Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

495 syf.
8/10 puan verdi
·
4 günde okudu
“Benim en büyük yenilgim, en büyük zaferimdir.”
1938 yılında “Milli Birlik Ve Beraberlik” sloganı ile savaş öncesi Türkiye’sinde İsmet İnönü Cumhuru reis, milli şef ve CHP değişmez başkanıdır ve 1950 ye kadar öyle kalacaktır. 1939 yılında, memleket bir savaş ihtimali karşısında hemen her cephesinde halsiz ve yetersizdir. İsmet inönü’nün en büyük başarılarından biri de bu takatsiz milleti bir savaşa daha sokmama becerisidir. O günün konjonktüründe ne kadar büyük bir başarı olduğu kitabı okurken daha iyi anlaşılıyor. Diyebilirim ki bu kitap ikinci adamı değil de ikinci dünya savaşı dönemini ve ardından yapılamamış toprak reformlarını anlatıyor. Savaş döneminin en büyük başarısızlığı ise Avrupa’dan kaçan yersiz yurtsuz sermayenin ve akademisyenlerin memlekete kazandırılmamış olması diyebiliriz. “Bir inkılâbın getirebilecekleri ile getirdikleri arasındaki orantı, o inkılâbın gerçek bilançosudur.” İkinci Dünya Savaşı yıllarında memleketin iç meselesi Siyasi değildir. Meclis tek parti devrinin, milli şef, değişmez başkan ve otoriter hükümet nizamının birlikçi havası içindedir. Ancak “Tek Şef, Tek Parti ve Otoriter Hükümet nizamı” kendi varlığının hikmetini, Türkiye'nin temel meselelerinden biri olan toprak reformu alanında ortaya koyamaz. Toprağın dağılışı konusunda adaletli bir nizam yoktur, 1923-1950 devresinde verilen adalet vaadleri de boşa çıkmıştır. Şevket Süreyya Aydemir, 1. Ciltteki teşhisini yinelemekte fayda görmüş: “… devrimin hızı, daha 1924 Anayasası ile kesildi ve hükümet, bürokrat bir cihaz halinde kuruldu. Eksik olan, yetersiz olan, sadece inançlı ve müdahaleci bir önder kadroydu. Ve bu, daima böyle kaldı. Yani bizde bürokrat ve oportünist; inkılâpçıyı ve karar adamını yani devrimin dinamizmini 1923-1950 arasında da çok defa yendi.” Nasıl yani diyenler satır aralarını okumak zorunda kalır: 1908 memurların yolsuzlukları gibi 1946-50 yolsuzlukları, 1942 Kabine değişimi ile fiyat tedbirinin kaldırılması ve fiyatların uçması, Varlık vergisi uyguması (faciası), tıpkı 1. Dünya savaşında ölen askerin köydeki toprağına bir ağa elinin musallat olması gibi bu sefer gayrimüslimlerin mallarına çöken hacıağaların türemesi, bütçe açığını kapatmak için şekerin ucuza sattırılması, orduya maaş verebilmek için varlık vergisine baş vurulması, 1945 çiftçiyi topraklandırma kanunu ile toprak ağalarının bilhassa Güneydoğu Anadolu'da boş ve tapusuz topraklara çökmeleri ve bu sayede, zaten derebeylik kalıntılarının hüküm sürdüğü bölgelerde, bu ortaçağ hâkimiyetlerini büsbütün ve yeni kanunla pekiştirmesi… Ormanları koruma kanunu ile nispeten yapılan iyi hamleler de orman köylüleri tarafından beğenilmemiş. Verilen örnek çok can sıkıcı: “Fakat ormanların kamulaştırılmasının tepkisi, ormanlık bölgelerde çok sert oldu. Köylüler bir kısım yerlerde devlet ormanını çabucak yakıp bitirdiler. Mesela, Toroslar'daki bir büyük ormanda, bir gece içinde 35 yangın birden çıkarıldı! Köy enstitüleri meselesine biraz değinilmiş. 3. KISIM’da yine bir İsmet İnönü imzası var, çok partili sisteme geçiş: Bana kalırsa Atatürk zamanındaki şartlar çok da değişmemiştir, muhalif bir kitle aynen durmaktadır ve seçime gidildiği taktirde hükümetin düşeceği kesindir ama İnönü “Elli sene sonra da başlasak aynı dertleri yaşayacaktık. Bari buna, benim sağlığımda alışalım, olacaksa benim elimde olsun” der. Yazarın dediği gibi “Böyle adamlar, kendi haklarında hükümleri, ancak kendileri verirler.“ Bir nevi iktidardan hem de kendi partisinin gönülsüzlüğüne rağmen kademeli olarak vazgeçer. Kademeli olarak diyorum çünkü 1946 seçimleri demokratik bir sistem için tam bir fiyaskodur: Açık oy gizli sayım! Rejimler de, iktidarlar da yorulabilirler. Ama bir inkılâp hamlesiyle gelen rejimlerde yorgunluk, inkılâpçı iktidarın sonu demektir. Çünkü bu yorgunluk içinde o iktidar ve sloganlarından birer birer kopar. 1942-50 arasında görülüyor ki Plan proje etüt işlerinin yapılıp ardının getirilmemesi gibi garabet durumlar yaşanmış. Daha sonra İnönü’nün “Bana intikal ettirilmedi” demesi de ayrı bir soru işareti! Bu dönemde iktidar , kendi varlığının hikmeti olan inkılapçı havesini kaybetmiş, Varlığı, artık yeni bir şey vaat etmez ve bürokratlar kabinesi olmuştur. Yazarın ifadesi ile “yorulmuştur”. Demokrat Parti ana kadrosunu kurar, şehir ve kasabalarda siyasi hayata atılmak isteyenler için C.H.P.'nin bürokrat siyasetçiliği, merkezden yapılan mebus adayı tayinleri karşısında, siyaseti halka mal eden bir parti olarak D.P.'nin zuhuru bir fırsat olur. C.H.P. zamanında siyasi hayatın daima dışında tutulan köylerde de, şimdi yeni sözcüler, yeni siyasetçiler çıkar. Sosyal yapının her kademesinde yer alan sınıf ve zümreler için D.P. kendilerinin sözcüsü gibi görünür. Çünkü D.P. vaat ediyordur ve C.H.P. bu yeni ve çok partili rejimi getirmiş olmaktan başka hiçbir şey vaat etmez. ”Mazilerini yiyip tüketmekle vakit geçiriyorlar ve tabiî herkesten evvel, kendilerini aldatıyorlardı. Hele her cümlede bir nevi Atatürk tekelcisi gibi konuşmalar yersizdi.” D.P. önderlerinin yaydıkları isteklerle, halk kalabalıklarının istekleri, memleket yararına olmasa bile birbirine uyuyordu. Mesela Refik Koraltan, İçel vilayetinin ormanlık köylerinde seçim propagandası yaparken köylülere: - Dağ sizin, orman sizin, el ne karışır? diye konuşabiliyordu! Halbuki C.H.P. bin bir ihmali arasında, iyi işlerinden biri olarak ormanı korumuştu. Orman devletleştirilmişti. Orman işletmeleri kurmuştu... Hulasa yeni seçim için, D.P. sloganlarıyle, kalabalıkların içte kalan veya dışa vuran eğilimleri arasında, müşterek bir dil vardır ve 1950 seçimlerinde %54 oy ile D.P seçimi alır.
İkinci Adam - Cilt 2
İkinci Adam - Cilt 2Şevket Süreyya Aydemir · Remzi Kitabevi · 1991372 okunma
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.