Gönderi

Çevresinde, kolayca hükmedebileceği bir topluluk yaratmıştı. Hiçbir konuda onunla yarışamayacak bir kalabalık. Yapamadıklarının hırsını çıkarmak için kolayca yüklenebileceği bir kütle. Topluluğun yıldızı, toplantıların vazgeçilmez insanı oldu. Delicesine araba sürmek onda, briçte kazanmak onda. Bir köşeye çekilip suratını astığı zaman, kadınlar çevresini sarıyor, Selim’i ve onun karanlık ortamını hatırlamasıyla içine düşer gibi olduğu çukurdan onu bir çırpıda çıkarıyorlardı. Turgut bile anlamıyordu bu kısa düşüşlerin rahatsızlığını. Gerçekten düştüm mü, yoksa bana mı öyle geldi? Belki rüyada gördüm. Herkes onun korkusundan titriyordu. Bir tartışmada, o konuşmadan önce, bir düşüncesini söylemek cesaretini bulan kimse, göz ucuyla ona bakıyordu: acaba söylediklerimi uygun bulacak mı? Acaba söylediklerim ona göre mi? Elinin tersiyle yıkıyordu bütün çabaları. Hiç tatmin olmuyordu: yemekleri beğenmiyor, filmlerle alay ediyor, okudukları kitapları küçümsüyor. Fakat ne zararı var? Turgut da onlardan biri değil mi? Onların hayatını yaşamıyor mu? Şimşekler yağdırıyor, fırtınalar estiriyordu; onlara okşar gibi geliyordu. İçimizden biri, bizim cinsten, yumuşakçalardan. Yumuşakçalardan ve aynı zamanda kabuğu en sert olanlardan. Azarlayışlarında bir babacanlık var: hemcinslerine anlayışlı bir hiddet gösteriyor. Bana dün bir saldırdı sormayın: okuduklarımı bir beğenmeyişi vardı, şaşkınlıktan duyargalarım birbirine girdi. O da bir şey mi? Geçen gün, salona yeni aldığım koltuk takımını öyle bir yerin dibine batırdı ki, kabuğuma öyle bir tekme attı ki; kırılacak sandım. Bereket sağlammış. Aman ne güzel. Aman ne heyecan verici. Sizi de kötüledi mi? Herkes, başsümüklüböceğin nutkunu coşkunlukla alkışlarken, “Sümüklüböcek Postası” için yazdığı o enfes makaleyi göklere çıkarırken, o aldı ayağının altına: şöyle ezdi. Aman ne heyecan verici, aman ne güzel. Öyle bir yerinden tuttu ki, orasından tutulan hiçbir sümüklüböcek kendini kurtaramaz. Aman ne heyecanlı. Hiç aklıma gelmezdi. Aman ne ilginç. Hangisi ilginç? Başsümüklüböceğin makalesi mi, Turgut’un onu tutuşu mu? İkisi de, ikisi de. Ne dedi, ne dedi? Gidip hemen bir kenara yazayım. Sonra unuturum. Hafızamla öyle alay ediyor ki başkası benim yerimde olsa bu kadarına dayanamaz artık. Galiba, içinizde en dayanıklısı benim. Sümüklüahmetkayaböcekturgutgillerin böyle bir temsilci çıkarması ne kadar gurur verici değil mi? Canımıza okuyor. Başka sürüngenlere bakıyorum da, onların familyasında Turgut gibisini göremiyorum. Çok talihliyiz. Orkestra şefi gibi yüksek bir yere çıkıyor: sen sus, sen konuş, diyor. Bana en son, bir kitap verdi; okudum, hiçbir şey anlamadım. Bu akşam sorar muhakkak. Ne yapacağımı bilemiyorum. Dün gece gördüğümüz filmden bahsedecek diye benim de ödüm kopuyor. Rejisör, diyor. Hele iki gece önce, gene böyle sinemadan bahsederken, “jenerik” dedi; korkudan yerimden sıçramışım. Aman ne korkunç! Ne zaman öğrenmiş bütün bunları? Bilinmiyor. Bilgisinin, kudretinin sınırlarını çizmek imkânsız. Bizlerin yaptığı gibi dar bir açıdan bakmıyormuş meselelere. Geniş açı diyor. Mühendis olduğu için geometriyi iyi biliyor tabii. Tabiî. Haydi bana müsaade: bu akşam bizde toplanıyoruz. Dilpeynirini çok severmiş: almak için Balıkpazarı’na ineceğim. Altı parke cilalanması geçti. Yok, o kadar değildi. İki, yıkama-yağlama olacak. Daha fazla, daha fazla. En az dört salonşeklinideğiştirme oldu. Durun bakayım: bir hesap edeyim. Bir katsatınalma, altı evdeğiştirme eder. Ayrıca, iki yatakodası-çalışmaodası değiştirmesi daha var. Evet, tam üç perdeyıkama ediyor. Çok iyi hatırlıyorum, başladığı zaman, perdeleri yeni almıştım. Alışılmış zaman ölçüleriyle hesaplanması güç bir süre. Ben o zaman koltukları, pencerenin yanına koymuştum. İnsanın aklında kalmıyor ki: eşya akıp geçiyor. O zamanlar daha debriyaj kaçırmıyordu. Hey gidi günler! Parkelerde en küçük bir çizik yoktu. Yaşlanıyoruz: eşyalar eskiyor. Demek dört hizmetçikaçması oldu ha! Anlamıyorum. Bir gün gelecek, parkeleri bile değiştirmek zorunda kalacağız. Belki bu kattan çıkmış oluruz o zaman. Yeni bir kat alırız. Kat kat olun inşallah! Ne yerinde bir söz. On iki buakşambizdetoplanalım oluyor, böyle bir espri yapmamıştı. Zaman ne çabuk geçiyor. Bizim bebeğin boyunu ölçtüğümüz duvara üç yeni çizgi çizdik o günden beri. Turgut, yemek örtüsüne yedi kere şarap döktü. Şarap lekesi de çıkmıyor biliyorsunuz. Ama zamanla soluklaşıyor, silinir gibi oluyor: hafıza gibi. Yıkandıkça çıkıyor. Ben şöyle yapıyorum: her lekenin üstüne bir tuzluk, bir biberlik, bir hardal şişesi, bir ketçap şişesi, bir mayonez kâsesi, bir limon suyu kadehi, bir ekşi krema tabağı koyuyorum. Hiçbir şey belli olmuyor. Peki, ya bunlardan birini aldıkları zaman? Yenisini koyuyorum kimse farketmeden. Yedek tuzluklar, biberlikler bulunduruyorum. Eskiye ait hiçbir leke, masa örtüsünün üstünde kalmıyor. Bir de çamaşır suyunu deneyin.
Oğuz Atay
Oğuz Atay
Tutunamayanlar
Tutunamayanlar
··
2 plus 1
·
177 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.