Tüm canlıların içgüdüsel olarak ilk hedefleri hayatta kalmaktır. Doğuştan gelen bir özsevgi ile donatılmışızdır. Hayatta kalmamıza yardımcı olan anne, baba, kardeş, akraba ve kabile bizim bu ilk amacımızla hemfikir olduğu ve bize yardım ettiği için sever ve bağlanırız onlara. Aile ve akraba bağları ilk etapta kendi mefaatimiz gereği gereklidir. Peki sonra ne olur? Arkadaşlar yavaş yavaş ailenin yerini almaya başlar, çünkü ailemizin her ne kadar bizim iyiliğimizi düşündüğüne inansak veya inanmak istesek de, arkadaşlar ile olmak daha keyiflidir, onların yanında sert kurallar ve ihlalleri durumunda sert ve hoşa gitmeyen cezalar yoktur ve arkadaşların yanında daha çok kendim olabildiğimden daha rahat ederim.
Ama her arkadaş dost mudur? Dostluk nedir?
Sağlam ve uzun ömürlü bir dostluk nasıl kurulur? Nasıl yıkılır? Gibi gibi sorulara bu kitapta yanıtlar bulabilirsiniz. Bu konuda zaten bir görüş sahibiydim ve yazarın aynı şeyi (sonuna doğru da olsa) söylemesi beni mutmain etti. Yoksa birşeyler eksik yazılmış gelecekti bana. Kendimiz için istediğimiz o hayatta kalma güdüsü, rahat etme arzusu, kendi olma talebi, nasıl bizim içimizde varsa ve bizim olmazsa olmazımız olup dost ve düşmanı buna destek veya köstek olmaları ile ölçüyorsak, aynı şekilde dost dediğimiz kişi için de aynı şeyi düşünürüz. Yani onun hayatta kalmasını, rahat etmesini, memnun olacağı bir hayata yelken açmasını onaylar ve destek oluruz. Hatta kitapta iki bedende bir ruh tabiri geçiyor ki, genelde biz bunu aşıklar için veya eşler için kullanırız ve gerçekten hoştur. Kendin için istediğini dostun için de istersin, hatta onu kendine tercih edersin gerekli olduğunda. Uzun lafın kısası, dostluğa dair hoş ve tatmin edici bir kitap okudum. Tercüme olması, zamansal örneklerin biraz havada kalması gibi şeyler okuma zevkine biraz gölge düşürse ve puan kırmama sebep olduysa da, okunmaya değer.
Bu kitapla Cicero'ya da bir giriş yapmış oldum, bakalım içinden çıkabilecek miyim...
Kitapla kalınız..