Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İfrat -ve kardeşi tuhaflık- kasvetli Rus topraklarına renk ka­tıyordu. Kontes Saltikov, başkası için çalışmasın diye gözde kuaförünü kafeste tutuyordu. Korkunç İvan, Aziz Vasil Katedra­li'nin inşaatı tamamlandıktan sonra bir benzerini daha yapma­sın diye İtalyan mimarın gözünü kör ettirmişti. Ahlaksız toprak sahipleri, köylü anneleri kendi bebeklerini bırakıp safkan tazı yavrularını emzirmeye zorluyordu. İnanılmaz bir servete sahip olan soylular, kahyalarını beş yüz parça yemek takımı almak üze­re Dresden'e ya da Sevr'e gönderirdi. Arabaya yüklenen yemek takımları, binbir güçlükle Moskova'ya ya da Ryazan'a getirilirdi. Düzenlenen şaşaalı ziyafette süt domuzu, sazan ve mersin balığı gibi yemeklerin doldurulduğu tabaklar, daha sonra yapılan atış yarışmasında hedef olarak kullanılırdı. Müzik tutkunu olan Kont Skavronsky, bütün ev ahalisini birbi­riyle şarkı söyler gibi konuşmaya zorluyordu. Bir başka soylu ise yanında taze süt sağlayacak bir inek ve (kürk kaplamalı) yirmi araba dolusu aktör ve müzisyen olmadan yola çıkmazdı. Sanat­çılar, yolculuk boyunca prova yapar ve bir sonraki molaya hazır­lanırdı. On beş bin kıyafete sahip olan Çariçe Yelizaveta, bir o kadar mü­balağalı yaşardı. İnsani gerekçelerle hayatında tek bir idam emri dahi imzalamamasına rağmen kendisine yalan söyleyenlerin di­lini kestiriyordu. Büyük Rus evlerinde çalışan hizmetçi sayısı ne kadar çoksa (se­kiz yüz hizmetçisi olan Kontes Orlov, canı istediğinde bir bardak çay içememekten şikayet ediyordu) gelen misafirlerin sayısı da o kadar yüksekti ve gelen gitmek bilmiyordu. Rusya' da zaman ve mesafe farklı hesaplanıyordu ama bir bakıma birbirine bağlıydı. Arkadaş ziyareti için araba ya da kızakla bin beş yüz kilomet­re seyahat etmek gerekiyorsa, bir mevsim orada kalacak şekilde bavul hazırlamak gerekiyordu. Zaman da arazi gibi ölçüsüzdü. Yaz aylarını geçirmek için gelen bazı misafirlerin on yıl kaldığı olurdu. Rivayete göre bazıları, evin gözden uzak bir köşesinde diğer misafirlerin yanına yerleşir, ne bir kere yemek odasına ge­lir ne de ev sahibiyle görüşürdü. Artık bir işe yaramamalarına rağmen hala kalmaya devam eden fakir akrabalar, öğretmenler, nedimeler, Fransız mürebbiyeler... Bu boş evrende mumya gibi yaşarlardı. Günlük hayatlarının sıradanlığını bozan tek şey, ara sıra eve gelen arabaların tekerlek sesleri ve çalan çanlardı. Misa­firlerinin varlığını dahi unutan aileye bir ziyaretçinin geldiğini ya da gittiğini gösteren bir hayat emaresi... Muğlaklık da dahi aşırıya kaçıyorlardı. Bu aşırılık eğilimini Rus ordusunda da görmek mümkündü. (Bel­ki de Rusların en aşırısı olan) 1. Pavel döneminde askerler, tek bir düğmesi eksik diye zincire vurulup kuzeye sürgüne gönderilirdi. Birdenbire böyle bir durumla karşılaşmaktan korkan subaylar, sürgüne gönderildiklerinde işlerini kolaylaştırması için yanların­da bol miktarda nakit para taşırdı. Rus askeri sınıfı, Çar'a körü körüne bağlılıklarında dahi aşırıya kaçardı. 20. yüzyılın başla­rında Nevski Bulvarı'nda yürüyen bir muhafızın bir grup sarhoş eylemciyle karşılaştığını okuduk. Eylemciler, askerin üzerine tü­kürmüş. Kışlasına dönen ve görevlerini tamamlayan asker daha sonra kafasına sıkmıştı. Bıraktığı mektupta Çar'ın üniformasını ayak takımının tükürüğünden koruyamadığı ve şerefini lekeledi­ği için intihardan başka bir çaresinin olmadığını yazmıştı. Her­kes bunun münasip bir karar olduğunda hemfikirdi. Rus grandükleri, aşırıya kaçmada olağanüstü derecede mahir­di. Baden Baden' de kumar oynuyorlar ya da göz koydukları bir kadın için Boulogne Ormanı'nda düello yapıyorlardı. Bazen bir grandük, beğendiği bir hanımefendiyi Rusya'daki mülklerini zi­yaret etmeye ikna ederdi. Misafir hanımefendi, Rusya' da Paris'te olduğu kadar ilgi görürdü. Üzerinde Rue de la Paix'ten aldığı elbiseleriyle ayı avına katılan hanımefendi avcıların aklını başın­dan alırdı. Muhteşem mücevherlerle memleketine dönen kadın, zümrütlerle bezenmiş kızaklardan bahseder, aşkının en sevdiği çiçeği unutmadığını göstermek için dükün Grasse'den getirttiği Parma menekşelerini karların üzerine döktürdüğünü anlatırdı. 19. yüzyılda Romalılar, Slavların savurgan mizacını yakından görme fırsatı yakaladı. Zengin Rus göçmenlerin çoğu bu şeh­re akın ediyordu. Volkonsky Villası ve Yolu ile günümüzde de hafızalardaki yerini koruyan Volkonsky ailesi, Rus göçmenlerin merkezinde yer alıyordu. Rusya'daki uçsuz bucaksız ormanlara sahip mülklerinden sonra Avrupa'nın kaynaklarına güvenmeyen ve yakacak odun kıtlığı yaşamaktan korkan Prenses Sophie yanı­na koca bir sandık dolusu kütük almadan yola çıkmazdı. Kato­likliği kabul eden ve cömertliğinden ötürü Romalı fakirlerin çok sevdiği Prenses Zeneide Volkonsky, aşırı kibarlıktan hayatını kaybetti. Kapıda soğuktan titreyen dilenci kadını gören Prenses, onu ısıtmak için kendi eteğini verdi. Hapşıra hapşıra evin yolu­nu tutan Prenses hastalanarak öldü. Ölürken bile aşırılıktan taviz vermiyorlardı. Tabutunun ardında yas tutan Romalı fakirler "O bir Rus prenses­ti" diyordu. Aslında Prenses Zeneide Volkonsky gibilerin tamamı için ağıt yaktıklarının farkında değillerdi. Bu şaşaalı Rus soylu­ları, bir daha geri gelmemek üzere aramızdan ayrılacaktı. Geri­ye kalan birkaç mütevazı Rus, zenginken ihtişamlı ve etkileyici buldukları şeylerin fakirken edepsiz ve komik geldiğini görecekti.
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.