlerimizde doğru türde bilgi ve belirli seviyede analitik beceri olmadığı sürece dünya çapında ağın sağlayacağı hiçbir bilgi bize yardımcı olamaz. Dünyadaki tüm bilgiler parmaklarının ucunda olsa da bir aptal daima aptal olarak kalır. Düşünebilme becerimiz, sosyal ve duygusal zekâmız hayatımız boyunca sürekli olarak az ya da çok acı veren gerçeklik testlerinden geçer. Evliliklerdeki tartışmalarda işler istediğimiz gibi gitmediğinde kontrolsüz öfke patlamaları yaşıyorsak, evliliğimiz biter. İş yerimde daha fazla verim için gelen her talebi mobbing olarak değerlendirirsem, soluğu işsizlik merkezinde alır ve hayatıma müzmin bir işsiz olarak devam ederim. Fazla mesaiye acımasızca zorlandığım bir iş yerinden ayrılmazsam da er ya da geç tükenirim. *Elbette, çok okuyan insanlar da faka basabilir ve bu gerçeklik testlerinden sınıfta kalabilir. Ancak okuma yoluyla düşünme ve empati becerilerimi eğitir ve geliştirirsem, analitik düşünebilirim. Kendi tepki ve duygularımdan soyutlanabilmemi sağlayacak zenginlikte bir sözcük dağarcığına sahip olursam, yeni düşünce testlerinde çuvallama ihtimalim, düşünme kapasitesi dar, sınırlı bir sözcük dağarcığına sahip ve empati kurmayı beceremeyen birine göre daha düşük olur. Tüm bu nedenlerden çevrimiçi yaşamım, sadece zihnimdekilerin bir yansıması. Analitik düşünmeyi ve empati kurmayı biliyorsam, zengin bir sözcük dağarcığına sahipsem, internet bu tür becerilerimi daha da pekiştirir ve pek çok alternatif çözüm bulmama yardımcı olur. *Kitap okuma alışkanlığı, toplumların entelektüel ve duygusal sağlığının göstergelerinden biri olarak kabul edilebilir. Bu kitaptaki son söz olarak, çoğu Batı toplumunda kitap okurlarının sayısının son on yılda gittikçe azalmasının gelecekteki sosyal ve toplumsal istikrarsızlıkların ve beklenmeyen krizleri başarıyla atlatabilme becerisinin kaybının bir göstergesi olarak değerlendirilebileceğini belirtmek isterim.
Okumak Nefes Almaktır
Okumak Nefes AlmaktırMiha Kovač · Portakal Kitap · 2022160 okunma
·
321 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.