Gönderi

80 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 7 days
"Mutlu Yaşam Üzerine" Üzerine
Yetmiş sayfalık bir kitap olmasıyla biraz uykumu getirme görevini üstlenir diye elime aldığım kitap beni bir düşünceden diğerine savuran bir hız trenine dönüştü ben de daha "Yaşamın Kısalığı Üzerine" kısmını dahi okumadan soluğu burada aldım. Değindiğim kısımlarda kendimle çeliştiğim yerler olduysa mazur görülsün. Kitabın içeriğine geçmeden önce yazarın M.S. 4-60'lı yıllar arasında yaşamış olmasının beni çok şaşırttığını söylemek isterim. Yazar zamanının ilerisinde bir yazar mı yoksa sadece felsefenin doğası gereği o zamanlardan beri süregelen belli başlı düşünce yapıları var ve bu sebeple söz konusu eseri kaleme almak o kadar da büyük bir mesele değil mi pek emin değilim doğrusu. Yazarımız Seneca, Stoa felsefesini benimsemiş bir filozof aynı zamanda devlet adamı. Kitabı okumadan önce Stoacılık ile ilgili, en iyi olarak erdemi gördükleri, ve erdeme de doğayla uyumlu yaşayarak ulaşacaklarını düşündükleri bilgisine sahiptim. Kitap da tam olarak bu konu üzerinden şekilleniyor. Felsefesini derinlemesine bilmediğimden kendi bulunduğum konumu söyleyemeyecek olsam da kitapta değinilen ve hoşuma giden kısımlara yer vereceğim. İlk olarak Stoa felsefesinde "Doğayı derinlemesine düşünmek Tanrı'yı düşünmektir." diye bir söz geçiyor. Tanrı'nın en güzel, yarattığı doğa ve insanda görüldüğünü savunan biri olarak bu düşünce tarzı çok hoşuma gitti. İkinci olarak yazar bir kısımda Stoa felsefesinin temel ilkelerinden olan "Benim için iyi olan her şeyi kendimde taşıyorum." mantrasından bahsediyor. İnsanın iyi ve mutlu olmasının bir tercih olduğunu düşündüğüm için bu cümleye kesinlikle katılıyorum. Bunu okuyan bazıları savaş, doğal afet gibi durumları örnek vererek bu durumlarda iyi ve mutlu olmanın seçim olmayacağını söyleyebilir ve haklı da sayılırlar; bu sebeple olağanüstü durumları bir süre kenara koyacağız. Kanımca iyi olmak ve mutlu olmak bir aktivitedir. İnsanın kafa yapısını bu yönde şekillendirmesi, bunun için bir çaba sarf etmesi gerekir. Hayatta insan için kötüyü seçmek ya da üzülecek bir durum bulmaktan daha kolay hiçbir şey yoktur. Mühim olan mutlu olmaktır. Mutlu olmaya değinmişken ilgimi çeken başka bir kısma geçmek isterim. Yazar bir kısımda şu cümleyi kuruyor: "Dolayısıyla istese de istemese de, bir insanın yaşamına daimî bir neşenin ve kendi derinliğinden gelen soylu bir mutluluğun dahil olması öyle temel bir zorunluluktur ki, insan ancak bu sayede kendinde bulunan şeylerden keyif duyar ve sahip olduklarından fazlasını istemez." Burada yazar mutluluğu normalde gördüğümüzden daha farklı bir yere yerleştirmiş. Bu bakış açısı yukarıdaki düşüncemle uyuştuğundan çok kafama yattı. Mutluluğu; aslında isteklerimizi elde ettikçe ulaştığımız bir amaç olarak değil de isteklerimizi elde ettiğimizdeki yeterlilik duygusunun temeli olarak tanıtmış. Ona göre bir yerlere ulaşarak mutluluk duygusunu kazanmıyoruz, mutluluk duygusuna sahip olursak ulaştığımız yerlerden keyif alıyoruz. Keyif almakla mutluluk arasındaki fark nedir? Aslında aynı denebilecek kavramlar ve bu bir kısır döngü mü? Bunlar tartışmaya açık. Yazarın başta büyük bir hararetle savunduğu düşüncelerden biri de gürültüyü takip etmenin bizi yoldan çıkardığıdır. Der ki: "En kötünün kanıtı kalabalık tarafından tercih edilmiş olmasıdır." Bu konuda bu kadar katı ve damgalayıcı olmamakla beraber son zamanlarda içinde bulunduğumuz zihin dünyasının küreselleşmesi beni rahatsız etmiyor değil. Bundan kendi çapımda sıyrılmanın yolunun herkesin okuduklarını okumaktan, herkesin izlediklerini izlemekten biraz da olsa uzaklaşıp kıyıda köşede kalmış cevherleri bulmaya çalışmak olduğunu düşünüyorum. İnsan gerçekten herkesin okuduğunu okursa herkesin düşündüğünü mü düşünür? Herkesin düşündüğünü düşünmek korkulması gereken bir durum mu? Yazarın değindiği diğer bir konu ise erdemli insanın farklı dönemlere ayak uydurması ve kendi doğasına uyumlu olması gerektiği ile ilgiliydi. Bu kısmı okuyunca bir arkadaşım ile aramızda geçen konuşma aklıma geldi. Zor zamanlar geçirdiğim, her yerden darbe aldığımı ve bunları karşılamak için çok zayıf olduğumu düşündüğüm bir dönemde o arkadaşım çok manidar bir metaforu bana tekrar anımsattı. Çınarın dışarıdan çok güçlü ve sağlam, sazlığın ise çıtkırıldım durduğunu fakat kuvvetli bir fırtınanın çınarı yerinden söküp fırlattığını, sazlığın ise ordan oraya savrulsa bile en güçlü fırtınada dahi köklerine tutunduğunu söyledi. O gün bu gündür konfor alanımı sarsan her fırtınada sazlık olduğumu kendime hatırlatırım. Daha fazla konuyu dağıtmadan kitaba geri dönelim. Kitapta Hazcılar ve Erdemciler arasındaki çatışmaya bol bol değiniliyor. Yazarın haz konusundaki birçok düşüncesine katıldım. Hazza çalışan insan kendisine haz satın almaz, kendisini hazza satar. Bence bunun sebebi haz mevzubahis olunca insanın doyumsuz olması, hiçbir zaman tatmin olmamasıdır. Nefis kontrol altında tutulmazsa devamlı bir bıçak ile bilenerek çok keskin bir kılıca dönüşür. Fakat yazarın Epicuros ve diğer Hazcıların aslında ölçüsüz hazzı savunmadığını pek iyi kavrayamadığını düşünüyorum. Haz yalnız olumsuz durumlarla ilişkilendirilmemeli. İşin sırrı mal mülke, oburluğa, şehvete tasma takmak; bunların kölesi olmamak. Yazarın bu konuda inanılmaz yanlış bulduğum bir düşüncesi de yine aynı konuda erdemi tapınaklarda, hazzı ise genelevlerde ve meyhanelerde araması idi. Nefisi hiçe saymak, hazzı düşmanlaştırmak kanımca mutluluğa giden yolun herhangi bir adımı olamaz. Erdem bulunulan ortamla özdeşleştirilecek bir meziyet değildir. Haz tabii ki de asıl amaç olmamalı fakat erdemin yan ürünü olarak barındığı, iyilik yaparken keyif veren şey olduğu da reddedilmemelidir. Yanlış bulduğum diğer bir husus ise bu kitapta da belli noktalarda olduğunu düşündüğüm, cefakarlığın erdemle bağlantılı, neredeyse orantılı olarak görülmesi mevzusudur. Hazdan uzak bir hayat hedefleyen filozofların gözümde tanrıya yaklaşmak için kendini kırbaçlamaktan tutun türlü türlü acılara göğüs geren, bunları ibadet sayan birtakım mezhep mensuplarından farkı yoktur. Hiçbir koşulda bu cefakarlığın güzellemesi yapılmamalıdır. Benim hazzın erdemin gölgesi olarak kalması gerektiğini düşünmemin sebebi ise hazza giden yolun kolay olduğunu düşünmemdendir. Hazzı amaçlayan bir hayat daldan dala savrulur, düzenden git gide uzaklaşır. Değinmek istediğim diğer bir konu ise ideale ulaşmak mümkünmüş gibi insanları buna teşvik etmenin aptallık olduğunu düşünmemdir. Zira bu imkansızdır ve insanların ödül mekanizmasında herhangi bir etki uyandırmayınca bu düşüncenin topluluk üzerinde bir tesiri kalmaz. İdeale yaklaşılmalıdır. Bahsi geçen idealin ne olduğu bu incelemenin konusu değil. Seneca da zaten zenginliğine, sarayda yaşamasına, kendinden yaşlı şaraplara sahip olmasına yapılan saldırılara karşı şu sözleri söylüyor: "Ben bilge değilim ve bilge olmayacağım, benim en iyilerin seviyesinde olmamı bekleme sadece kötülerden daha iyi olmamı bekle." Bunun saldırılara karşı bulduğu mantıklı bir kaçış yolu olduğunu düşünenler olacaktır fakat karınları tok sırtları pek olduğu için felsefeyi ileri taşımış Yunanlardan sonra, filozofların hepsinin Diyojen gibi bir fıçının içinde yaşamaları gerektiği düşüncesi absürt kaçacaktır. "Herhangi bir pratik sonuç doğurmasa bile insanlar yararına olan uğraşlar övgüye değerdir. Bu zar zor bir kitap incelemesi sayılabilecek, kitap üzerine bir deneme en olmadı bir entelektüellik taklidi olarak bakılırsa daha çok anlam ifade edecek yorumu son bir paragraf ile kapatmak isterim. Okurken yazar sanki düşüncelerimin nereye yöneleceğini biliyor gibiydi. Aklıma gelen her düşünce veya soru bir sonraki sayfadaydı. Kendi zaten okuyucuyu bu şekilde yönlendirmiş olabilir fakat yine de bu durumu etkileyici buldum.
Mutlu Yaşam Üzerine – Yaşamın Kısalığı Üzerine
Mutlu Yaşam Üzerine – Yaşamın Kısalığı ÜzerineSeneca · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20247.8k okunma
·
98 views
Nebula okurunun profil resmi
Ellerine sağlık sayın Bursa Büyükşehir Belediyesi, yazını okuduktan sonra bu kitabı okuma isteği uyandı içimde, en kısa zamanda başlayacağım. Her ne kadar Antik Yunan kökenli felsefi görüşlerin genelde pragmatistlikten uzak olduğunu ve erdem dedikleri şeylere aşırı bir kutsallık atfettiklerini düşünsem de Stoacılık, her insanın göz atması gereken tatlı bir düşünce sistemi kanımca. İnsanın, özellikle de elinde olmayan durumlar üzerine aşırı düşünüp gereksiz negatif duygulara kapılmasına ilaç gibi geliyor. Yazarın “En kötünün kanıtı kalabalık tarafından tercih edilmiş olmasıdır.” Sözüne ayrı bir parantez açmak gerek. Kötü kelimesinin çok doğru bir kullanım olduğunu düşünmüyorum, ama çoğu durumda kalabalığın yaptığı tercihler kesinlikle akıl ve mantığın muhakemesinden uzaktır. Genellikle aşırı çoşkulu negatif duygularla temellenmiş oluyor bu tarz kitle tercihleri. Bu da stoacılığın “Yıkıcı duygulara öz eleştiriyle karşı koyma” fikrine taban tabana zıt bir durum oluşturuyor. Açıkçası radikal hareketlerde bulunmaya yatkın kalabalıkların kolektifliğinde yer almaktansa, birey tarafımızı ön plana çıkarıp entelektüel özelliklerimizin üzerine durmak bana daha mantıklı geliyor. Bilmiyorum sen de düşünürsün bu konuda. Bir de sana çınar – sazlık örneğini veren arkadaşın inanılmaz birisine benziyor, kesin çok bilmişliği de vardır xcbxvchjxbcxbcjh
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.