Gönderi

Büyük savaşla beraber kutsallık sağlayıcı kaynaklarda bir değişim göze çarpmaya başlar. Türkiye'de değil, tüm dünyada, kutsallaşan “bilim, medeniyet, insanlık” gibi kavramlar (yani o dönemki modern insanın kutsalları) sorgulanır hale gelmiştir. 19. yüzyıl boyunca tüm ideolojilerde gözlemlenen bilimin ve medeniyetin gelişmesi vasıtasıyla insanlığın bir “yeryüzü cenneti” kuracağı algısı sarsılmaktadır. Bilim cenneti değil, savaş teknolojisi vasıtasıyla cehennemi vermiştir. Bu kutsallar, savaş sonrası yıllarda elbette tekrar eski güçlerini kazanacaktır, ama şimdi sahneye özellikle “millet”, “vatan” gibi kavramlar çıkacak, tarihsel dinler de kısa süreli bir geri dönüş yaşayacaktır. 1922'de Büyük Taarruz, 1923'te Lozan'ın imzalanması ve Cumhuriyet'in ilanı ile, yani kazanılan özgüven ile birlikte, kullanılan dil ile kutsallaştırma araç ve sembolleri de çeşitlenmeye başladı. Yine de bu hâlâ tam anlamıyla seküler bir kutsama değildi. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan oluyordu fakat aynı gün “devletin dini din-i Islâm'dır” maddesi anayasaya ekleniyordu. O gün Mustafa Kemal cumhurbaşkanı seçiliyor ve o celse Karahisar Mebusu Kâmil Efendi'nin kürsüden kıraat ettiği dua ile son buluyordu. 12 yıllık bir ölüm kalım savaşından yeni çıkmış, sonunda Lozan'da “ölümden sonraki dirilişi” Batı tarafından da tasdik edilmiş bir ülkenin, şimdi de yeni bir rejimi tesis eden bu insanları, tüm bu başlarına gelenleri İslâm peygamberinden sonra Allah'ın ikinci bir mucizesi olarak yorumluyorlardı. Konuşmadan onların, Ankara'yı yeni bir Mekke olarak gördüklerini, Türk milletini ise bir nevi peygamberlik vazifesiyle vazifelendirilmiş seçkin bir yere konumlandırdıklarını anlıyoruz. Neticede tarihte ikinci defa kurdukları yapı Cumhuriyetti; yani Mehmet Emin'in tanımıyla “Allah'ın hükümeti”. 1924 yılında hayata geçirilen devrimlerden ve 1925'teki Şeyt Sait İsyanı'ndan sonra "Türklüğün sınırları yeniden" çizilir. TPCF'nin kapatılmasından az zaman önce (27 Nisan 1925) İsmet İnönü, yeni anlayışın özeti sayılabilecek konuşmayı Türk Ocakları İkinci Kurultayı'nda yapacaktır: "Bunu gerek dahilde ve gerek hariçte söylemek için artık vehm edecek bir nokta-i endişemiz yoktur. Milliyet yegane vâsıta-i iltisâkımızdır. Diğer anâsır (unsurlar) Türk ekseriyeti karşısında hâiz-i tesir değildir. Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anâsırı kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız evsâf her şeyden önce Türk ve Türkçü olmasıdır." Bundan sonra Kurtuluş Savaşı günlerinin, hatta Cumhuriyet'in ilan günlerinin havasından eser yoktur. Müslüman milliyetçiliği yerini Türk milliyetçiliğine bırakmıştır. Tüm etnik topluluklar Türklüğe gönüllü katılıp, onun içinde yok olacaklar veya gerçekten yok olacaklardır. Bu siyaset devletin en temel siyasetidir ve gelecek kuşaklar da bu felsefe doğrultusunda yetiştirilecektir. Bu yeni milliyetçilik, Turan fikrinden ve Pan-Türkçülükten (tamamen değilse de) büyük oranda arınmış, (Hatay istisna tutulursa) irredantist hevesleri olmayan, Anadolu odaklı ama içeride son derece rijit ve totaliter tavrlı bir milliyetçiliktir. Bu totaliter projede Yeni Türk'e uygun görülen din ise, rejimin kurguladığı sınırlar içindeki medeniyet ve bilimin de sözde desteğini alan bir milliyetçiliktir. Bu seküler din 1930'ların başına kadar büyük oranda Rousseaucu bir sivil din olarak Türk Ocakları çevresinde şekillenmiş, sonrasında ise devlet eliyle bir siyasal din olma yolunda epey mesafe kat etmiştir.
·
50 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.