Gönderi

408 syf.
·
Not rated
·
Read in 10 days
İngiltere'de henüz kadın yazarlara hoş bakılmayan bir dönemde yazdığı tek romanla klasik olmayı başarmış bir yazar Emily Brontë ve eseri Uğultulu Tepeler... "Unutulmak istemiyorsan ya okunacak şeyler yaz ya da yazılmaya değer şeyler yap." diyen Benjamin Franklin'e selam olsun. :) Emily Brontë, hasta ruhlar ve aşklarını anlattığı eseri Uğultulu Tepeler'i bitirdikten bir yıl sonra, henüz 30 yaşındayken hayata gözlerini yummasına rağmen bugün hâlâ unutulmayanlar arasında. Peki, neydi bu eseri klasik yapan? Belki erkek egemen edebiyatın hakim olduğu dönemde bir kadın tarafından yazılmış olması, belki de tamamı kurgu gibi dursa da aslında yazarının hayatından izler taşıyor olmasından aldığı güç... Kitapta din vurgusu (bağışlama, ölümden sonra yaşam, ruh, Tanrı'nın cezalandırması, yobazlık, dinin çarptırılması vb.) sıklıkla yer alıyordu, Emily Brontë'nin babası papaz; kitaptaki tüm karakterlerin annesi çocuklar küçükken vefat ediyor ve babaları ile kalıyorlardı, yazar henüz üç yaşındayken annesini kaybetmiş; Catherine'nin abisi Hindley adındaki karakterimiz alkol bağımlısı oluyordu, yazarın abisi Branwell Brontë alkol ve uyuşturucu bağımlısı. Bunlar ilk bakışta dikkati çeken benzerlikler. Yazarın hayatı detaylı bir şekilde bilinse eserle arasında çok büyük benzerlikler çıkacağını düşünüyorum. Bu nedenle eserin asıl gücünü yazarın hayal dünyasından ziyade kendi hayatından aldığına inanıyorum. Eserin konusuna ve karakterlerine gelecek olursak başkahramanımız Heathcliff. Bir yerde bu ismin anlamının "uçurum" olduğunu okudum. Karakterimiz de tam olarak böyle biri zaten. Yanına yaklaşanı dibine çekip yok ediyor. Terk edilmiş, dışlanmış, sevgisiz büyütülmüş, küçük görülmüş... Kendisine yapılanların intikamını almak için evin varisi Hareton adındaki çocuğu kendisi ile aynı şartlarda yetiştiriyor ve "Göreceğiz bakalım, aynı hırpalayıcı rüzgar karşısında başka başka iki ağaç aynı biçimde bozulur muymuş, bozulmaz mıymış!" diyor. Ancak kitabın sonunda görüyoruz ki aynı şartlar iki farklı insan meydana getirebiliyor. Heathcliff baştan sona kötü olarak kalmasına rağmen, Hareton sonunda iyiliği, sevgiyi seçiyor. Demek ki şartların dışında nasıl biri olacağımızı belirleyen bir de "öz" var. Aynı duyguyu Linton - Hindley karakterlerini karşılaştırdığımda da hissettim. İkisi de eşini kaybetti ancak aynı şartlara tepkileri bambaşka oldu. Biri evladına sahip çıkarken, diğeri evladını bir köşeye atıp alkol batağına düştü. Kadın karakterlere baktığımızda günümüzde de var olan toplumsal kalıplar, ön yargılar kitapta da belirgindi. Catherine, Heathcliff'i sevmesine rağmen yoksul ve cahil olduğu için ondan vazgeçti, parası ve görgüsü için Linton ile evlendi. Cathy ise Linton'ı görünüşü, konuşması için kuzen olarak seçerken Hareton'ı görünüşü, konuşması yüzünden kuzen olarak kabul etmedi. Ancak yaşadıklarından sonra yanlış şeylere değer verdiğini anladı. Özetle büyük de olsak küçük de insanın içine değil de jelatininin parlaklığına bakıp sonra hayal kırıklığına uğruyoruz. Evdeki yardımcı Joseph karakteri dindar görünen yobazların temsilcisiydi. Her dinde ve her dönemde bu tip karakterler olduğunu, insanları dinden soğuttuklarını bir kez daha anladık.  Kitabın ruhsal betimlemeleri çok iyiydi. Yalnızlığı anlatmak için kullandığı "Sonra ha yağmur altında olmuşuz, ha burada! Burası da dışarısı kadar ıslak ve soğuk." cümlesini okuduğumda en az Catherine kadar yalnız ve çaresiz hissettim kendimi. Benim için kitabın en vurucu cümlesi Heathcliff'in Catherine'e söylediği, "Ben kendi katilimi seviyorum; ama seninkini, onu nasıl sevebilirim." cümlesiydi. Öyle bir sevgi ki kendisine yapılan her şeyi affediyor da sevdiğinin kendi kendine yaptığını affedemiyor. Bir de Catherine'nin ölümü üzerine sayfa 204'te öyle bir isyanı vardı ki son derece etkileyiciydi. Bana
Nermin Yıldırım
Nermin Yıldırım
'ın
Bavula Sığmayan
Bavula Sığmayan
kitabında anne babasının ölümünü kabullenemeyen kardeşin, ablasına söylediği, "İnsan ölür mü ya, ölür mü abla? Bizi bırakıp ölünür mü?" cümlesindeki çaresizliği, kırgınlığı, ruhsal yorgunluğu hissettirdi. Bu iki yer dışında Heathcliff için hiçbir olumlu duygu ya da düşünce hissedemedim. Heathcliff - Catherine ikilisi için ise söylenecek tek şey bence aşkları da ruhları kadar hastalıklıydı. Tüm bunların yanında benim için kitapta cevapsız kalan sorular da vardı. Mesela Heathcliff neden terk edilmişti, gerçek ailesi kimdi, onu evlat edinen kişi neden kendi çocuklarından üstün tuttu? Bunların bir cevabı olsaydı belki Heathcliff'i anlamak da mümkün olabilirdi. Dili oldukça akıcı, kurgusu ve merak unsuru iyi, okuması keyifli bir kitaptı. Son olarak okuyacak olanlar kitabın başında kim kimin nesiydi diye çok fazla takılmasınlar. Yaklaşık elli sayfa okuduktan sonra tüm karakterler belli oluyor zaten. Keyifli okumalar...
Uğultulu Tepeler
Uğultulu TepelerEmily Brontë · Can Yayınları · 202142.5k okunma
·
119 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.