Gönderi

"Zavallı annem bütün millet için ülkü alan Izmir'in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın, bütün milleti felaket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul'a geldi. Fakat arada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünki tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem gözyaşlarıyla Sirkeci Rıhtımı'nda acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu, Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve gözyaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke samanında Anadolu'ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde Istanbul'da bırakmak zorunda kaldım, Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamum vardı. Bunu Erzurum'dan Istanbul'a gönderdiğim zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükümetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul'dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.... Validemin ziyanından şüphesiz pek müteessirim. Fakat bu teessürümü izale ve beni müteselli eden bir husus var ki, o da anamız vatanı mahıv ve harabiyete götüren idarenin artık bir daha avdet etmemek üzere mezar-ı ademe götürülmüş olduğunu görmektir. Validem bu toprağın altında, fakat Hâkimiyet-i Milliye ilelebet payidar olsun. Beni müteselli eden en büyuk kuvvet budur. Evet, Hâkimiyet-i Milliye ilelebet devam edecektir. Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Validemin metfeni önünde ve Allah'ın huzurunda ahit ve peyman ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin istihsal ve tespit ettiği hakimiyetin muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hâkimiyet-i Milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun..."
Mustafa Kemal AtatürkKitabı okudu
·
17 görüntüleme
Eda Çimen okurunun profil resmi
Müteessir: üzüntülü, üzülmüş/etkisinde kalmış, etkilenmiş. Teessür: üzülme, üzüntü/duygulanma, etkilenme. İzale: giderme Müteselli: avunan Mahiv: yok etme, yok olma Avdet: geri gelmek, dönmek Müteahhit: üstenci,yüklenici Metfen: mezar Ahit: verdiği sözde durma Peyman: sözleşme İstihsal: elde etme, çıkarma
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.