Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Şeriat ve Kadın 1
ARAP PEYGAMBERİ MUHAMMED'E GÖRE KADININ TANIMI VE NİTELİKLERİ İki kadınım tanıklığı bir erkeğin tanıklığıma bedeldir (Kur'ân 2 Bakara 282) Kadınlar aklen ve dinen dün yaratıklardır.... (Arap Peygamberi Muhammed) Uğursuzluk üç şeyde vardır: karida ev'de ve at'da..... (Muhammed) Namazı kat'eden şeyler köpek, eşek, domuz ve KADIN'dır...... (Muhammed) «Kadınlar arasında saliha kadın yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir.... (Muhammed) Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne birakmadım... (Muhammed) Bana Cehennem halkı gösterildi, çoğunluğu kadınlarndhi... Siz kadınların çoğu Cehennem kütüğüdür. (Muhammed) İslam öncesi dönemi kötü göstermek için başvurulan yalanlardan bride eskiden Arapların kız çocukları öldürme geleneğini sürdürür ol- dukları ve bu geleneğin Muhammed tarafından kaldırıldığıdır. Oysaki gerçek böyle değildir, çünkü kız çocukları öldürme geleneği, Muham- med'in yaşadığı dönem itibarıyla yaygın olmayıp pek nådir görülen şeylerdendi. Ve bu gelenek kız çocuklarını uğursuz görme alışkanlı- ğından da doğmuş değildir; öte yandan Muhammed bu geleneği kadı- na değer verme mülahazasıyla kaldırmış değildir. Şöyleki: Eski dönem- lerde Araplarda, tıpkı diğer bazı toplumlarda olduğu gibi, yeni doğan çocukları öldürme geleneği diye kötü bir uygulama olmuştur. Bu ge- lenek çeşitli nedenlerden doğmuştur. Bir kere aşiretler arası savaşlar yüzünden erkek nüfusunun telefe uğraması ve kadın sayısının erkeğe nazaran fazla olması nedeniyle kız çocukları öldürmek gerekli görül- müştür; böylece nüfus dengesi sağlanmak istenmiştir". Bundan başka bir de yoksulluk yüzünden kız çocukları beslemek bir sorun olmuş ve bu sorunu bu yoldan çözümlemek kolay görülmüştür. Nitekim Kur'ân- da Yoksulluktan ötürü çocuklarını öldürmeyin (6 En'am 151; 17 İsrå 31) diye yazılıdır. (Kur'ân'da geçen çocuklarınız şeklindeki sözcük genel olarak Kız çocukları anlamına alınmıştır.) Eski Araplar dişiyi aşağı görmez aksine kutsal nitelikte görürlerdi. Ör. neğin Tanrı'nın meleklerini bile dişi olarak kabul ederlerdi. Nitekim Kur'an'da doğrusu ahirete inanmayanlar, meleklere dişi adım ta karlar.... (53 Neem 21, 27-28) diyerek Cahilliyye Araplarını yeren &yet. ler vardır. Tanrı'nın meleklerini dişi kabul edecek kadar kadını kutsal. laştıran bir toplumun, kadına düşmanlık duygusu ile kız çocuklarını öldürtmesi elbette ki düşünülemez. Öte yandan Mühammed'in yaşadığı dönemlerde bu gelenek, tüm Arap kavimlerine şamil olmaktan çıkmış ta. Meydanı'nin yapıtlarından öğrenmekteyiz ki o tarihlerde bu gelenek sadece Termina kavminde, pek nadiren uygulanmaktaydı". Bu uygulamaların azalması, çocuk öldürme geleneğine karşı bu ka- vimlerde beslenen husumetin giderek artmış olmasındandır. Halktan kişilerin, ve ozellikle şairlerin tepkisiyledir ki, çoğu kavimlerde bu tür uygulamalara son verilmiştir. Örneğin ünlü şair Farazdak'ın büyük ba- bam Şaşa'a, Temim kavminde sürdürülen bú usülü durdurmak ama- cıyla, öldürülecek olan kız çocukları satın alma ve böylece ölümden kur- tarma yolunu açmıştı. Ve hiç kuşkusuz bu işi insaneıl duygularla yap- miştir. Onun yaptıklarını duyan Muhammed, kendisine iyi bir iş yaptın diye litifatta bulunmuştur. Fakat bulunurken düşündüğü şey Müslü- man nüfusunun azalmamasını sağlama amacı olmuştur. Daha başka bir deyimle kız çocukların öldürülmesi geleneğine son verirken bunu kadına değer düşüncesiyle değil fakat Müslüman sayısının azalmaması düşüncesiyle yapmıştır. Bu itibarla Kur'an'a koyduğu Çocuklarının yoksulluk nedeniyle öldürmeyin. Biz onlara da, size de rızık veririz... (17 Iarå 31) şeklindeki ayetlere bakarak ku çocuğunu erkek çocuğuna eşit gördüğü kanısına kapılmak doğru olmaz. Ilerde de göreceğimiz gibl kadın denilen yaratığı, genellikle, çocuk yetiştiren ve neslin üremesi- ni sağlayan bir makine olarak görmüştür Fakat hemen ekleyellin ki bunu yaparken dahi dişiyle hakir gör mekten geri kalmamıştır. Gerçekten de, bir yandan Kur'an'a: Kız ço euğunu hangi suçtan ötürü olduruldugu kendisine sorulduğu zaman.co (K. 81 Tekvir 8-9) ve yine P Enam 13ler, cocuklarını öldür meleri onlara iyi gösterimitirang Kerisinde klinde hükümler koy- mak suretiyle insaneil bir davrda manup, natusu çoğaltma siyaseti güderken, diğer yandan da kendilerine erkek çocukları alıp kızları da Allah'a mal ediyorlar (Allah) bundan münerzch tir... (16 Nahl 57, 62) demek suretiyle dişilerden melek olamayaca- ğru ve çünkü Tanrı'nın dişileri melek yapmaya layık bulmadığını an- latmak istemiştir. Oysa ki eski dönemlerde Araplar, Tanrı'nın melekle- rini dişi olarak kabul ederlerdi. (Nitekim bunun böyle olduğu Necm Süresinin 21, 27-28 Ayetlerinde yazılıdır). Muhammed ise kadın sını fını aşağı gördüğü için, meleklerin dişilerden olabileceği şeklindeki Arap İnançlarını Tanrı'ya hakaret saymış ve bu nedenle Kur'an'a Tann bundan münezzehtir.... (16 Nahl 57, 62) hükümlerini yerleştirmiştir. XIV. Yüzyıl: Ibn Batuta'nın Tanımıyla Türk Kadınının Özgürlüğü : Türklerde kadının saygın ve üstün bir yeri olduğu hususuna kanıtlayan yapıtlar arasında İbn Batuta'nın Seyahatnamesi özel bir değer taşır. Çünkü 14. yüzyılın bu tanınmış gezgini, sadece Türk toplumlarının KADIN konusundaki değer ölçülerini değil, fakat İslâmi nitelikte olmayan bir geleneğin, İslami geleneklere çok daha üstün olabileceği tezini de ortaya vurmuştur. Örneğin Kuma nehri kenarın daki Türk kentlerine yaptığı ziyaretleri sırasında naklettikleri bunun kanıtıdır. Sultan Özbek Han'ın valilerinden biri ile birlikte Azak'tan hare- ketle Türk ülkelerine yaptığı gezilerini anlatırken şöyle der: «Tuluk- tumar Emir'i ile birlikte (gittiğim bu kent) büyük Kuma nehri kıyı- larındaki Türk kentlerinin en güzellerinden biri. Bu ülkede tanık olduğum en ilginç şey Türklerin kadın sınıfına karşı gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler, kadınlarını erkeklerinden çok daha şerefli bir kertede tutmaktadırlar. Kiram kentini terkederken Emir'in eşini arabada giderken gördüm... Arabası baştan aşağı süslü ve zengin mavi kumaşlarla örtülü idi; tenteleri açıktı. Prensesin yanında zarif giysilere bürünmüş dört nedime daha vardi ki onların arabaları da zengin eşyalarla doluydu. Emir'in bulunduğu yere yaklaşılınca pren ses arabadan Indi. Otuz kadar genç nedime elbisesinin eteklerini tuarak pesinden rumeye basladilar. Prensesin eteklerinde limiter and walk yüruyuyilmiklerden tutup yerteklerinde, kaldırmak suretiyle yürüyüşe devam ederlerken prenses muhteşem bir avirla Emir'e yaklaştı: Emir ayağa kalkarak onu selaminatetem bi sturttu Bu sırada nedimeler ayakta prensesin etrafinisar ve yanına klemekteydiler. Kımız getirildi, prenses bir su kabı alarak içine bir siktar kımız doldurduktan sonra Emir'e ikram etti. Bunun üzerine Emir, aynı (nezaketle) bir kaba kımız doldurdu ve prensese ikram eti. Her ikisi, önlerine getirilen yemeklerden yediler. Daha sonra prenses (Emir'in kendisine takdim ettiği hediyeleri alarak) odasına çekildi. Sadece Sultan'ların ya da Emir'lerin değil, fakat halktan kişilerin dahi kadına karşı saygılı davranışlarını izleyen yazar, şöyle ekler: Tüccardan ve avamdan kişilerin eşlerini de gördüm (ve onların da aynı saygıya mazhar olduklarımı izledim). Örneğin bu kadınlardan tiri at arabasında hizmetçileriyle birlikte gitmekteydi. Başında incl ve tavus kuşu tüyü ile süslenmiş mahruti biçimde bir şapka vardı. Arabasının pencereleri açık olup tentelerin arasından kadının yüzünü görmek mümkündü. Zira Türk kadınları peçe taşımazlar (ve kapan- mazlar). Sokakta yüzleri açık (ve yalnız) dolaşırlar. Ara sıra kendile- rine kocalarının refakat ettiği görülür....". 1331 yılında Sultan Muhammed Özbek Han'ı ziyaret eden İba Batuta gördüklerini şöyle anlatır: «...Özbek Han, büyük bir impara- torluğun başındadır... Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından biridir... Tahtına kurulmuş olarak otururken sağ yanında Taytugli Hatun ve onun yanında da Kebek Hatun, sol tarafında ise Bayalun Hatun ve yanında Urduca Hatun yer almışlardı. Tahtın hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar. Büyük oğlu sağda, küçük oğlu solda ve kızları da tam ortada, Sultan'ın karşısında yer almışlardı. Odaya giren her hatunu Sultan ayağa kalkmak sure- tiyle karşılıyor, elinden tutarak tahta çıkarıyordu. Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu. İbn Batuta'nın anlattığına göre Sultan'ın eşleri öylesine serbest ve uygar kadınlardır ki, Kur'an yasaklarına rağmen, erkeklerin yanınaçıkmaktan, yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hatta onlarla geziye katılmaktan, hediye alışverişinden geri kalmamaktadırlar. Nitekim, Özbek'in eşleri İbn Batuta'ya hediyeler vermişlerdir"; ve ail liginci, bunlardan Bayalun Hatun (ki Bizans Imparatorunun kiziydı) İstanbul'a (o zamanlar Constantinopl) babasını ziyarete giderken bu seyahate İbn Batuta ile birlikte çıkmıştır..... Her toplum kadına verdiği değere oranla gelişir yada ilkelleşir. 19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Ruslarla savaş halinde bulunan Osmanlı Devleti'nin uğraştığı başlıca sorun, kadınların çarşaflarının inceliği-kalınlığı olmuştur. Öte yandan millilik duygusu nedir bilmeyen Yeniçeriliyi savaşa sürükleyebilmek için padişahların başvurdukları tek çare, bir yandan Şeriat'ın yağma ve talan ve «cennet vaadlerini ve diğer yandan da kadın düşmanlığını kışkırtmaktı. Nice örnekler arasında 1203 (Hicri) yılı olaylarından bir ikisine değinmek yeterlidir. 1203 (Hicri) yılında padişah, Ruslarla savaşmakta olan ordu kumandanına Tuna'yı geçip kutsal zaferler sağlamasını ve düşmandan öç almasını emreder. Ayrıca da askerleri Rus Çariçesine karı kışkırtmak maksadıyla şunları ekler: «Moskoflar, kraliçe dedikleri bir eksik eteklinin gayretleri sonucu olarak... beş yüz yıl boyunca kafir lerin sırtını yere getirmeyi gelenek edinmiş Osmanlı devletine zarar vermekte, haraplık getirmektedir... Yazık, çok yazık... İslam'ın çabal ve Yeniçeriliğin yiğitliği nice oldu", Görülüyor ki padişah, askerlerini iç huzu- fedakarlığa ve dövüşmeye teşvik için, düşmanı eksik etekli bir kadının yönettiği güç olarak tanımlamaktadır. Öte yandan ülkenin runu sağlamanın yolu da yine kadınlarla uğraşma siyasetini geçerli kılmaktadır. Üçüncü Selim ve Üçüncü Osman ve Dördüncü Mustafa gibi padişahların yaptıkları hep budur. Hicri 988 là 1203 yılları ara sında bu padişahlar tarafından yayınlanan emirnameler ibretle okun- maya değer: Hemen hepsinde kadınların feracelerinde değişiklik yapıl ması, ince ferace giyilmemesi, yasağa aykırı ferace diken terzilerin derhal kendi dükkanlarının kapısı önünde ipe çekilmeleri; kadınların kaynakçı dükkânlarına girmemeleri, hiçbir şekilde mesire yerlerine gitmemeleri, haftada dört defadan fazla sokağa çıkmamaları, sokağa çıktıklarında hiçbir erkekle (velev ki babaları ya da oğulları olsun) yan yana yürümemeleri, arabaya binmemeleri, belirli meydanlarda do laşmamaları, ezan saatinden sonra sokakta kalmamaları emredilmiş ve aksine davrananların cezalandırılacakları ilan edilmiştir. 1800 yılında İstanbul'u kırıp geçiren veba salgını vesilesiyle dev- letin başvurduğu akılsız tedbirler, bu konuda verilebilecek örneklerden bir başkasıdır. Akılsız tedbirler diyoruz, çünkü Osmanlı yöneticileri, o tarihlerde, veba salgınını önleyici tıbbi sağlık tedbirlerini uygulaya- cak yerde vetanın sari bir hastalık olmadığını ve çünkü peygamberin hadislerinde bunun böyle olduğunun yazılı bulunduğunu ve bu neden le sağlık tedbirleri almanın İslam'a aykırı düşeceğini ilan etmişlerdir. etmekle de kalmamışlar, fakat üstelik Hükümet, bütün bu felaketlerin kadınların melånetinden gelme olduğuna inanmış olarak Galata ve Kasımpaşa semtlerindeki hanlarda yaşayan fahişeleri toplatmış. odalarını mühürletmiş ve veha salgınının acısını bu zavallı kadınlardan çıkarmak suretiyle görevini yerine getirdiğini düşünmüştür. Osmanlı şairlerinin en ünlülerinden sayılan Fazıl Bey (1759-1810) 'in, çeşitli ülkelerin kadınlarını eleştiren «Zenân-Nåme adlı yapıtında, kadınlardan söz etmenin abes olduğunu belirterek okuyucusundan, böyle bir kitap yazdığı için özür dilemesine şaşmamak gerekir. Çünkü kadın, onun indinde kitap konusu yapılmaya layık bir varlık değildir. Asıl ilginç olan husus şudur ki 1838 yılında taş basması olarak yayınlanan bu kitap, Mustafa Reşit Paşa tarafından kadınlarla ilgili kitap yazmak edebe aykırıdır» gerekçesiyle toplattırılmıştır. Düşünü- nüz ki Mustafa Reşit Paşa, o dönemin en gözde devlet adamlarından ve aydınlarından sayılırdı; varın siz böylesine ilkel kertedeki Türk toplumundan uygarlık ve gelişme bekleyin. Örneğin mü'min kadımların, tıpkı mü'min erkekler gibi, cen- netlere alınacaklarına ya da anaların ayakları altından cennetler geçtiğine dair hükümlerin özünde, gerçek olarak kadına ne kadın clarak ne de ana olarak hak ve değer tanıyan bir anlam vardır. Çünkü bir kere, kadının cennete girebilmesi, her şeyden önce kocasının hizmetlerini en iyi bir şekilde görmesine, onu memnun etmesine, ona mutlak şekilde itaat etmesine ve onun şehvetini, yine onun dileğine ve zevkine göre gidermesine bağlıdır. Bütün bu işleri kusursuz denecek şekilde yapmış olsa dahi, cennete girebilmesi yine de kocasının iznine bırakılmıştır. Öte yandan cennete alınan kadın İçin mutluluk ya da huzur diye bir şey söz konusu değildir. Çünkü cennetler, sadece erkeklerin mutluluğu ve saltanatı için öngörülmüş ve bu maksata yarar şekilde hazırlanmıştır. Örneğin Kur'an'da, özellikle se'n Nebe's, ya da sel-Vakia ve e'd-Dehr sürelerindeki cennet tanımlamaları bunun böyle olduğunu açıkça göstermeye yeter- lidir. e'n Nebe's sûresinde ....çekinenlere bir kurtuluş ve murada eriş (yeri) olarak belirtilen cennette ....memeleri yeni sertleşmiş yazıt kızlar ve dopdolu kadeh (K. 78; 33, 34) olduğu yazılıdır. el-Vakıa süresinde, cennete giren mü'minlere kara gözlü hurilers vand edilmiş ve bu hurilerin kız oğlan kız olarak halk edildikleri ve cilveli veşirin sözlü olup seşlerine aşık ve onlarla yaşıt kılındıkları eklenmiş. tir. (K. 56 al-Vakia 15-38) Hatırlatalım ki bu huriler ve kara gözle dilberler, mü'min erkeklerin asıl ve gerçek eşleridir. Bu itibaris mü'min erkeklerin yeryüzündeki eşlerine her bakundan üstünlük ve öncelik arzederler. Bütün bunlar gösteriyor ki yer yüzü kadınlarının iyi ve inanm müslüman olarak cennete girmiş olmalarının kendilerine mutluluk ve huzur sağlaması söz konusu değildir. Aksine cennete girmek onlar için bir bakıma azab olacaktır, çünkü girdikleri an görecekleri şey. kccalarının hurileriyle sarmaş dolaş sevişir oldukları manzaradır. Yine aynı şekilde Şeriät hükümleri arasında anaları saygınlığa läyık imiş gibi gösterenleri vardır. Örneğin al-Ahkaf süresinde: ....ve biz insana, anasına ve babasına iyilik etmesini emrettik, anası onu zahmetle taşımıştır ve zahmetle doğurmuştur. (40 al-Ahkaf 15) şeklin- deki ayetler yaninda Cennet annelerin ayakları altındadır şeklindeki hadis hükümleri yer almıştır. Ve bunlara bakılarak İslam'ın kadını ana olarak yucelttiği samlır. Oysa ki bu hükumlerin kadını, ana olarak gerçek anlamda değer bilen bir yönü yoktur; sadece müslüman topluluğunun nüfusunun çoğalmasına araç olması bakımından önemi vardır. Çünkü bütün bu hükümler, analara karşı iyi ve saygılı dav ranmayı ananın müslüman olması şartına bağlamıştır. Müslüman olmayan ana için böyle bir saygı öngörülmemiştir. Nitekim Kur'an- in çeşitli sürelerinde (ve örneğin e't-Tevbe) farklı inançtaki anaya (ya da bahaya ve yakınlara) karşı yakınlık ve bağılılık gösterilmesi yasak edilmiştir. Bundan dolayıdır ki Muhammed kendisi bile, kendi öz anası Emine'yi, müslüman olarak ölmedi diye, kendisine yabancı saymış ve ona Tanrı'dan mağfiret dilemekten kaçınmıştır. Eğer sana'lık duru mu kadını şeref ve değere eriştiren ve evlatlarının mağfiretine layık kerteye yükselten bir şey olmuş olsaydı, herkesten önce Muhammed'in örnek olması ve anası Emine için dua'da bulunması gerekirdi. Oysa ki anasının adını ağzına almadıktan (ve örneğin Kur'an'da başka kadınların İsa'nın anası Meryem adını zikrettiği halde Emine'nin adına yer vermedikten) gayrı ona mağfiret dilemeyi dahi çok görmüş ve Tanrı bana anam için hayır dua etmeme izin vermedi amştir. Muhammed'in kadına değer verdiği yalanlarına sarılanlar, onun irk ve renk farkı dahi gözetmeden zenci bir kadının kabri başında Hamaz kıldığını söylerler ve Ebu Hureyre'nin rivendayali su hadist örnek verirler: «Bir zenel... kadın Mescid-i Seri süpürürdü. (Günün birinde) vefat etti. (Muhammed) ne oldu? diye sordu. Bana vefatını haber vermeli değil miydiniz? (Haydin) bana kabrini göste- riniz buyurdu. (Ondan sonra) kabrin başına varıp namaz kıldı. Hemen belirtelim ki Muhammed'in, zenci bir kadının kabri başında namaz kılmasının nedeni, kadına değer vermiş olmasından (ya da irk ve renk ayırımı yapmamasından) filan değildir. Kadın denilen yaratığı dinen ve aklen dün ve genellikle cehennemlik gören, bir kimsenin, ölmüş bir kadının kabri başında namaz kılmayı düşünmesi mumkün değildir. Yukardaki olayda zenci kadının kabri başında namaz kılması, sadece Mescid gibi yerlerde hizmet görmeyi teşvik amacına dayalıdır. Gerçekten de Buhari'nin söylediğine göre Mescit süpürmek ve temizlemek gibi hizmetler, ufak görünse bile, gelecek dünyalarda büyuk mükafatlara müstahak şeyler sayılmıştır. Bunun da nedeni bu gibi hizmetlerin parasız ya da çok az bir ücretle karşı- lanmasını sağlamak içindir. Bu tür hizmetleri görenlerin bu şekilde taltif edilmeleri ve gelecek dünyanın mükafatlarına layık görülmeleri, elbette ki gönüllü çekmeye yeterlidir. İşte Muhammed'in yapmak iste- diği de bu olmuştur. Her ne kadar bazı kaynaklar, zenci kadının vefatını Muhammed'e haber vermeyenlerin, bunu, sırf zenci kadını hakir görüp onun ölümü- nü ihbara lüzum duymadıkları ve Muhammed'in ise namaz kılmakla zenci kadını şereflendirdiği kanısını yaratmak istemişlerse de gayret- leri boşadır. Çünkü Beyhaki'nin rivayetinden anlaşılmaktadır ki vefat haberini Muhammed'e vermeyenler, ounu, vefat olayının gece vakti vuku bulması ve o saatlerde Muhammed'i uyandırmak istememelerin- den dolayı yapmışlardır; yoksa zenci kadını hakir gördüklerinden değil. Allahin sizin birbirinizden üstün kıldığı şeyi öźlemeyin (4 nisa32) şeklindeki hüküm gereğince bu alanda eşitlik gözetmememeye izacet verilmiştir aynı sürenin 11. âyetinde de dişinin payının erkeğinkinin yarısı olduğu belirtilmiştir. Yine bunun gibi Kocaların karıları üzerinde olduğu gibi kadın- ların da kocaları üzerinde hakları vardır şeklindeki hükümler örnek verilerek evlilikte karı-koca eşitliğine değinilir. Oysa ki Nikah kadın- lar için köleliktir şeklindeki hükümlerden tutunuz da erkeğin kadına üstün ve seyyid adına layık bulunduğuna, kadının ise ståbi/köles kertesinde kılındığına ve kocasımın her türlü hizmetlerini yapmakia zorunlu bulunduğuna varıncaya kadar; ya da evli kadının sokağa çık masından, komşusu ile selamlaşmasından oruç tutmasına ve ibade tine,... ve her işini kocasının izni ile yapmasına kadar tüm yaşamları itibariyle özgürlükten yoksun bırakan hükümlerle dolu bir düzen getir- miştir. Şeriat sistemi, Boşanma hakkını münhasıran erkeğe bırak- makla kocayı karısı üzerinde insafsız bir baskı kurma olanağına kavuş turmuştur. Öte yandan kadınların yaşamını adeta azab ve mutsuzluklar için- de tutan Şeriat emirleri, sanki kadınların yararına olmak üzere ve sanki onların çıkarları sağlansın için düşünülmüş gibi gösterilmiştir. →Örneğin kadınların tanınmayacak şekilde örtünüp kapanmalarını ve hatta çirkin giysilerle dolaşmalarını öngören hükümlerin temelinde bu kurnaz felsefe yatar. Oysa ki asıl sebep erkeğin ilkel kıskançlığını karşılamak ve onu rahatlatmaktır. flerde kadınların örtünmeleri ve eve kapatılmaları ile ilgili bö lümde bu hususları ayrıca göreceğiz. Fakat şimdilik şunu belirtmekle yetinelim ki kadınları, hiç tanınmayacak şekilde örtünmeye zorlayan Kur'an ayetlerinden birinde şöyle denmiştir: →→Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına. dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu onların tanınmasını ve bundan dolayı İNCİTİLMEMELERİNİ sağlar.... (33 Ahzab 59). Görülüyor ki örtünme gereği kadının İNCİLMESİNİ önleme nede nine dayatılmış ve bununla sanki kadın, korunmak isteniyormuş havası yaratılmıştır. Oysaki maksqt kadını korumak değil erkeğin kıskançlığına çözüm bulmaktır. Çünkü bütün vatandaşlar gibi kadınların da güvence içerisinde yaşamalarını sağlamak ve incitilmelerine engel olmak Devlet'e düşen bir iştir ki bu işi Devlet, toplun düzenini sağla mağa matur tedbirlerle kolaylıkla yapabilir. Kadını koruyacağım diye onu zindana sokmaya çalışması, yani çarşafa tıkaması ve evden dışarı karmaması, akla ve mantığa ve ahlaka sığan bir şey sayılamaz. Verilebilecek bir diğer örnek bakirelik konusundadır. Bakirelik kavramı, İslâm'ın dinsel kutsallıkta saydığı bir şeydir. Çünkü Muham- med Bakire ile evlenin diye konuşmuş ve müslüman kişiyi bakire ile evlenmeye zorlamıştır". Bundan dolayıdır ki, müslüman kızının şeref ve haysiyeti «bekaretini korumakla käim ve yaşam kaderi de Adeta bununla çizilmiştir. Ve sanılmıştır ki bekaretin namus simgesi ola- rak benimsenmesi, kadının çıkarlarına ve ahlakiliğe uygun bir şeydir. Oysa ki aslında bekaretin ne kadının çıkarlarıyla ve ne de ahlâkilikle ilgisi vardır. Sadece ve sadece erkeğin mutluluğunu, huzurunu ve rahatını sağlama amacıyla ilgisi vardır. Nitekim Muhammed, müslü- man erkeklere bakire kadınlarla evlenme gereğini öngörürken, bunun gerekçesini: "...Çünkü (bakire kızlar)... daha tatlı dilli, dudaklıdırlar. Aldatma (ve cinsel arzularınızı erteleme) yetenekleri daha azdır. Cinsel ilişkilerde ve harcamalarda çak daha kanaatkärdırlar... Cinsel organları daha eylemli ve daha çok haz vericidir şeklinde konuş- muştur. Bakire kızların kocalarına karşı daha itaatkar olacaklarını ve daha önce başka bir erkekle evli olmadıkları için eski kocalarını düşünmeyeceklerini belirtmekten de geri kalmamıştır. → Söylemeye gerek yoktur ki bütün bunlar erkek sınıfının çıkarları için düşünülmüş şeylerdir. Böylece bekåret öğesi sanki kadın bakı- mından meziyet ve faziletmiş gibi gösterilmek suretiyle erkeğin çıkar- ları teminat altına alınmak istenmiştir. 1) Muhammed'e Göre Kadın «Aklen ve Dinen Eksika Yaratılmıştu. Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Muhammed, genel olarak kadın sınıfını akıl ve zeka bakımından olduğu kadar dinsel bakımdan ve manevi açıdan da dün yaratılmış gibi tanımlamıştır. Bu tarımını Kur'an'ın, Bakara Sûresi'nde yer alan İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denktir ya da «Kadının şahådeti erkeğin şahådetinin yarısı değerindedir» şeklindeki ayetlerine dayanarak yapmıştır. Bilindiği gibi Bakara Sûresi'nin 282. âyeti şöyle der: «İki erkeği de bu muameleye tanık tutun. İki erkek bulunmazsa... bir erkekle iki kadın tanık olsun.» →Ayet'de adı geçen "muamele» sözcüğü «borç yazdırma muame- lesidir. Ve samlır ki bu sözlerde kadını küçülten herhangi bir şey yok- tur. Çünkü Şeriatçı çevreler kadınların, erkeklere nazaran genellikle «daha duygusal olduklarını ve işte bu nedenle şahådet ederlerken duygusallığa kapıldıklarını ve buna bir çare olmak üzere yukardaki tedbirin ittihaz edildiğini iddia ederler Oysa ki, bu böyle değildirve Muhammed'in açıklamalarından anlaşılmaktadır ki söz konusu äyet, kadınların duygusal olmaları nedenine değil, fakat akıllarımın eksikliği ve dinen dahi eksik yaratılmış olmaları, örneğin hayızlı iken oruç tutmaları, vs. gibi nedenine dayanmaktadır. Gerçekten de Ebû Såid'in rivayeti gereğince Buhari ve Müslim gibi kaynakların bildirdiği şudur: Bayram günlerinden birinde Muhammed, kadınların yanından geçerken onlara hitaben: Kadınlar sadaka verin; zira bana Cehennem gösterildi, çoğu sizler idiniz diye seslenir. Kadımcağızlar şaşırırlar ve: Ya Resûlå'llah neden?" diye sorarlar. Muhammed cevap verir: Çünkü siz ötekine berikine çokça lånet eder, zevcelerinize karşı küf- ran-ı nı'met gösterirsiniz. (Ne acaiptir ki kendini zabteden tam akıllı ve dininde) hazumiı kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiç kimsenin çelebildiğini görmedim. Kadınlar biraz daha şaşırmış olarak yine sorarlar: Aklımızın, dinimizin eksiği nedir? Ya Resûlå'llah. Bu soru üzerine Muhammed onlara Kur'an'ın Bakara Sûresi'nin 282. ayetini hatırlatır: «Kadının şahådeti, erkeğin şahådetinin yarısı değil midir? Kadınlar, «Evet diye yanıt verirler. Onların bu doğrulaması üzerine Muhammed tekrarlar: «İşte bu aklınızın eksikliğindendir. Bunu söyledikten sonra yine kadınlara sorar: Kadın hayız gör- düğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz, değil mi?» Kadınlar buna da «Evet derler. Bunun üzerine Muhammed: İşte bu da dininizin eksikliğinden (dir)» diyerek sözlerini tamamlar". Görülüyor ki Muhammed'in açıklamasına göre Tanrı, kadını bil- hassa eksik akıllı yaratmıştır ve bunu kanıtlamak üzere de kadının şahådetinin, erkeğinkinin yarısı değerinde olduğunu anlatmış ve âyet yollamıştır. Daha. başka bir deyimle kadınların şahådet bakımından erkeklere nazaran daha az değerde sayılmaları, duygusal ya da fevri filan olmalarından değil ve fakat doğrudan doğruya akıllarının eksikliğindendir. Ve Tanrı onların eksik akıllı olmalarını özellikle bu bakımdan öngörmüştür. Fakat Tanrı, yine Muhammed'in bildirmesine göre, kadınları sadece eksik akıllı yaratmakla kalmamış, fakat aynı zamanda eksik dinli yapmış ve bunun kanıtı olmak üzere de onları hayızlı (ådet görür) şekilde yaratmıştır. Böylece hayız gördükleri zaman onları namaz kılmak ya da oruç tutmak gibi (ve benzeri) dinsel görevlerden yasaklamıştır. Ve işte kadınların aklen ve dinen dün olduklarına dair bu inanç İslami inanç olarak Muhammed'ten itibaren yerleşe gelmiştir. →Söylemeye gerek yoktur ki bu tür bir inancı ve bu inancın dayanağı olan mantığı, ulu ve ådil Tanrı anlayışı ile uzlaştırmak mümkün değildir; hatta sadece ulu ve adil Tanrı anlayışı ile değil ve fakat keyfi ve adaletsiz bir Tanrı anlayışı ile dahi bağdaştırmak kolay değildir. Çünkü bir kere, insan denilen varlığı erkek ve dişi olarak yaratmakla gurur duyan ve övünen bir Tanrı'nın akıllılık ile şaha- det arasında bağlantı kurması ve bu bağlantıyı sadece kadınlara uygulaması düşünülemez; adil ve bilgi kaynağı olarak tanumlanan bir Tanrı'nın yapabileceği bir şey değildir. Zira böyle bir bağlantıyı on- görmüş olsaydı, bu takdirde aklen ve fikren yetersiz olabilen erkekle rin de bulunduğunu göz önünde tutarak akıllı bir erkeğin şahådeti, daha az akıllı iki erkeğin şahådetine denktir şeklinde bir şeyler ge- tirirdi Öte yandan iki kadının şahådetini, bir erkeğin şahådetine denk kılma amacını, sırf kadınları eksik akıllı yaratmış olmak için vesile ya da bahane kılmazdı. →Yine bunun gibi, Şeriatçının Yüce Tanrı diye ululaştırdığı bir Tanrı'nın, kadınları ille de dinen eksik yaratacağım diye her ay başı ådet (hayız) görme azabına mahkûm etmesi ve üstelik hem hayızlı yaratıp ve hem de oruç tutmak ve namaz kılmak gibi İslam'ın başlıca farzlarından uzak tutması da akla ve insafa sığar şeylerden olmasa gerektir. Bu itibarla, bu gibi hükümleri de, akıl denen cevheri yarattığı kabul edilen ve insaf sahibi olarak benimsenen Tanrı'dan beklemek mümkün değildir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da insafsızlığı yaratan Muhammed'dir. Çünkü tablatın bir cilvesi sayılmak gereken hayızlık durumuna karşı Muhammed'in, her ne hikmetse pek anla- yışsız bir tutumu olmuştur. Hayızlı oldukları zaman pistirler, diye kadınları, namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, mescide ayak atmaktan ya da cenaze takibinden yasakladığı ya da buna benzer haramlar yarattığı halde kendisi, bu söylediklerine aldırış etmez ve hayız gören karılarının koynuna girerek Kur'an okurdu"91./Bu itibarla kadınların hayızlı yaratılmış olmalarını, onların dinen dun durumda bulunmala- rına hamletmesini ya da bu sözleri Tanrı'ya atfetmesini ciddiye almak doğru olmaz. (91. Ayşe'nin ve Ummu Atiyye'nin rivayetlerine dayalı hadisler için bk. Sahibi Buhari Muhtasarı Tecridi Sar,Tercemesi) Kadınların aklen eksik bulunduklarını ve bu nedenle erkeğin kadına itaat etmemesi gerektiğini anlatmak maksadıyla bıraktığı hadisler arasında şu şekilde olanları da çoktur: Tanrı erkekleri ka- dınlardan üstün yarattı ve kadını erkeğin emrine verdi. Kadının emrine giren kimse şeytana itaat etmiş olur, åmir mevkiinde olan kadım değil erkektir; erkek seyyid (efendi), kadın ise täbl'dir; erkek täbi değil metbu'dur. (Hadis )
·
569 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.