Gönderi

144 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 3 hours
Paris karşısında hayâl kırıklığına uğrayan bir Japon yalnızlığı
Şehir deyip geçmemek lâzım. Kudüs sendromunu duyanlar bilir. Bâzı turist ve hacılarda şehrin rûhânî havasından ötürü dînî bir sapma ortaya çıkar ve kendilerini peygamber îlan etmeye değin süren yoğun saplantılı düşünce ve hayâllere dalarlar. Bugün Eyfel Kulesi ile simgeleşen Paris, sanatın hangi dalıyla uğraşırsa uğraşsın hemen her sanatçı için çok önemli bir mekândır. Birçoklarınca da Paris sanat diyârına açılan uhrevî bir kapıdır. Müzelerden sokak ve caddelere taşan insanlığın sanat mahsülleri -resim, heykel, edebiyat, tiyatro, sinema vb.- nesebi yahut kavmi ne olursa olsun sanaçılarda anavatana gelmiş hissi uyadırır. Bu sanrılık hâlinin Kudüs'ünkine benzer bir Paris sendromu ortaya çıkartmayacağı düşünülemezdi. Nitekim bu sendrom, tatmin edilememiş bir uhrevîlik beklentisi nedeniyle bilhassa Japonlarda görülen hayâl kırıklığını tanımlamak için kaydedilmiş. İşe bakın ki Louvre’un Koruyucuları da sendromdan bahsetmese de böyle bir durumdan söz ediyor. Ancak bir farkla: baş kahramanımız tatmin oluyor. Peki ama nasıl? Kitapla sendromu yan yana getirice Japonların Paris'ten beklediği deneyimin tabiatüstü olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kitaptaki karakterin Paris'ten tatmin olması; ateşli bir hastalığa yakalandıktan sonra rüyâ âlemlerine dalması ve bir müze hayâletinin rehberliğinde müzenin objelerinden, târihinden söz etmesi sâyesinde oluyor. Resim sanatına ilgi duyanlar husûsî alâkaları sebebiyle kitaptan, alelâde bir okurdan daha fazla zevk alacaktır, muhakkak. Çünkü fantezi çoğunlukla resim etrâfında şekilleniyor. Resme ilgi duysam da kurgu beni tatmin etmedi, âdeta Paris karşısında hayâl kırıklığına uğrayan bir Japon yalnızlığı içindeyim. Kurgu iki koldan ilerlemeye gayret ediyor: Adamımız hastalanıp yataklara düşüyor. Sonraki gün kendini biraz iyi hissedince mâlum müzeye geliyor. Ancak müzenin kalabalığından olsa gerek gardı düşüyor derken rûhâni bir güzellik ona görünüyor. Kurgunun ikinci kolunu da bu hayâletlerin müzeye dâir anlatımları oluşturuyor. Adamın hikâyesi çok zayıf kalmış. Misal, kitabın sonlarında müze ruhları yerini kahramanın rahmetli karısına bırakıyorlar. Adamın karısıyla olan ilişkisini hiç bilmiyorduk hatta bırakın müteveffâ bir hanımı olduğunu, karşı cinsle herhangi bir irtibâtının olduğunu da bilmiyorduk. Sırf aşk unsurunu koymak için koymuş gibi, sanatçı. Öte yandan hayâlet onu, bunu gösteriyor, adamımızı o mekândan bu mekâna sürüklüyor, çeşitli ressamlarla tanıştırıyor derken bir anda Nazilerin Paris'i işgal etmeden önce müzenin nasıl boşaltıldığı bir destan gibi anlatılıyor. Sanırsınız Hz. Mûsâ Kızıldeniz'i ikiye yararak Yahûdileri firavunun zulmünden kaçırıyor. Yâni, nasıl demeli, hiç de yeri değildi. Kurgu hiç oturmuş değil. Sanatçının aklına geldikçe mangayı ürettiği düşünülebilir. Bağladığı nokta da havada kaldı: Biz müzeyi koruruz (?). Yazar zamanda yolculuğu pek seviyor.
Yürüyen Adam
Yürüyen Adam
adlı eserinde de vardı böyle bir şey. Geçmişe gidiyor ve yine merhum sanatçılarla tanışıyor vb. Bir noktaya kadar bu konuda tekrâra düştüğünü söylemek mümkünse de ikinci eserde daha derli toplu bir manzara var. Her kitap, hele hele sanata dâir bir okuma vâdediyorsa okunmalıdır, âmennâ. Ancak büyük ressamların çizimlerine dâir beklentiniz olabildiğince düşük olsun. Siyah beyaz olmasından mıdır, yoksa çizerimiz bile isteye mi o meşhûr tabloları öyle göstermiş bilmiyorum yalnız ünlü tabloların adamakıllı gösterildiği çok az panel var. Var olanlar da siyahbeyaz baskıdan ötürü bütün etkililiğini yitirmiş. Son olarak yazarımız benzer tasvirlerle karakter yaratmayı seviyor olmalı. Çünkü başkarakterimizin görünüşü, yazarın diğer mangası
Yürüyen Adam
Yürüyen Adam
'ınkine çok benziyordu. Ayırdı zor benzerlikler.
Louvre’un Koruyucuları
Louvre’un KoruyucularıJiro Taniguchi · İthaki Yayınları · 202398 okunma
·
57 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.