Gönderi

88 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 13 hours
Postmodernist bir alt metne sâhip derinlikli bir çizgi roman
Nicolas de Crécy
Nicolas de Crécy
ile
Leon 2
Leon 2
sâyesinde tanışmıştım. Katmanlı çizimlerinin tekrar incelenmeyi hak edecek derecede güçlü ve başarılı olduğunu görmüştüm. Ancak îtiraf etmem gerekir ki kitabın postmodern bakış açısından ötürü epey yorulmuştum: İnsanın en nârin hislerinden biri olan umut, Hakk'ın rahmetine kavuşmuş, şâşaalı düzen çürüyüp kurtlanmıştı. Âdeta Titanik batarken müziğine devam eden orkestranın sâhip olduğu faydasız estetikliği taşıyordu. Acınası hikâyenin tıka basa barındırdığı kötümserlik ve karamsarlık ile birbirlerini besleyip duran bu çizimler bende özlem duyulacaklar görsellerden biri olmamıştı. Gel gör ki tamâmen tesâdüf eseri ikinci kitabını seneler önce satın alıp kitaplığımda tozlanmaya mahkûm etmişim. Yine rastlantı üzeri elime alıp okudum. Çizimlerin hangi kalemden çıktığını anlamam için beş on sayfa ilerlemem yetti. Bu defâ hikâye yazarlık koltuğunda da çizer vardı. Ancak yine buram buram postmodernizm kokuyordu. İnsanlık büyük umutlarla inşâ ettiği zengin, estetik ve kibirli medeniyeti tabiata teslim etmiştir. Binlerce yıl sonra bir keşif ekibi araştırma yapmak üzere çalışmaya başlar. Bu ekip kendileri hakkında kesin hiçbir bilgiye sâhip olmadıkları atalarının izini sürmektedir. Bu ekipte insan dışında, genetiğine müdâhale edilerek koku alma duyusu geliştirilmiş ve artık konuşabilen köpekler de vardır. Keşif yapmanın hazzı ve heyecânı içindeki "buzul oryantalisti" 'bilim adamları' ve bu keşfi tertipleyen şirketin vârisi bir çığ ile daha evvel görülmedik düzeyde gelişmişliği işâret eden bir binayla karşılaşırlar: Louvre Müzesi. Çığdan önce yolunu kaybeden nezleden muzdarip Hulk adlı keşif köpeği de aynı binâya ulaşır. Koku yoluyla buradaki eserlerin yaşını tespit edebilen köpek, karşılaştığı heykel ve benzeri objelerin birbirlerinden tamâmen farklı yüzyıllara âit olduğunu anladığında ne yapacağını bilemez. Asıl problem ise buradaki heykellerin, mumyaların konuşabilmeleri ve ondan, buradan kurtulmak için yardım istemeleri. Hemen sonra köpek, bu Çarşamba pazarı görünümlü Babil Kulesi'ndekileri örgütler ve ruhsal boyutta onları binlerce yıldır mahsur kaldıkları bu yok oluştan kurtarır. Ekibin kurgu içindeki konumu çok belli: Binlerce yıl önceki ataların gelişmişlik düzeyinin ne olduğunu göstermek. Bugün hemen herkesçe en az bir kere görülmüş olan resimlerin (meselâ Mona Lisa) panelleri süslediği sayfalarda bu ekip atalarının alfabeyi bilmediklerini, düşüncelerini, zevk ü sefâlarını ve ahlakdışılıklarını resim yoluyla ilettiklerini düşünür hatta tesbir eder. Resim yapan maymun tablosuyla atalarının devrinde hayvanların da bu debdebenin bir parçası olduklarını tahmin ederler. Kestirmeden, yüzeysel ve aceleci hükümlerle dolu bu "bilimsellik" fışkıran sayfalarda akademik câmiânın bir parodisi izlenir. Hulk'un konuştuğu heykellerden birinin kısa ama destanî bir şekilde tahkiye ettiği Nazi yağması öncesinde gerçekleştirilen Louvre'un tahliyesi için ciddi bir eleştiri saklı panellerde.
Louvre’un Koruyucuları
Louvre’un Koruyucuları
'nda da benzerini okuduğumuz olay şu: Nazilerin işgal ihtimâline karşı hükûmet, kurtarabildikleri tablo ve heykelleri müzeden çıkartıp güvenli yerlere götürüp saklarlar. Heykelin eleştirisi tam bu noktada tam bir kültürel atom bombası mahiyetinde: "Bahsettiğim mâcera bizim tek bir şeyi anlamamızı sağladı. İnsanların gözünde, bizim değerimiz kendi soydaşlarının değerinden fazla. Savaş daha başlamadan önce biz kurtarıldık dostum. (s. 66)" Fakat aynı tedbiri kendi insanı için tatbik edemedi. Millî değerlerin birer eleştiri hedefi olduğu postmodern edebiyatta bu denli haklı bir eleştiri okuduğumu anımsamıyorum. Ancak eleştirilerin odağında yalnız bu yoktur. Hulk'un konuştukları arasında ya da onu muhattap alıp konuşanlar arasında demek doğru olur, târihin hemen her döneminden belli başlı heykeller, heykelcikler var. Bunlardan biri de Hz. Îsâ. Diğer târihi ögelerden yanında Hz. Îsâ da alelâde bir mitolojik öge olarak gösterilmektedir. Bunun en çarpıcı göstergesi şüphesiz sanatçılarına göre şekil almış olan birbirinden farklı peygamber tasvirleridir ki çoktanrıcılığı andıran bir komposizyonla sunuluyor. Bunun yanında Hristiyanlığı en ciddi boyutta eleştiren panelde şu yazıyor: "(...) Hava soğuk ama dışarısı daha iyi. Başkalarının kutsal şeyleriyle yan yana duracağımıza, soğukta biz bize dururuz." Modern Fransız toplumunda inançlı Katoliklerin sayısı nüfûsa oranla azınlık mahiyetinde. Hulk, bütün heykelleri ve dolayısıyla eski çağın gözden düşmüş ve unutulup karlar altında kalmış tanrı ve tanrıçlarıyla birlikte bütün insanlık medeniyetini kurtarrken başkalarının kutsal şeyleriyle bir arada olmak istemeyenleri oldukları yerde bırakıp "özgürlüğe" uçmaktadır. Burada çoğulculuğa ve çeşitliliğe de bir vurgu vardır. Yalnız geride kalan yalnız bunlar değildir. Aynı zamanda bilhassa ilk sayfalarda gördüğümüz, mavi renkli kıyâfetler giyen ve yakasında ne olduğunu bilmese de "Olympique de Marseille"in amblemini taşıyan ihtiyar adam. Fransa’da en çok kupa sahibi olan bu takımın futbolu seven Fransızları temsil ettiğini söylemek ucuz bir tahmin etmek zor olmasa gerek. Bu panellerin anlatmak istedikleri âşikâr: dinden ve milletten gayrı evrensele ulaşmak. Yâni az ya da çok, postmodern anlatımın fıtratında olan bir ideal. Milleti ve dîni geride bırakıp özgürlüğe taşıyan vasıtanın Antik Mısır mitolojisindeki ölüm ve cenâze tanrısı Anubis olması iletiyi tamamlar nitelikte. Nitekim ilk başta Hulk'tan ötürü bir köpek sûretinde özgürleştiklerini düşünsek de şu son sözler sanatçının evrensel bir hakîkatin olmadığına dâir telakkisini açığa vurur: "Her türlü biçim mümkün! Bugün siyah bir köpek ol, yarın alımlı bir prenses! Özgürüz!" Son olarak Anubis'in sırtına binen bir tek Hulk değildi: Entellektüelleri ve sermâyeyi temsil eden iki kişi daha. Anlattıkları ve gösterdiklerinin derinliğine rağmen kurgusal seviyede eksiklikleri var gibi görünüyor. Hulk ve bağlı bulunduğu ekibin nereden geldiği ve en sondaki özgürlüğün genetiği değiştirilmiş köpeklerin de olduğu somut dünyâdaki yansımasının ne olduğu bize gösterilmemiş. Ancak bundan daha mühimi müze öncesi bölümler ile müze sonrası bölümler gerektiği kadar bağlantılandırılabilir değil. Ancak buraya bir not düşmekte beis yok: Bu bizzatihi sanatçı tarafından böyle tasarlanmışa benziyor. Zîra yukarıdaki tespitlere binâen eserin bağlı olduğu edebî akıma yâni postmodernizme göre hayat çetrefillidir ve yaşayanları uğraştırır; o hâlde eserler de emek verilerek anlaşılmayı hak ederler. Dolayısıyla ikinci bir okumayı gerektiriyor.
Buzul Çağı
Buzul ÇağıNicolas de Crécy · Karakarga · 201748 okunma
·
93 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.