Kont Grabbe ve kurmayları, çadırlarında toplantı üstüne toplantı yapıyordu. Ellerinde puroları, lületaşından pipoları ve yerel zarif papirosileriyle sürekli çay içiyorlardı. Savaştan, ölümden ve yıkımdan bahseden, sürekli emirler yağdıran komutanların arasında emir erleri, barışı ve memleketi hatırlatan bir leitmotif olan kocaman pirinç semaverleri hazırlıyorlardı. Koysu'nun üzerindeki yıkık köprüyü yeniden inşa edip, Şamil' in takviye kuvvetlerinin kullandığı kalenin arkasındaki bölgeyi ele geçirip bütün ikmal hatlarını kesmeden ve avulu tamamen kuşatmadan Ahulgo'yu alamayacaklarına karar verdiler. Koca bir ayı bu projeyi gerçekleştirmek için harcayacaklardı. Müritler, şiddetli direniş gösterse de açık arazide Rus topçularının ateşine dayanamadı. Nihayet köprü inşa edilmişti. Gimri üzerinden Rus takviye kuvvetleri geliyordu. Şamil, doğum yeri olan Gimri'nin kendisine sadık kalacağını ve ortak düşmanlarına direneceğini düşünmüştü. Ama Gimri hiçbir hamlede bulunmamış ve Rus birliklerinin geçişine izin vermişti. Şamil, bunu hiç affetmeyecekti. Ağır toplar yeni mevzilere yerleştirildi. Bu arazi şartlarında bir topu taşımak bazen bir hafta sürüyordu. Askerler, atların ve katırların dahi çıkamadığı patikalarda topları sürüklüyordu ("Oraya bir köpek çıkabilir mi? Köpek çıkabiliyorsa, Rus askeri de çıkabilir"). Kuşatmadaki birliklerden iki tabur asker, etraftaki araziyi tarayıp Ahulgo'ya yardıma gelen isyancılara müdahale etmekle görevlendirildi. Bu esnada kurmay karargahında Kont Nirod adlı genç bir subay, büyük bir askeri mühendislik başarısı sergiliyordu. Zevküsefa için yanından ayırmadığı beş İranlı huriyle nam salmıştı. Kendisine zorlu bir görev verilen Kont Nirod, halatlarla uçurumdan aşağıya sarkıtılan ve askerleri Müritlerin kurşunlarından koruyan uzun bir ahşap platform tasarladı. Bu sayede askerler, sarkıtılan platformdan karşıya atlayıp kayaları aşabilecekti. Bu platformu yapıp yerleştirmek birkaç hafta sürdü. Geceleyin kayalıklardan aşağıya inip halatları kesen Müritler, iki kez platformu parçalamayı başardı. Sonunda Ruslar, zincir kullanmak zorunda kaldı. Bütün operasyon, ateş altında yürütüldü ve ağır kayıplar verildi. Bu işte görevlendirilen askerler ölüme gönderildiğinin farkındaydı. Bütün süreç boyunca askerlerin yanından ayrılmayan Kont Nirod tek bir çizik dahi almadan kurtuldu (Oldukça yakışıklı, zengin ve çekici bir adamdı. Belki de haremindeki İranlı kadınların duası sayesinde şansı yaver gitmişti). Kafkas savaşlarından yara almadan kurtulan birine rastlamak pek mümkün değildi. Zayiat listelerinde görülen ölü, yaralı ve kayıp şeklindeki olağan başlıkların yanında "ezilmiş" olarak nitelenen çok sayıda vaka bulunuyordu. Çoğunlukla arazi şartlarından ya da Üzerlerine atılan taşlardan, yuvarlanan kayalardan dolayı ölümcül yaralar almış, uçurumdan ya da yamaçlardan düşmüş askerler bu sınıfa dahil ediliyordu. Ağustos ayının ortalarına doğru Grabbe, Ahulgo'yu dört bir yandan kuşattığı ve avula giden bütün yolları kestiği için kendisiyle gurur duyuyordu. Geriye bir tek avulu ele geçirmek kalmıştı. Kavurucu yaz güneşi adamlarını mahvetmişti ve askerlerin yarısı tifoya yakalanmıştı. Kuşatma altındaki avulda durum daha umutsuz olmalıydı. Su kuyuları kurumuş, erzak ve yakacak kalmamıştı. Yaralıları tahliye etmek mümkün değildi. Odun da bitmişti. Hem yakacak hem de inşaat malzemesi olarak kullanılan kalas, Müritler için en değerli mallardan biriydi. Bu dağlık arazi o kadar yüksekteydi ki bölgede ağaç yetişmiyordu. Gece gündüz demeden sürekli kayaları döven Rus topları, Şamil'in binbir zahmetle yaptırdığı ve büyük gurur duyduğu yerin altındaki müstahkem mevkileri ve sığınakları tahrip etmeye başlamıştı. Şamil köşeye sıkıştığının farkındaydı. Sadece bir avuç askeri hayatta kalmıştı. Kadın ve çocukların yarısı ölmüştü. Mühimmatı tükenmek üzereydi. Yakınlardaki Çirkey avulun un reisi, kısa süre önce Grabbe'ye arabuluculuk yapmayı teklif etmiş ancak Grabbe, Şamil'in Rus hükümetine teslim olmasını ve müzakereler esnasında iyi niyet göstergesi olarak oğlu Cemaleddin'i rehin vermesini talep etmişti. Şamil, ilk başta bu şartları kabul etmemişti. Naiplerinden Yunus'u "bir Rus generalin kaldıramayacağı kadar" mağrur bir cevapla geri göndermişti. Şamil'in elinde sadece gururu kalmıştı. Mağrur ruhu, acı ve küçük düşürücü mağlubiyeti reddediyordu. Oğlu Cemaleddin'i rehin vermeye gönlü razı değildi. Beyhude çarpışmalar bir hafta daha devam etti. Yüksek ateş ve bitkinlik sonucu artan kayıplar tarafları daha da zayıf düşürdü. Ne Ruslar Ahulgo'yu ele geçirebiliyordu ne de Şamil mücadeleyi sürdürecek imkana sahipti. Hayatta kalan askerler o kadar bitap düşmüştü ki birçoğu ölmek için dua ediyordu ama Şamil'in korkunç gururu ve iradesi direnmeye devam ediyordu. Güneşin yaktığı kayalar ceset doluydu. Bir deri bir kemik kalmış kadınlar, leş kargalarını ölülerinden uzak tutmaya çalışıyordu. 18 Ağustos'ta Şamil teslim bayrağını çekti. Küçük oğlu Cemaleddin'i menfur kafirlere rehin vermeyi kabul etti. Oğlu ağlamıyordu. Şamil ve Fatma, Cemaleddin'e düşmanın önünde vakarını korumasını tembihlemişti. Zaten müzakereler bitince geri gelecekti. Ahulgo'yu kurtarmanın tek yolunun gidip teslim olması olduğunu söylemişlerdi. Bu sayede babası, mücadelesine devam edebilecekti. Şamil, kendisini esir alanlara karşı hıncalını kullanmaması gerektiğini söyledi küçük Cemaleddin'e. Şerefle, cesaretle ve sabırla hareket etmeliydi. Savaşta hıncalını ve şaşkasını sallayacağı, babasının yanında cenge gideceği günler gelecekti. Fatma, oğluna beyaz bir çerkeska giydirdi. Başına koyun derisinden bir papak taktı. Allah'ın yeryüzündeki halifesi, Dağıstan İmamı Avar Şamil'in oğlu olduğunu asla unutmayacaksın, diyordu. Oğlunu bir daha göremeyecekti. Yanında babasının en güvenilir naipleri Yunus, Taljik ve Eski Naip'le birlikte Ahulgo'yu terk eden Cemaleddin Rus mevzilerine doğru yola çıktı. Naiplerin ellerinde mürit sancakları vardı. Sancakların gölgesinde öne çıkan Cemaleddin tek başına yürümeye başladı. Patikanın ortasında ilk defa çapraz ateşe tutulmaktan korkmadan durabilen bir grup Rus subayı rehineyi bekliyordu. Tebessüm edip nezaketle ellerini uzattılar ama gözleri dolan Cemaleddin başını çevirdi. Ağlamaması gerektiğini biliyordu.