Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Farklı bir fikre saygı duymak ile insanların farklı fikirlere sahip olabilmesine saygı duymak iki farklı şeydir. Şahsen ben hiçbir fikre saygı duymuyorum. Çünkü saygı, "saymak" kökünden geldiği üzere o şeye olduğu gibi itibar etmeyi ifade eder. Bu itibar ise bir dokunulmazlığı imler. Bir şeye hakim ya da yalnızca farklı olması sebebiyle saygı duyarsam bu onu eleştirme olanağımı elimden alır. Bu da fikri köhneleştirir ve o farklı fikirler arasındaki diyaloğu kapatarak aslında kopuk düşman hatları yaratır (ki bu oldukça saygıdan yoksun bir ortam demektir). Oysa ben diyalog istiyorum ve yanında yıkım dolayısı ile inşa ve ayrılmalar kadar birleşmelerle bir gelişimin, çarpışmanın verimli doğasını arzuluyorum. Bir fikre saygı duymamak ile, o fikre sahip insanın kellesini istemek arasındaki fark da bir insanın herhangi bir fikre sahip olabilmesine duyduğun saygı noktasında askıya alınıyor. Bir fikre sahip olabilirsin, herkes olabilir ve bu farklı olabilir. Benim söylediğim yalnızca bu fikrin doğasını tartışmamız ya da tartışabilmemiz gerekliliği. Zararlı ve saygısız bir fikre de sahip olabilirsin, o zaman o fikre eleştirimiz bizi bu karara getirdiğinde o fikri toplum yapısına uygunsuzluğunda ötürü bozuma uğratabiliriz, çünkü fikrin dokunulmazlığını zaten savunmuyoruz. Bu günümüzün toksik duyarcılığı bu, "fikr-i saygınlığın" aslında ne denli saygısız, radikal ve şiddet eğilimli bir doğasının olduğunu bize gösteriyor. "Bu şey vardır ve onu olduğu gibi kabul edeceksin/saygı duyacaksın, etmezsen gerici ve yobazsın veyahut x'sin". Değilim, o şeyin varlığını ya da savunulurluğunu inkar etmiyorum ama kesinlikle onun dokunulmazlığını inkar ediyorum. Her fikir, her değer ve her ideoloji eleştiriye, değişime ve hatta hicve tabidir dolayısı ile hiçbir saygınlığı hak etmezler. Bu elbette hakareti meşru kılmaz, hakaret bir iletişim değildir zaten doğası itibariyle tek taraflı bir sindirme girişimidir hakaret, ben yalnızca diyaloğu savunuyorum. Bu benim değerlerim için de geçerli. Bu duyar çılgınlığı yüzünden iyice iletişimsiz kaldık ve her kanatta daha çok öfke kusan aynı radikallikte farklı kanatlar yükselmeye başladı. Bir örnekle somutlaştırarak kapatmak gerekirse: Bir insan haşerelerin yaşam hakkını savunabilir, bunu savunmasına sonsuz saygım var. Ancak örneğin yaşamın kutsallığı kavramına saygım yok. Bu kavramın eleştiriye açık olduğunu, üzerine espiri yapılabileceğini ve üzerine tartışırsak çeşitli noktalarda feragat etme ihtimalimiz olduğunu, kısacası dokunulmaz olmadığını düşünüyorum. Mesela artan fare nüfusuna karşı yaşamın kutsallığı sebebiyle savaşmazsak, bir hijyen ve sağlık krizine maruz kalabiliriz. Buna karşılık insan yaşamının diğer yaşamlara üstün görülmesi fikri eleştirilebilir ve oldukça verimli ve yerinde bir eleştiridir bu. Öte yandan yaşamın kutsallığı bizi bakteri ve virüslerin yaşamını da savunmaya götürebilir. Ama bunun zıddı da sokak hayvanlarının toplanıp öldürülmesini savunanlara yaklaştırabilir ve yaşam kutsallığını eleştirmem, bunu savunduğum anlamına gelmemektedir. Farklı fikirler vardır ve bunlar çarpışmalıdır, birbirlerini yontarak kusurlarından arınarak ve güçlenerek ilerlemelidir ki onların en sağlıklı hallerini bulalım. Türkiye'nin gördüğüm kadarıyla en büyük sorunu da kim ne kadar aydın geçinirse geçinsin, dokunulmaz gördüğü hassasiyetleri olması sebebiyle bir şekilde herkesin ötekiyle iletişimi kesmesi ve kendi görüşünün yobazı haline gelmesidir. Türkiye'de herkes diktatörlüğü eleştirir ama aynı zamanda herkes kendi diktatörlüğünü arzular.
·
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.