Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şeriat ve Kadın 7
2) Ayakları Altından Cennetler Geçecek Olan «Analara Hocalarına Kul-Kölen Olacak Kadar Itaatkar Müslüman Kadınlardır. Muhammed'in analar lehinde görünen sözlerinin altındaki mak- sadı açıklığa kavuşturmak için, tekrar bahasına da olsa, belirtelim ki: Anaların ayakları altından cennetler geçer şeklindeki hadis, genel olarak tüm anaları değil fakat sadece kocalarına hizmet ve itaatte ku- sur etmeyen müslüman anaları hedef edinmiştir. Yani müslüman ol- mayan, Islami inanca bağlı bulunmayan ya da müslüman olsa dahi kocalarına iyi hizmet etmeyen kadınlar bu tanımlamanın dışında birakılmıştır. Bundan dolayıdır ki kendi öz anasına, müslüman Imanın da ölmedi diye, Tanrı'dan mağfiret bile dilememiştir. Başkalarına oğut verinek İçin Kur'ân'a: «...(ana babaya) aciyarak... 'Rabbim, buçuk ken beni yetiştirdikleri için sen de onlara merhamet et' de... şeklin de åyetler koyarken bu öğütünü kendi izlememiş ve Amine için Tan- rı'dan böyle bir şey istememiştir. Aksine Tanrı bana anam için mags firet dileme izni, vermedi deyip işin içinden sıyrılmıştır. Ote yandan müslüman anaların ayakları altına cennetleri yerleş tirir görünürken düşündüğü şey, hiç kuşkusuz KADIN'ı, Islami emir lere uygun düşecek şekilde kocasına itaatkår kılmak olmuştur. Ona göre kadın, ana olarak değil fakat Islami emirlere (ki bu emirler ko caya hizmeti, boyun eğmeyi, vs... öngören şeylerdir) itaat eden kişi olarak cennetlere aday sayılır. Daha başka bir deyimle kadını, fedakar bir ana olmak itibarıyla (yani çocuğunu zahmetle taşıyan, kahrına katlanan bir insan olarak) cennetlere layık görmüş değildir. Tanrı'ya, peygambere ve kocaya körű körüne boyun eğen bir kimse olarak gör müştür; bu nitelikte olmayan bir kadını, velev ki fedakâr bir ana ol sun velev ki dünyaya düzinelerle çocuk getirmiş bulunsun, hayırla anılmaya ve cennetlere alınmaya layık saymamıştır. Bunun böyle oldu- ğunu Kur'ân'a koyduğu şu hükümlerle ortaya vurmuştur: "Şüphesiz olarak cehennem ehli oldukları, kendilerince bilindik ten sonra akraba (yani ana, baba, vs...) bile olsalar peygamberin ve inananların, müşriklerin yargılanmalarına dud etmeleri ya- kışmaz... (9 Tevbe 113). Daha başka bir deyimle müşrik olan ya da Tanrı'ya ve Muham med'e inanmayan bir kişi, velev ki ana olsun, velev ki ömrünü ço cuklarına adasın, hatta velev ki peygamber anası olsun, cennetlere giremez, dünya dolusu altun verse de giremeze; onun hakkı, yukar daki ayet gereğince acı bir azab'tır. Böyle bir kadına müminlerin Tanrı'dan mağfiret dilemeleri, dua etmeleri yasaktır. Nitekim Muham med, bu ayet gereğince, anası Amine için mağfiret dilemediğini, çün kü Tanrı'nın kendisine bu izni vermediğini bildirmiştir. Muhammed bu aynı şeyi babasına da yapmış ve bu tutumunu meşrů kılmak için Kur'ân'ın Tevbe süresine şu âyeti koymuştur: Bu sürede, yukardaki hükmü pekiştiren bir diğer ayet vardır ki biraz yukarda belirttiğimiz gibi mağfiret dilemeyi yasaklar (9 Tev be 113). Görülüyor ki cennete girmenin şartı ANA (ya da BABA) olmak değil fakat her şeyden önce Müslüman olmak, Tanrı'ya ve Muhammed'e boyun eğmek, onların her emrine (velev ki bu emirler akla ve vicdana aykırı olsa da) uymaktır. Kadınlar bakımından bu emirler, kocaları- na hizmet etmek ve böylece Kendilerini kocalarından razı etmek an- lamına geldiğine göre, her müslüman kadın için cennete girmek AN- NE olmakla değil, fakat bu şartı yerine getirmekle mümkundür, Bun- dan dolayıdır ki Annelerin ayakları altından cennetler geçer sözlerin de kadını, ANA olarak yüceltme düşüncesinden önce kadın olarak so mürme ve kocasının çıkarlarına araç etme siyaseti yatar. Eğer Muhammed analık kavramını soyut olarak yüceltmek iste seydi, herkesten önce kendi öz anasını yüceltir ve cennetlerin baş kö- şelerine yerleştirmek için Tanrı'dan mağfiret ret dilerdi. Eğer analara saygı ve sevgi gerektiğine gerçekten inansaydı ve kendi anasına düşkün olsaydı, Tanrı'nın kendisine Amine için mağ- firet dileme izni vermediğine tanık olduğu zaman, hiç değilse merak saikiyle bu iznin verilmeme sebebini öğrenmek isterdi. Ve örneğin di- yebilirdi ki Ey Tanrım, senin emrin şu idi ki Cenab-ı Hak'dan bir ha- ber gelmedikçe Allah hiç kimseyi azab etmez; peygamber gönderme- dikçe hiç bir ümmete azab etmez. Anam Amine, henüz Arap'lara pey- gamber gönderilmediği bir tarihte vefat etti. Bu itibarla müslüman imanında ölmesi mümkün değildi. Bu böyle olunca acaba neden dolayı bana anam için hayır dua etme izni vermezsin?» Hatırlatalım ki Muhammed her vesile ile ve en olmadık husus- larda Tanrı'dan dileklerde bulunma geleneğini edinmişti. En basit iş- ler için dahi Tanrı'ya yalvarır ve bu işlerinin kendi çıkarlarına uygun şekilde görülmesine çalışırdı. Üstelik başkaları için de Tanrı'dan şe faåtkår olacağını hatırlatırdı. Söylemeye gerek yoktur ki bu durum- daki bir kimseden, kendi öz anası için Tanrı nezdinde aracı olması ve şefaåt dilemesi beklenirdi. Muhammed'in ölümü üzerine eski dönensis geri gelecegi ve eski intiyalarinyedikleri Inaniyla sevinen Hadras kad dan bandarmin yedikleri ağır darbe, bunu karutlayan Grunklerden biridir ve ki burada etmelidir. El-Bagdadinin abbara adlı yapıtının bir batamunde, Arap peygamberinin 'slümans eleyen günlerde, bu habere sevinen ve bunu adeta bir bayram vestless edinen bir grup Arap kadınıyla ilgili bir olay vardır ki Hadramét diye bilinir. Islam'da kadın hakları konusuna el atan her araştinet bakımından ilginç olması gereken bu olay şöyledir: Aden korfezinin doğusunda (Yemen'in doğu bölgesinde) Hazra mût diye anılan bir idari bölge vaktiyle Hadramat diri taşırd Hicret'in onbirinci yılındaki olayları ve özellikle Muhammed in has talığım nakleden Arap kaynakları, bu bölgede yaşayan ve Kinde ka bilesine mensup bulunan kadınların, Muhammed'in ölümüna sabirais hkla beklediğini ve ölüm haberini aldıklarında tırnaklarına kına sürüp tambur çalmaya, göbek atmaya başladıklarını ve Hadramût köylerin den yirmiye yakın kadının da onlara katıldıklarını bildirmektedir Bu kadınların bu şekilde sevinmelerinin ve bayram etmelerinin nedeni, Muhammed'in ölümü olayından ziyade, kadın hak ve özgür luğünü yok edip kadını aşağıladığına ve aldattığına inandıkları bir sistemin sona ereceği ümidine kapılmış olmalarıdır. Çünkü düşündük leri odur ki, bu sistemin yerleşmesinden once Arap kadını eşit hak- lara ve özgürlüklere sahip iken, serbestçe sokağa çıkablilr, dilediği gibi giyinebilirken, kendi başına ticaret yapabilirken, Muhammed ba özgürlüklere ve eşitliklere son vermiş ve kadını erkeğin kölesi haline getirmiştir. Getirmek için de Tanrı'dan geldiğini söylediği emirlerle ...erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler» (4 Nisd 34); kind nın tanıklığı bir erkeğin tanıklığına denktir» (2 Bakara 282), «Kadur- lar aklen ve dinen eksiktir.», «Kadımlar erkeklerin elinde özgurtükleri- ni yitirmişlerdir, evlilikte kadın köledir, gibi ve daha nice buna ben- zer hükümleri yerleştirmiştir. Hemen belirtelim ki bu tür bir düşünce sadece Hadramût'iu ka- dınlara değil fakat daha sonraki yıllarda Arap peygamberinin torun- larına bile hakim olmuştur. Nitekim el-İsbahani'den öğrenmekteyiz ki Muhammed'in en küçük torunlarından olan Emine, ki açık görüşlülü tu ile tanınmıştı, bu konuda hiç susmaz ve çevresinde bulunanlara Islam öncesi dönem itibarıyla Arap kadının çok daha özgür ve çok mutlu bir yaşamı olduğunu hatırlatırdı. Kendisine: «Neden sen bu kadar canlı, tatlı, konuşkan, güleçyüzlü bir kızsın da senin kız kar deşin Fatima, aksine somurtkan, aksi, nemrud yüzlü bir insandir? ilye soranlara: Çünkü onun adı büyük annesine iaafetle verildi; benim adım ise İslam'ın gelişinden önce ölen büyük annemin annesi ne zåfetle seçildi diyerek yukardaki görüşlerini kanıtlamak ister- di. Bu sözleriyle hiç kuşkusuz, Arap kadınının cahiliyye diye kötü lenmek istenen dönemdeki haysiyetli durumuna özlem beslediğini an- latmış olurdu. Fakat her ne olursa olsun, olayımıza dönecek olursak, Hadramût- lu kadınların sevinci, biraz önce belirttiğimiz gibi, özlem duyar olduk- ları bağımsızlık ve özgürlük günlerine yeniden kavuşabilecekleri ihti- maline kapılmış olmalarındandı. Ancak ne var ki bu sevinçleri fazla sürmedi. Çünkü olaya tanık olan iki mümin, väkit geçirmeden durumu Halife Ebû Bekir'e bildirmiş ve bildirirken de bu kadınları fahişe ve şarkıcı kadınlar şeklinde belirtmişlerdir. Bunu duyan Ebû Bekir hiddet ve gazaba kapılır, derhal Yemen valisi Muhacir Ibn Ebi Umeyye'ye şu emri verir: «Teban'mızdan ikl Tanrı kulu, tarafıma başvurarak Yemen halkından bazı kadınların, Peygamberimizin ölümüne intizar ettiklerini ve bunlara Hadramût- lu diğer bazı fahişelerin, Kindeli şarkıcı kızların katıldığını, parmak- larına kına yakıp tambur çaldıklarını, göbek attıklarımı, böylece Tan- ri'ya ve Elçisi'ne karşı suç işlediklerini, günaha girdiklerini bildirdi- ler. Bu satırlarım sana ulaştığında derhal atına atla ve adamlarınla birlikte bu kaltakların üzerine yürü ve hepsinin teker teker bilekleri- ni kes. Eğer onları korumaya ya da seninle onlar arasına girmeye kal- kan olursa, kendilerine çok büyük bir günah işlemekte olduklarını an- lat ve yola getirmeye uğraş. Şayet pişmanlık duyacak olurlarsa, piş- manlıklarını kabul et ve canlarını kendilerine bağışla; eğer olmaya- cak olurlarsa kendileriyle konuşmayı kes ve saldırıya geç, Tanrı hain- leri korumaz. Fakat kanım ve inancım odur ki hiç bir erkek kul bu kadınların kötü davranışlarını savunmayacak ve bu kaltakları, tıpkı haşaratın kanatlarını yolar gibi, İslam dininden söküp atma görevin den seni alıkoyamayacaktır bu ve bu insafsiz enirinin uygulanması- de teminata bağlamak üzere Ebu Bekir şunu ekler: «Ey Ibn Ebi Umey- ye Tanradina slangerebu is ben, kendim dahi pekala yapabile Vekken, seni bu kutsal göreve atadım, çünkü sana karşı büyük bir dostluk duymaktayım. Bunu yapmakla sana, Tanrı'dan büyük müka fat dilemekteyim. Şunu iyi bil ki gayet Tanrı bu işi (yani Hadramût'lu kadınların bileklerinin kesilmesi ve öldürülmeleri işini) senin elinle görecek olursa sana tüm inayetlerini indirecektir. Rabbimiz, bizi ve seni güçlü kılsın ve gelecek dünyayı bu yer yüzü dünyasından daha iyi yapsın, amin.... Görülüyor ki Ebû Bekir'in hoşgörüden uzak bu taktiği Muham med'in gelenek haline getirdiği taktikten başka bir şey değildir. Ni- tekim Muhammed, bizzat kendisi, buna benzer emirler vermiş ve ken- di hakkında iğneleyici sözler sarfeden kişileri öldürtmekte kusur et- memişti. Yukardaki sayfalarda değinmiş olduğumuz örneklerden biri olarak hatırlatalım ki, Bedir savaşından sonra kendi aleyhinde şiirler yazan Mervan kızı Esma'yı öldürtmek üzere «Beni bu kadından kim kurtarır?» diye gönüllü aramış ve bu işi yapacak olan kimsenin Tan- rı inayetine kavuşacağını müjdelemişti. Umayra adında biri bu cină- yeti seve seve işlemeye hazır olduğunu bildirmiş, Muhammed'ten, cen- netlere gideceğine dair söz alır almaz, Esma'yı bıçaklayarak öldürmüş- tür. Olaydan sonra halkı camide toplayan Muhammed, herkesin önün- de Umayra'ya «Mervan kızı Esma'yı öldürdün mü?» diye sormuş ve on- dan Evet öldürdüm yanıtını alınca onu faziletli bir mümin olarak ilan etmiş, İşte Tanrı'ya ve Peygambere hizmet eden bir kul diye öv- müştür. Hadramût olayı vesilesiyle benzeri bir sahneye tanık olmaktayız. Ebû Bekir'den aldığı cennet vaadleri üzerine Muhacir İbn Ebi Ümeyye, derhal olay yerine giderek söz konusu kadınların bileklerini kestirmiş, dişlerini söktürtmüş, bu kadınlardan yana olan kişileri kılıçtan geçirt- miş ve böylece «fazilet örneği bir kişi olarak bilinmiştir. Valışet örneği sayılmak gereken bu davranış, Ebû Bekir gibi adil ve hoşgörü insanı diye bilinen bir halifeden sådır olmuştur ki İslam tarihini süsleyen tüyler ürpertici nice olaylardan sadece biridir ve ta- rihi bir gerçek olarak gözlerimizin önündedir. Hemen hatırlatalım ki bu kadınların «fahişe oldukları ileri sü- rülmüş ve bunların Muhammed'e karşı hoşnutsuzluk izhar etmiş olmalarının öyle elddiye almacak bir yönü olmadığı iddia edilmiştir. El-Bağdadi'nin bu kadınlar hakkında verdiği bilgilerden anlamaktayız ki bu iddianın da gerçeklerle ilgisı yoktur. Çünkü kadınlardan pek çoğunun eşrafa mensup olduğu, bazılarının Yemen'deki ünlü äileler. den geldiği, İçlerinde yaşını başını almış analar, büyük analar ve kız lar bulunduğu, hiç birisinin fahişelikle ya da hafif meşreplikle ve kötü şöhretle ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır Bu vesileyle şuna işaret etmekte yarar vardır ki, bir kimsenin öld. mü haberini sevinçle karşılamak, hiç kuşkusuz imrenilecek bir şey de ğildir. Ve eğer olayımızda Hadramút'lu kadınların tutumu sirf Mu hammed'in kişiliğiyle ilgili bulunsaydı, bunu hoş karşılamak elbette ki söz konusu olmazdı. Her ne kadar Muhammed, kendisi, düşman bij diği kimselerin ya da sevmediklerinin ölümünü her zaman sevinç ve silesi saymışsa da, o dönemde ve o toplumda bu tür içgüdülerden uzak kalabilenler olmuştur; Hadramût'lu kadınlar da bunlardandır; sevinip bayram etmelerinin nedeni, dediğimiz gibi, Arap kadımını İslam öncesi değerler ölçüsünden yoksun kılan ve erkeğin kölesi yapan bir zihni yetten (yani Muhammed'in getirdiği sistemden) kurtulma umuduna dayalı idi. Ne hazindir ki bu untud, Arap kadınını temsilen Hadramůtlu ka- dınları ne kadar sevindirdi ise Arap erkeğini de o kadar mutsuz kıl- mıştır. Nitekim olayın iki erkek tanık tarafından pek şişirilmiş bir şekilde Ebů Bekir'e aksettirilmesi, Ebů Bekir'in de yersiz bir şiddetle tepki göstermesi ve bir kaç kadının bu tür davranışını sanki ayaklan ma olmuş, sanki devlet çökermiş gibi aşırı bir usul ile cezalandırması, bunun kanıtıdır. Denilebilir ki Muhammed'in ve onu takliden Ebû Be kir'in (ve tabii onu takiben diğerlerinin) böylesine insafsız yıldırmala ri ve o tarihten bu yana müslüman erkeğinin kadını sindirme ve ken disine köle etme bencilliği nedeniyle Hadramût olayı, İslam'da KA DIN'ın özgürlük adına giriştiği ilk ve son kıpırdanma olmuştur.
309 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.