Gönderi

Öncelikle Berkes'in hatırlattığı gibi 1908 Devrimi'nde “Türk halk yığınları olaya ilk kez olarak din açısından değil, politik açıdan tepki” göstermiştir. İttihatçılar da her devrimde olduğu gibi, sistemin eski meşruiyet odaklarına meydan okumuş ve onları yerlerinden etmiş oldukları için, kendilerini ve iktidarlarını meşrulaştıracak yeni odaklara muhtaçtırlar. Bu bağlamda onlar “millet”i değilse de, “hakimiyet-i milliye”yi icat ederler ve o kavrama, sonrasında Kemalistlerin de aynen taklit edecekleri gibi, sımsıkı sarılırlar. Onunla bağlı bir dizi kavram da, iktidarlarıyla doğrudan ilgili olduğu için kutsanır ve kutlanır. Bu dönemde, artık rıza ve sadakat sağlayıcı merci olarak “dinsel bir kutsallıkla” çevrili padişahın yerine, seküler bir kutsallıkla çevrili “vatan, millet, kanun ve devlet” öne çıkarılır. Bunun en çarpıcı ifadesi, 1909 Anayasa değişikliği ile padişahın (eski kutsallığın merkezinin), vatana ve millete (yeni kutsallara) sadakat üzere yemin etmesidir. Milletin padişaha sadakatinden, padişahın millete sadakatine geçilmiştir. Okullardaki derslerde padişaha sadakat işlenmeye devam ediyorsa da, artık "asıl itaat öznesi olarak vatan kutsanmaktadır." Bu dönemde Türkçülük siyasal bir akıma dönüşür, tarih ders kitaplarında Orta Asya “vatan-ı asli” , Anadolu ise “vatan” olarak öne çıkar ve Türklüğü ısrarla vurgulanır. Yine Türklük vurgusunun İslâm vurgusuna bir alternatif kutsallık membaı olarak kurgulanmaya başlaması da devrim sonrası döneme rast gelir. II. Abdülhamid döneminde dini içerikli bir ders olan ahlâk dersi bu dönemde milli bir içerik kazanır. Bununla irtibatlı olarak özellikle Balkan Savaşları sonrası, Pan-Türkçülükten ayrı olarak bir Anadolu Türk milliyetçiliği oluşmaya başlar. Ziya Gökalp ile birlikte artık, "mevcudiyetini kutsal bir varlık" olan milletten alan vatan algısı yerleşmeye başlamış ve vatan, "uğruna hayatlar feda olunan mukaddes bir ülke" olarak tanımlanır olmuştur. Ayrıca bu dönemle birlikte vatanın, namus ile de kutsanması zirve yapar. Namık Kemal'den itibaren vatanı bir kadın, özellikle de “anne”, bazen de “sevilen kadın” olarak tasavvur etmek zaten yaygındır. Öyleyse ona uzanan eller de, milletin namusunu kirletmiş, annelerinin/eşlerinin ırzına geçmiş oluyor, en affedilmez günahı işliyorlardır.
Sayfa 171Kitabı okudu
·
79 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.