Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

“Kaçak cesurca öldü,” dedi Robb. Uzun ve genişti gövdesi, her geçen gün biraz daha büyüyor gibiydi. Annesinin renklerini almıştı. Nehirovalı Tullyler’e özgü açık tene, kızıl kahve saçlara ve mavi gözlere sahipti. “En azından cesareti vardı." dedi. “Hayır,” dedi Jon Kar sakince. “Ondaki cesaret değildi. Gözlerinde ölüm korkusu vardı. Gözlerindeki korku görülebiliyordu Stark.” Jon’un neredeyse siyaha çalan çok koyu gri gözleri vardı. O gözlerden hiçbir şey kaçmazdı. Robb’la aynı yaştalardı ama bu tek benzer taraflarıydı. Jon, Robb’un kaslı yapısına oranla inceydi. Robb beyaz tenliydi, Jon ise esmer. Jon seri ve zarifti, Robb’sa güçlü ve hızlı. Robb etkilenmiş gibi görünmüyordu. “Onun o gözlerini Ötekiler alsın,” diyerek küfretti. “Bence iyi bir şekilde öldü. Ne dersin, köprüye kadar yarışalım mı?" “Tamam,” dedi Jon ve atını mahmuzlayarak öne fırladı. Robb bir küfür savurarak arkasından gitti. Patikadan aşağı doğru atlarını koşturuyorlardı. Robb gülüyor, naralar atıyordu. Jon sessiz ve kararlı alıyordu yolu. Dörtnala giden atlar yerdeki karı havaya savuruyordu. Bran onlara yetişmek için hamle yapmadı. Midillisinin onların atlarıyla yarışamayacağını biliyordu. Kafası kesilen adamın gözlerini o da görmüştü ve o gözleri düşünüyordu. Bir süre sonra Robb’un kahkahası duyulmaz oldu ve orman yine sessizliğe gömüldü. O kadar derin düşüncelere dalmıştı ki, ana kafilenin ona yetiştiğini babası seslenene kadar fark etmedi bile. “İyi misin Bran?” diye sordu babası, ses tonu şefkatliceydi. “Evet baba,” diye cevap verdi. Kürk ve derilere kuşanmış halde iri savaş atının üzerinde lord babası, Bran’a dev gibi görünüyordu. “Robb adamın cesurca öldüğünü söylüyor; Jon’sa korku içinde öldü diyor,” dedi. “Peki sen ne düşünüyorsun bu konuda?” diye sordu babası. Bran düşündü. "Bir adam korkusuna rağmen cesur olamaz mı?" diyerek yanıtladı. "Bir adamın gerçekten cesur olabileceği tek andır korktuğu an," dedi babası. "Peki bunu neden yaptığımı anlayabiliyor musun?" "Çünkü o bir yabanıldı. Yabanıllar kadınları kaçırıp, Ötekiler'e satar." Lord babası gülümsedi. "Yaşlı Dadı yine hikâyeler anlatmış sana. O adam yeminini bozmuş biriydi. Gece Nöbetçileri'nden firar etmiş bir kaçaktı. Hiçbir adam kaçaklardan daha tehlikeli değildir. Kaçaklar yakalandıklarında öleceklerini bilirler ve bu yüzden en aşağılık ve en zalim suçları işlemekten çekinmezler. Ama benim sana sorduğum şey bu değildi. Ben sana adamın neden ölmesi gerektiğini sormadım. Neden ben infaz etmek zorundaydım, onu sordum." Bran'ın bu soruya verecek bir cevabı yoktu. "Kral Robert'ın bir celladı var," dedi tereddüdle. "Evet, var," diye onayladı babası. "Ondan önceki Targaryen krallarının da olduğu gibi. Fakat bizim usulümüz kadimden geldiği üzeredir. Biz Starklar'ın damarında hâlâ İlk İnsanlar'ın kanı dolaşır. Biz cezanın, hükmü veren tarafından infaz edilmesi gerektiğine inanırız. Kılıcı, hükmü veren indirir. Bir adamın canını alacaksan, onun gözlerine bakıp son sözlerini dinleyecek cesaretin de olmalı. Bunu yapamıyorsan belki de ölmeyi hak etmiyordur hakkında hüküm verdiğin. Bir gün Bran, Robb'un sancak beyi sen olacaksın. Kendin, kardeşin ve kralın adına yönetmen gereken bir kalen olduğunda adalet senin ellerinden dağıtılacak. O zaman geldiğinde, ölüm emri vermekten zevk duymamalısın ama cezayı infaz etme görevinden de kaçmamalısın. Beslediği cellatların ardına sığınan hükümdar, er geç unutur ölümün nasıl bir sey olduğunu."
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.