İnsan insan derler dayı,insan nedir bildin mi sen?..
İnsan, Auschwitz’in gaz odalarını icat eden varlıktır; ama dudaklarında duayla ya da Shema Yisrael ile gaz odalarına dimdik yürüyen varlık da insandır.(sayfa 148)
Toplama kampında, öldürülecek olan genç bir adamın yerine kendisinin öldürülmesini isteyen Peder Maximilian Kolbe de insandı.(Kolbe'nin hayatını feda ettiği adam daha sonra toplama kampından kurtuldu ve 53 sene daha yaşadı. google.com/amp/s/amp.onedi...
buradan hikâyeyi daha ayrıntılı okuyabilirsiniz, gerçekten çok etkileyici.)
Bugün, Filistin'de onlarca sivili katledenler de insan. Kim bu insan? Hem acıyı hem sevinci bünyesinde barındıran,hem masumiyeti hem vahşeti hem merhamet ve şefkati hem de zalimliği ruhunda taşıyan bu canlı da neyin nesi? Kimiz biz? Ne denli tanıyoruz kendimizi, niçin yaşıyoruz, ne tür bir gayeye hizmet ediyoruz?.. Bu ve bunun gibi birçok cevaplanması gereken soru...
Yaşamımızın bir anlamı olmalı. Bu anlamı bulmanın üç yolu var
Viktor E. Frankl ' a ve onun öğretisi olan logoterapiye göre:
1-) Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
2-) Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
3-) Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.
Acı kaçınılmaz bir şekilde her insanın yaşamında yer alan bir duygu. Yani evrensel. Bizi farklı ve biz yapansa o acıya nasıl yaklaştığımız ve o acıya nasıl bir anlam yüklediğimiz. Kitaptan bir örneğe yer vereyim :
Bir keresinde, pratisyen hekim olarak çalışan yaşlı birisi yaşadığı ağır depresyon nedeniyle bana geldi. İki yıl önce ölen ve her şeyden çok sevdiği karısını kaybetmeye alışamamıştı. Ona nasıl yardım edebilirdim? Ona ne söyleyebilirdim? Bir şey söylemekten kaçındım, ancak onu şu soruyla karşı karşıya getirdim: “Sen ondan önce ölseydin ve karın seni yaşatmak zorunda olsaydı ne olurdu Doktor?”
“Ah!” diye karşılık verdi, “Bu onun için korkunç olurdu; ne kadar acı çekerdi!”
Bunun üzerine, “Görüyorsunuz ya Doktor, onu bu acıdan kurtaran sizsiniz; elbette bunun bedeli de şimdi sizin onu yaşatmak ve yasını tutmak zorunda olmanız,” dedim. Tek kelime etmeksizin elimi sıktı ve büromdan ayrıldı.
(Sayfa 127)
Bu örnekte de görebileceğiniz gibi Frankl, çok hazırcevap ve cevapları da çok etkileyici. Kitapta başka anıları da var : Toplama kampında yaşadıkları, üç yıllık esaretten sonra özgürlüğüne kavuşunca hissettikleri,logoterapiyi kuruşu...
Burada son yazdığım iki şeyden biraz bahsetmek istiyorum birincisi :
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra toplama kampından kurtulanların yaptıkları ve düşündükleri. Burada günümüzde de çok yaygın olan bir görüş var. Kötü şeyler yaşayanların, yaptıkları kötü şeyler için bunları bahane göstermesi ve kendini aklamaya çalışması. Özellikle son dönemde çıkan filmlerde ve kitaplarda görülüyor bu durum. Kötü bir karakteri masum göstermeye,onun yaptığı iğrenç şeyleri güzelleştirmeye çalışıyorlar. Evet, yaşadıkları çok zor, yaşadıkları onlarda bir travma oluşturuyor, onların yaşadıklarını yaşamadan onları tam anlamıyla anlayamayız ama bu onları yaptıkları kötü şeylerde de haklı çıkarmaz. Örneğin izlediğim bir dizide adam küçükken babasından şiddet görüyordu ve büyüyünce o da karısına şiddet uyguluyordu. Kendini savunması da şu: Ben hiç sevgi görmedim ki, ben sevmeyi bilmiyorum,ben bunları yaşadım bu yüzden kötüyüm cart curt...
"Artık özgür oldukları için, özgürlüklerini saygısızca ve acımasızca kullanabileceklerini düşündüler. Onlar için değişen tek şey, eskisi gibi baskı altında olmak yerine şimdi artık baskıcı olmalarıydı. Kasıtlı güç ve adaletsizliğin nesneleri değil, tahrikçileri olmuşlardı. Kendi davranışlarını, yine kendi yaşadıkları korkunç deneyimlerle haklı çıkarma yoluna gitmişlerdi. Bu insanlar, kendilerine kötülük yapılmış bile olsa, hiç kimsenin kötülük yapma hakkına sahip olmadığı yolundaki sıradan gerçeğe ancak yavaş yavaş döndürülebilirdi." (Sayfa 106)
Kendimize kötülük yapılmış olsa bile hiç kimseye kötülük yapmaya hakkımız yok. Burada bir anlaşalım.
İkinci değinmek istediğim nokta logoterapi. Kitabı henüz okumamış ve logoterapi hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için :
Logoterapi daha çok gelecek üzerinde, yani hasta tarafından gelecekte yerine getirilecek anlamlar üzerinde odaklaşır.
Logoterapi öğretmediği gibi vaaz da vermez. Mantık yürütmekten olduğu kadar ahlâki değerleri canlandırmaktan da uzaktır. Benzetme yapılacak olursa, logoterapistin rolü, bir ressamdan çok bir göz uzmanının oynadığı roldür. Ressam bize, dünyayı kendi gördüğü haliyle aktarmaya, göz uzmanı ise dünyayı gerçekte olduğu gibi görmemizi sağlamaya çalışır. Logoterapistin rolü, hastanın görüş alanını, potansiyel anlam spektrumunun tamamının bilinçli ve görülebilir olması için genişletmekten oluşmaktadır...
Bizzat toplama kampında yaşayan ve alanında oldukça başarılı olan bu yazarın kitabını okumalısınız. Okuyun ve uyanık olun. Tarafınızı seçin.
Onurlu insanlar hep azınlıktaydı ve belki de hep öyle kalacak. Bu değerli azınlığa girebilmemiz dileğiyle..
"Dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek." (Sayfa 166)
İncelememi bitirmeden önce kitapta geçen bir konuya daha yer vermek ve düşüncelerimi belirtmek istiyorum :
"Müslüman tabiriyle neyi söz konusu ettiğimizi biliyor musunuz? Perişan, kendini bırakmış, hasta, bir deri bir kemik görünen ve fiziksel olarak daha fazla çalışamayan... işte böyle birisine ‘Müslüman’ deriz." (Sayfa 34)
Sinirlendim mi? Sinirlendim. Peki haklılar mı? Kısmen evet. Ya bir boykot listesine bakıyoruz adamlar her şeyi satın almış,her şey onların. Çalışmıyoruz,kendimizi bırakmışız, ne beklediğimizi ben de bilmiyorum. Çok çalışmalıyız çokkk!
Okumak isteyenlere iyi okumalar dilerim. :)