Efsaneye göre, hayatları boyunca neredeyse hiç ses çıkarmadan yaşayıp giden kuğular, öleceklerini anlayınca ölmeden hemen önce bir şarkı söylermiş. Hem de yılların sessizliğinin acısını çıkarırcasına öylesine hoş, öylesine dokunaklı bir sesle söylerlermiş ki, bu ses bir insanın hayatında duyup duyabileceği en güzel ses olurmuş.
Nilgün Marmara’nın Kuğu Ezgisi şiiri ise şöyle başlar:
“Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
bekçi gizleri.
Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni biz ezgi,”
…
Yıllar boyunca tanıdığım, bildiğim bütün fotoğrafları derince bir hüzün bırakmıştır içimde. Yaklaşık 9 yıl önce
Kırmızı Kahverengi Defter’i karıştırıp bırakmıştım. Tanırım, bilirim ama nedense hiçbir şiirini basılı okumamamıştım.
Okumak geldi içimden, hikayesinin belki de başlarından
Sylvia Plath’la kendi yaşamı ve şiiri arasında ne türden ilişkiler kurduğunu göstermesi açısından son derece önemli bir belgeydi elimdeki. Büyük bir iz bırakıyor
Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1977-1987)’i okur oldum. Sayfalarda basılı satırların karşısında el yazması hallerinin fotoğraflarını görmek, incelemek, durak yerlerini bile tespit etmek farklı bir his. Konuşmak istediğim o kadar çok şey oldu ki onunla, çözmek istediğim…
Velhasıl kelam saklı kalmışları da onunla düştü sert zemine. Kimse bilemeyecek…
Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasında akan Lethe adında bir nehir vardır. Bu nehrin suyundan içen ölülerin ruhları dünyada yaşamış oldukları geçmiş fâni hayatlarına dair her şeyi unuttuklarına inanılır.
Dilek-miş şiirinde Marmara;
“Bil, çünkü kaç tas içtik Lethe’den
İncirli bir yolda rastladığımız canavarı
unutmaya.”
derken neleri neleri unutmayı ölesiye arzuladı bilmek isterdim.
“Üzgün adım, ileri marş!”
“Yüreğimizin üzerinde bir büyük kese: ölünün ve
ölümün gözünden çalınmış bir damla yaş.” gibiydi yutkunamamama sebep.
Yaşam sevinciniz bol olsun…