Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

272 syf.
10/10 puan verdi
·
32 günde okudu
23 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleştirdiğimiz GBA* kapanış sunumu akabindeki geribildirim seansında bana önerilen 2 kitaptan biri olan “Kendini Arayan İnsan” adlı eser (diğeri de Hermann Hesse – Bozkırkurdu) üzerine notlarımı ve akılda kalan yerleri paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu eseri okuyacak düzeye/ farkındalığa gelmeme vesile olan ve bana bunu öneren değerli hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim. Sağ olun, var olun… Psikiyatrist Rollo May’ın 1953 yılında yayınlanan bu kitabı bana daha önce okuduğum Engin Geçtan kitaplarındaki (“Hayat” ve “İnsan Olmak”) şoku yaşattı. 70 yıl önce yayınlanmış bir eserin günümüzde bile çok ufak-tefek bir kaç nüans dışında birebir geçerliliğini koruması hayret vericiydi gerçekten. Bunda eserin yaratıcısı olan Rollo May’in ABD’de yaşamış olmasının da bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti olarak 80 darbesiyle birlikte ABD yörüngesinde bir ülkeye evrilmemiz, May’in 70-75 yıl önce ABD’de gördüklerini bizlere sanki 20-30 yıl öncesini anımsatmış olması da absürt değil. Ek olarak Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” eserini yazarken bu eserden esinlenmiş olabileceğini -içerik olarak tam olmasa da fikir ve şablon olarak- de düşünmedim değil. Kitap 3 ana – 8 alt bölümden oluşmakta ve yalnızlık, endişe, bireysellik, özgürlük, cesaret ve zaman kavramlarına derinlemesine bir analizi içermektedir. Gerçekten kafanızı verebileceğiniz zamanlarda (hem dönem hem de gün içi saat olarak) okunması gereken yoğun bir eser. Ben, yaz kapanışı – güz başlangıcı gibi Eylül – Ekim arası okudum ve bitirdikten sonra kitaplığımın 3-5 yıl sonra yeniden okurum rafındaki** yerini aldı. Eser yoğun olmasına karşın yazarın dili “Akademi akademi içindir” anlayışının zıddı olarak gayet yalın ve anlaşılabilir; Türkçe çevirisi de gayet başarılı. Emeği geçen basımevi ve çevirmene de birer alkış. May, yaklaşık 30 sayfada aktardığı yalnızlık ve endişe kısmını, bu bölüme girişte yer verdiği bir cümle ile özetlemiş adeta: “İnsanların benden beklentilerini yansıtan bir aynalar toplamından ibaretim” diyerek insanın 34 yıllık yaşamının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesine vesile oluyor. Annen dedi diye yapmadıkların, baban istiyor diye yapmaya zorlandıkların, “elalem ne der” diye vazgeçtiğin hayallerin… Aynı bölümün devamında, David Riesman’ın “Yalnız Kalabalık” kitabından yaptığı alıntıyla da o dönemki ABD insanlarının dışa yönelimli olduğu ve göze çarpmak değil de uyum sağlamak amacıyla yaşadığının altını çizmiş. Bu durumun 70 yıl öncesi ABD’sinde okullarda öğretilen / dayatılan yaklaşımla (sormayın, sorgulamayın, birbirinin kopyası bireyler olun yoksa cezalandırılırsınız, vb.) ilgisi olduğuna eminim ama kanıtlayamam Bu hususu, çok sevdiğim tarihçi/akademisyen/yazar ESG (Emrah Sefa Gürkan) de “Ezbere Yaşayanlar” isimli kitabında “Okulda sadece cebir, geometri, fizik ya da dilbilgisi öğretilmiyor.; aynı zamanda sosyal düzenin devamını amaçlayan değer, tutum ve davranış biçimleri de öğrencilerin dimağına kazınıyor” diyerek vurguluyordu. “Endişe” kelimesini de “yakalanma” ve “şaşkına dönme” hissi olarak tanımlamış; bireylerin uzun süreler boyunca endişeye maruz kalmaları halinde bedenlerinin psikosomatik hastalıkların hedef tahtası haline geleceğini aktarmış. Kısacası endişenin, büyük veba salgınının -insan sağlığı ve refahının en büyük düşmanı- günümüze uyarlanmış hali olduğunu dile getirmiş. Çok tanıdık, tıpkı 2008 yılında Bursa’dan İstanbul’a üniversite okumaya gitmem ile ortaya çıkan ve yaklaşık 15 yıldır benimle birlikte olan bel ağrım gibi… İlerleyen bölümlerde, kapitalizmin bizleri hasta olmaya bile utanır, “hastalıklı” düşünce yapsınına sahip bireyler haline getirdiğinin altını şu şekilde çiziyor May: “Ellerimle ayaklarım ne hissederse hissetsin, işe gitmeliyim. Birkaç yüzyıldır süregeldiği haliyle bedenin modern çağdaki sanayileşmeye hizmet eden cansız bir makineye indirgenmesi sonucunda, insanlar bedenlerine kulak vermemekle gurur duymaktadırlar.” İş hayatını düşününce, gerçekten de yüzlerce farklı kişi ve senaryo -kendim dahil - aklıma gelir; hasta olarak işe gelen ve bundan kıvanç duyan kişiler. Bu bölümü şu metoforik örnek ile kapatıyor yazar: “Bunun sonucunda doğa, gelip kişiyi soğuk algınlıklarına, nezleye ya da daha ciddi hastalıklara maruz bırakarak sanki ‘Bedenini dinlemeyi ne zaman öğreneceksin?’ diye sormaktadır.” Bu soru pandemi döneminden çok tanıdık geliyor, Dünya adeta bizlere çok hızlısınız biraz durup soluklanmanız gerekiyor uyarısı yapmış ve bizleri 2 yıl evlerimize kapatmıştı. Özgürlük bölümünde, Nietzsche’nin “Özgürlük asıl olduğumuz şeye dönüşme kapasitesidir” alıntısıyla insanların kısıtlar, baskılar, şablonlar, dayatmalar, gelenekler, vb. şartlamalarla aslında olduğumuzdan farklı bireylere dönüştürdüğünü ve bizlerin bunu sanki bilinçli olarak seçtiğimizi sandığımızın altını çiziyor. Nietzsche buna “kaderini sevmek” derken, Spinoza hayatın kanunlarına itaatten bahsediyordu. Yaratıcı Bilinç bölümünde ise, bir kaç nüans dışında 70 yıl sonra dahi geçerliliğini koruyor dediğim şeylerin aksine bir örnek ile karşılaşıyoruz. Aşırı tutumluluk ile başarı arasında bir pozitif korelasyon olduğunu vurgulamış May. Örneğin doğruluğu elbette tartışılabilir fakat günümüzde böyle bir şeyi dile getirmek adeta kutsal kitaplara hakaretle eşdeğer bir suç olarak algılanabilir, kişiler toplum tarafından “cimri” olarak damgalanabilirler Yine bu kısma paralel, çok sık kullanılan iki deyimden ve bunların bilinç altımıza neyi empoze ettiğinden şu şekilde bahsetmiş yazar: “Her iki ifade de (‘elini taşın altına koymak’ ve ‘kolu kanadı kırılmak’) gruptan ayrılmanın, ‘çıkıntılık’ yapmanın, çoğunluğa uymamanın korkutucu yanlarının altını çizmektedir. İnsanların cesaretten yoksun olmalarının nedeni, yalnız kalmak ya da ‘sosyal tecride’, yani alaylara, kahkalara veya dışlanmaya maruz bırakılmaktır.” Günümüz tüketim toplumlarında da benzer bir paradoks var; her bir birey özeldir, biriciktir fakat söylem ve eylemlerde ise bunun tam zıddı bir durum hakim. Yine ESG’den bir alıntıyla bu kısmı da sonlandırmak istiyorum: “Enteresan bir şekilde insanların her birinini ne kadar özel olduğunun vurgulandığı bir çağda; modern bireyin hayattan, sanattan, siyasetten hep aynı şeyleri anladığını ve ‘özel görünmek’ telaşının ironik bir şekilde birbirinin kopyası sıradan bireyler yarattığını görüyoruz.” Sahiden de, güzellik anlayışının çeşitli estetik operasyonları ile birbirinin aynısı olan kadınları ortaya çıkarması, siyaset ve sporun hep tekdüze ve kutuplaşmaya sıkışık söylemlerde eski algısını yitirmesi bunlara güzel örnekler olabilirler. Yine kendimle özdeşleştirdiğim bir diğer kısım ise, kendi içsel boşluklarını, çocuklarından birtakım eğilimler (cesur, agresif, bağımsız, vb.) göstermelerini bekleyen ebeveynlerden bahsettiği pasajdı. Tahmin ediyorum ki bir çoğumuz, anne-babalarımızın bizden bu tip eğilimler göstermemizi beklediğini ve fakat yine bu eğilimleri gösterebilmek adına tecrübe kazanabileceğimiz ortamlardan / deneyimlerden bizi uzak tuttuğunu hatırlayacaktır. Bu ne perhiz ne lahana turşusu babacığım? Ve son kısım, Zamanı Aşan İnsan… Zaman sorununun (Ne kadar geç kaldık?) çoğu modern insan için en yoğun endişe kaynaklarından biri olduğunu vurgulayarak başlıyor May bu bölüme. Tek bu cümleden, çocukluğuma/gençliğime dair onlarca anı geldi bilinç düzeyime ve yine takdir edersiniz ki ailemle ilgili Okula erken başlasın, hazırlık okumasın, iyi veya kötü üniversiteye ilk yıl girsin, yıl-dönem kaybı olmasın. Bugünkü bilincimle ise o gün kaybedilmeyecek bir senenin insanın bir ömrüne bedel olabileceğine eminim. Zamanı Aşan İnsan bölümü çok çarpıcı olduğu için buradan çok fazla spoiler vermeyeceğim ve incelemeyi burada bırakacağım.   *Geleceğe Bir Adım Programı – TR’nin en büyük sigorta şirketlerinden birinin uyguladığı bir eğitim / gelişim program ** Nietzsche Ağladığında, İnsanın Anlam Arayışı, İnsan Olmak, Siddhartha vb. kült eserlerin yer aldığı kısım
Kendini Arayan İnsan
Kendini Arayan İnsanRollo May · Okuyan Us Yayın · 20192,759 okunma
·
70 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.