Gönderi

Harika.
5 Geceyi dinle, yıldızlar tarçın kokuyor. Yollar, yağmurdan sonra çıkan ayışığında pırıl pırıl. Şu anda içinde yaşadığım dünyayı kim tasarlamış, kim çizmişse eline sağlık. Gökyüzü damla damla akıyor kalemimden. Hiçbir şey yazamayacağımı biliyorum yine de. Elimi tutan birileri, bir şeyler var. Geceyi dinle, diyen. Bütün duyularım düz bir aynada kendilerine dönüyorlar yine. Sesler bölünüyor burada, görüntüler, duruşlar kırık dökük. Dokunduğum her şey süngersi bir biçim alıyor. ... 6 Bütün seslerin sonunda bir çığlık olarak patlaması. ... Kulağımın dibinde bağıran sesler. Uğultulu. Boğuk. Tanımlanamayan ve öykünmeye kalkıldığında bile bir daha yinelenemeyen. Unutkan sesler. Ürkek. Acılı. ... Bir yüzün sonradan beliren bütün çizgilerinin çığlıklar eşliğinde dosyalanan sesi. Yanan bir kitabın sobada çıkardığı hışırtının, bağıran sözcüklerin sesi. Yolların, upuzun yolların uğultusu. Bir piyanonun tuşlarına tam uzanacakken kırılan el. Senin de bir adın var seslerin tarihinde. Notalar daha bir derinleşti sen gideli. Suskunluğun müziği sardı her yeri. En olmadık sesler birbirini çağrıştırmaya başladı. ... 7 Seni ölümün değişik görünümleri içinde algılıyorum. ... Alnında, ayrı yönlerde iki ırmak gibi akan kaşların çatılmış, gözlerin sanki hemen önünde uzanan bir ufuk çizgisine dokunmak ister gibi sabırsız, atak ve kâğıtlara bir çığlık iskeleti olarak yapıştırılacak sesin, dişlerinin arasında dizginlerini kırmayı bekliyor. Geçmiş kadar uzak ve gelecek kadar yakınsın şu anda. Senin yaşadığın günleri geri döndürmem olanakdışı, ama geleceği şu satırları yazdığım anda bile hiç değilse kurabiliyorum. Bunun adına umut diyorlar. Bence güven, insanın varlığına, değişim isteğine ve mutluluk arayışına duyulan bir güven yalnızca. Bütün karamsarlıklarımızdan damar damar süzülen bu ışığı çoğaltmaya kalkışmak da doğru gelmiyor bana. Bu ışık, düşüncemizin temelinde dursun yeter. Bir kez olsun yaşamın toprağına kendi ayaklarımızın üstünde durarak basmayı öğrenmeliyiz; o toprağın zaman zaman kayacağını, tökezleyeceğimizi ya da bizi bir anafor gibi içine çekeceğini.. Buna da ölüm diyorlar. Doğru. Ama ölüm bile yalnızca yaşayanlar için sağlanan bir ayrıcalık. ... Bu dünyada olan biten her şeyin suçlusu olmak, biricik suçsuzluğumuz bizim. Unutmaya bile gücüm yok. Artık yaşamaktan öte bir ölüm kalmıyor bize. ... "Bir tohum daha çürümeye mahkûm edildi!” ... Yoksa yine kâğıtlarda bir çığlık iskeleti olarak kalmak... 8 Yüzümün bütün çizgilerini seferber ediyorum, sırları çoktan dökülmüş bir aynanın karşısında birleşip uzaklaşıyorlar, bir suyun halkalanması gibi. Yıllardır bu ânı bekleyip durdum. Bir uzun devinimsizlik. Suskunluk. Yüzüm bir su gibi genişleyip daralıyor. Çizgi çizgi, kırık dökük. Her an damlacıklara bölünebilir. Onu dağılmadan yakalamak istiyorum. Biri şimdi durgunlaşmaya yüz tutmuş bu suya bir taş atmadan. Daha o zamanlar yitirmenin ne demek olduğunu biliyordum ben. Bedenimin bütün hücrelerinden bir rüzgâr sızıyordu sanki. Anlatılmaz, tanıma gelmez bir boşluk duygusu. Bütün dünya üstüne çökerken taşları, kumlarıyla yığılırken onun altında bir elek olarak kalmak. Hiçbir olagandışılık yoktu. Yalnızca derin bir uçurumda rüzgârın bıraktığı uğultu. Ve bir yaşam boyu birbiri ardısıra yuvarlanan taşların ürküntüsünü duymak.
Turuncu Defter
·
32 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.