Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

144 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Bize Göre
Lise yıllarımızda saf şiirin kurucusu, akşam şairi gibi isimlerle tanıdığımız; O Belde, Merdiven gibi şiirlerine hayran olduğumuz Ahmet Haşim'i bu kez düzyazılar aracılığı ile tanımak istedim ve Bize Göre'yi okudum. Üniversitede de Türk Dili ve Edebiyatı bölümü okumuş biri olarak düştüğüm bir hatayı farkettim bu kitabı okuduktan sonra. Sanatçıları daha doğrusu zamanla ün kazanmış tarihi şahsiyetleri ne kadar da idealize ediyormuşum kafamda. Bana anlatılan kadarını alıp nasıl da büyütüyormuşum gözümde. Çıldırmış şairlerin titreyen mısralarını okuyunca onların her konuda doğru fikirleri olacağını düşünüyormuşum. bu çocukça tavrımı kısmen seziyordum ama Bize Göre'yi okuduktan sonra emin oldum. Eserlerine bakarak bir yazarı tam anlamıyla tanımak olanaksız. Mümkünse tüm eserleri tetkik edildikten sonra onun şahsiyeti ile ilgili fikir yürütülebilir. sanatçı eserlerinden fazlası ya da eksiğidir diyebiliriz. İlk olarak şiirlerindeki kapalı üsluba rağmen düzyazılarındaki açıklık ve akıcılık beni şaşırttı. Elbette özünde şairlik olduğu için tespitleri ve ifadeleri oldukça etkileyiciydi. Alelade durumları öyle güzel nakşetmişti ki o cümlelere bakıp Haşim'in sanatına hayran olmamak elde değil diye düşündüm. Ancak sanatına duyduğum hayranlığın aynısını fikirlerine duyduğumu söyleyemeyeceğim. Kitabı, içindeki fikirleri ve Haşim'i yayımlandığı yıl olan 1928'e göre değerlendirmem gerektiğinin farkındayım ancak yine de tarafsız kalamadım ve Haşim'deki cinsiyetçiliğe hem üzüldüm hem kızdım. Üzüldüm çünkü şairlerin insanın her halini en iyi gözleyen ve ifade eden insanlar olduğunu düşünürdüm. Halbuki Haşim kadını adeta bir bibloya çevirmek istiyor gibi konuşuyordu bazı yazılarda. Birçok yazıda konu bambaşka olmasına rağmen lafı evirip çevirip kadınlara bağlıyordu ve bir yerden sonra 2024 ağzıyla ifade edecek olursam 'Artık kadınları bi sal!' diye düşündüm. 'Erkekleşme' isimli yazısı bugün bir gazete köşesinde yayımlansa ne tepkiler alırdı acaba diye düşündüm. Özellikle 'Binlerce asırlık erkek medeniyetini anlamak ve benimsemek için işe pek geç koyulan kadın şimdi müthiş bir çalışmaya mahkumdur.' cümlesini okuduğumda beynimden vurulmuşa döndüm. O an Haşim karşımda olsa kesinlikle kendisiyle bunu uzun uzun tartışmak isterdim. Erkek medeniyetini anlamak için geç kalmak gerçekten de kadının tembelliğinden mi kaynaklanıyordu yoksa yıllarca okula gönderilmeyen, üniversitelere gitmesi yasak olan, nüfus sayımlarına bile dahil edilmeyen, özellikle de Avrupa'da oy kullanma hakkına bile çok geç erişen kadınlar aslında o erkek egemenliğinin altında ezilmekten ancak mı kurtulabilmişlerdi? Biraz fazla şey bilecek olsa cadı diye yakılarak öldürülen, varlığı dünyaya bebek getirmekten ibaretmiş gibi algılanan ve böyle yetiştirilen ve hatta hala yetiştirilmekte olan kadınları böyle kolayca suçlamasına gerçekten içerledim. Aydın olduğunu düşündüğümüz insanlar bile bu ifadeleri kullanabiliyorsa halkın ne halde olduğunu düşünmeye gerek yok. Aynı yazıda kadınların çalışma hayatına girdikten sonra ter, sigara ve toprak koktuğunu; bu kokuları lavanta ve pudra kokusunun bile bastıramadığını söylüyor. Çünkü kadın güzel kokmalı ve güzel görünüp bir çiçeğin arıları kendine çektiği gibi erkekleri çekmeli. Bir çiçek gibi... Daha fazlası değil! 'Kelimelerin Hayatı' isimli yazısında ise 'melek' kelimesinin zamanla nasıl anlam kaybına uğradığını anlatmak için yine kadın mazmununa sığınıyor. Mazmun diyorum çünkü Haşim kitap boyunca bize ideal bir kadın portresi çiziyor ve bu çizgilerin dışında kalanları eleştiriyor. 'Melek bir kadındır ki lepiska saçları topuklarına kadar uzanan, beyaz entarisinin etekleri uzun olan mahcup bir genç kızdır. Fakat kadın saçları berber makasıyla kısalıp, eteklerin yarısı da terzi nefesiye uçarak dizleri çıplak bıraktığı günden sonra melek birden mazinin silik şekilleri arasına düşmüştür.' diyor. Adeta Haşim kadını bir kilise duvarına en güzel, en meleksi haliyle resmedip orada dondurmak istiyor. Ve sanırım erkek şairler şiirlerindeki o hayal alemine uyacak idealize edilmiş kadınlardan başkalarına tahammül edemiyor. Ne acı! Farklı yazılarında da birkaç kez kadınların makyajını eleştiriyor. Acaba Haşim 2024'te yaşasaydı nasıl biri olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ayrıca köpekleri tanımalamak için kullandığı 'kuduz taşıyıcısı, açgözlü ve pis hayvan' ifadelerine ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Nedense duyguları böylesine güzel ifade edebilen insanların tüm dünyaya karşı sevgi ve merhamet beslediğini, her cisimde bir güzellik bulduklarını düşünürdüm. Haşim beni şaşırtmaya devam ediyor. 'Cazibe' yazısı ile zirveye çıkıyor Haşim ve yine kadınlar üzerinden fikir belirtiyor. 'Kadınlar için hakiki cazibenin ezeli düsturu bize göre daima şundan ibaret kalacaktır: Çok konuşmamak ve yılışmamak.' Nice güzel kadının konuşmaya başladığında dudaklarından bir ahmaklık öküzü çıktığını söylüyor. Neredeyse hakarete varan bu cümlelerinin ardından Haşim kafamda şangır şungur bir hayal kırıklığına dönüştü. Bu öğrendiklerimden sonra Haşim'in şiirlerini aynı iştiyakla okuyabileceğimi sanmıyorum. Bunca hayal kırıklığının üstüne beğendiğim kısımları da eklemek isterim ki tüm bu eleştirilecek yanlarına rağmen edebiyatımızda mühim bir yeri olan şahsa acemiliğimle haksızlık etmiş olmayayım. 'Gazi' yazısında Atatürk'ü ilk kez gördüğünü belirtiyor ve ekliyor: 'Fotoğraf merceğine zerre kadar itimadım yoktur. Fotoğraf makinesinin keşfiyle portre ressamlarının işi bitmiş olamaz. Şekil ve madde ışığın yansımasına göre anbean değişir. Bu bakımdan hiçbir çehrenin vasıfları belirli tek bir görüntüsü yoktur. Fırça sanatkarı çizeceği çehre üzerinde uzun müddet hayatın gelgitini gözlemlemek ve onu birçok değişimlerinde kaydetmek yoluyla sonunda gerçek kimliğin gizli hatlarını sezmeyi ve görmeyi başarır. Fotoğraf bu zihni analiz ve sentez gücüne sahip değildir.' Gerçekten de fotoğraflarımızda hatta bazen aynada kendimizi beğenmeyiz ya da çok beğeniriz. Bir tek görünüşümüz yok ve portre sanatkarının yeteneği Haşim tarafından kuvvetli bir dil ve akılcı bir yol ile anlatılmış. 'Kuraklık Münasebetiye' adlı yazısında Haşim'in nesir kabiliyetine hayran olmamak elde değil. Kuraklık üzerine okuduğum en etkili, en kısa, en sanatlı yazı diyebilirim. 'Hayatın sonsuz çarklarını döndüren bulutlardır. Şu çarkları suyla dönen dünya eski zaman işi bir değirmenden hala farklı değil!' Çarpıcı bir tasvir değil mi? Su olmasaydı inşa ettiğimiz bütün bu medeniyet yok olup gidecekti. 'Yeni İstanbul' yazısı ise yıllardır İstanbul'a yapılan zulmün bir belgesi niteliğinde adeta. Daha o zamanlardan plansız şehirleşmeden yakınıyor ve mimarinin estetik için ne denli önemli olduğunu anlatıyor. ' Mimari eserler fazla çirkinliği, fazla tuhaflığı taşıyamaz. Gülünç bir tabloya bakmamak, fena bir şehiri veya ahenksiz bir müziği dinlememek suretiyle bunların zararlı tesirlerinden ruhumuzu koruyabiliriz., fakat fena mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir. Aciz bir muhayyile, fakir bir tuh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle dönünce, bütün bir şehrin manevi sağlığını nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur.' Hayatının bir kısmında Bursa'da yaşamış/ yaşamakta olan yahut bir kez olsun Osmangazi Türbesi'nden Bursa manzarasına bakmış herkes Haşim'in bu cümlelerini yüreğinde bir acıyla anlayacaktır. Şehrin göğsüne çirkin bir enkaz parçası gibi saplanmış (hançer demiyorum çünkü hançerin bile bir estetiği var) TOKİ'lerden gözünüzü sakınmanız maalesef mümkün değil. 'Üslup Hakkında Bir Düşünce ' yazısında ise geleceğe ulaşmak isteyen sanatçılara çok basit ancak etkili bir yol öneriyor. Yazıldığı ilk günlerde yenilik sayılan sıfatlar, teşbihler, istiarelerin zamanla o eserin en çabuk eskiyen parçaları haline geldiğini söylüyor. Sıfatsız, teşbihsiz, istiaresiz bir Homeros ise saf bir billur piramidi gibi, hala güneşin ışıklarını güneşe yansıtıp duruyor diyor. Sadeliğin asaleti ve kalıcığı...
Bize Göre ve Bir Seyahatin Notları
Bize Göre ve Bir Seyahatin NotlarıAhmet Haşim · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20191,301 okunma
·
66 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.