coşkunluk gibidir. Zira, sufi istilahatında mey, zevke bürün
meye derler ki, salik'in gönlünde zuhur edip hoş vakit g
terek onu sarhoş eder. Burdan şunu anlamak gerekir ki, aşk.
hakikatte insana mahsustur; ney ve meye değil... Cin ve me
leğe bile ihsan olunmamıştır.
Diğeri hakiki yol ve gidiştir ki, ney ve mey'de olan aşk
ateşi ve aşk coşkunluğu zatî muhabbete hamledilir. Nitekim
Hadis-i Kutsi'de gelir: "Ben bir gizli hazine idim, bilinmek is
tedim; halkı yarattım, ta ki bilineyim"
Bu marifet hakikatte insana mahsustur, velakin bütün eş-
yanın vücudu sevginin tecellisi üzerine bina kılınmıştır. Öyle ki,
muhabbetin sırrı bütün mevcudata sâri ve bulaşıcı olduğu için,
mahlûkatın hepsi tesbih edip konuşur; ve korku, haşyet ve di-
ğer sıfatlarla vasıflanmışlardır. Nitekim Allah ehli bu mânayı
idråk ile mevcudatın Hakkanî hayatlarını müşahede etmişlerdir.
Mevcudat arasında, hususen insan ile âlem-i kebir arasında
irtibat vardır ki, onu idrak etmek sırridir. Bu cihetten olarak,
Fahr-i âlem ile Uhud dağı arasında muhabbet vaki olmuştur.
gallelehnlegght vessellem
Bu beyitté, ney ve mey'in kullanılması, Ney'in, insani vü-
cud şeklinde ve mey'in dahi batınî zevk suretinde olması cihe-
tindendir. Bu itibarla, ney ve mey, insanın mâna suretine işa-
ret ederler. Diğer mevcudatta ise bu tarzda bir yakınlık yoktur.
Yani, hakikatte ney ve mey, insan ve onun zevkinden ibaret-
tir; zira bu âlem, insanın izah ve açıklamasıdır.
Bundan anlaşıldı ki, mevcudata olan aşk, mutlak muhab-
betine hamledilir. Ve zevk, meyin bâtını gibi daima coşkun-
dur. Ancak mertebelerin nihayetinde aşk galeyanı kesilip, sırf
muhabbet kalır. Ve âşık ile maşuk arasındaki irtibat bu mu-
habbet iledir.]
Sayfa 54