Gönderi

Tanpınar vs. Nietzsche & Dostoyevski :)) (s. 288-294)
- Ben bir hikaye mevzuu anlatıyorum. Burada cinayet yok; bir kurtulma işi var. Tek manianın ortadan kalkışı. Tekrar dirilmek var. Evet kainatı buluyor. Kendisine yedi gün mühlet vermişti. Yedi gün cinayeti gizliyor. Yedi gün tekrar dirilmiş gibi insanlar arasında mesut, onları anlayarak, altın parıltılar içinde yaşıyor. Tam bir tanrı gibi yedi gün... Ve yedinci günün akşamı bütün tabiat ve hayatla barışık, insan kaderinin miracında kendisini asıyor. İhsan: - Olmaz... dedi. Bu değişikliği izah edemezsin! Hiçbir intikam hissi, hiçbir adalet duygusu ferde başkasını öldürmek hakkını vermez. Fakat farzedelim ki, bu hakkı kendinde görüyor ve öldürüyor. Değişme nasıl olur? Veliliğin yolu cinayetten geçmez ki... İnsan kanı daima korkunçtur. İnsanı küçültür, ezer. Cemiyetin adaletinde bile buna doğrudan doğruya vasıta olana iyi gözle bakmıyoruz. Cellat hiçbir zaman sevilmemiştir. - Bizim ahlakımız için, evet, fakat onun üstüne çıkarak... - Ahlakın üstüne çıkılmaz. - Niçin olmasın? İyiliğin ve fenalığın üstünde yaşayan bir insan için... Sen velilikten bahsediyorsun; benim kahramanım velilik istemiyor. O hürriyet istiyor. Onu elde edince tanrılaşıyor. - İnsan kanla hür olmaz... Kanla elde edilen hürriyet, hürriyet değildir; kirlenmiş bir şeydir. Bırak ki insan tanrılaşamaz. İnsan insandır. Ve bu da oldukça güç varılacak bir merhaledir. - Bana hürriyeti tarif edebilir misin? (...) - Ederim. Başkaları için istediğimiz nimet. - Ya kendin, kendin ne oluyorsun? - Onu başkaları için istemekle ben de nefsime karşı hür oluyorum. - Esaretin başka bir nevi. Hepimiz ayrı ayrı varız. - Bir bakıma öyle, yani inanarak istemezsem... fakat herkesle beraber olduğunu düşün, tam hürriyettir. Sen hepimiz ayrı ayrı varız dediğin anda her şeyi kaybedersin. Varlık tektir ve biz onun parçalarıyız! Aksi takdirde dünya her an daha beter olur. Hayır, varlık tektir. Ve biz onun geçici parçalarıyız. Saadetimizi, huzurumuzu ancak bu düşünce ile elde edebiliriz. Sonra gülümsedi; sana epeyce tavizat da verdim, Suat... Fikrimi anla, belki esasta birleşebiliriz. İnsan teker teker Tanrı olmaz; fakat insanlık bir gün kendisine layık bir ahlak yaparsa tanrılaşabilir!.. Yani bazı büyük vasıflar kazanır. (...) - Hayır, mesele bu değil... Siz meseleyi ters anlıyorsunuz. Ben ferdi bir vakıadan bahsediyorum. Ben fakirden değil, zengin doğmuş insandan bahsediyorum. Siz herkesin disiplinini ona tatbike kalkıyorsunuz. Halbuki o bunların üstünde. Söze nasıl başladığımı hatırlayın. Bütün kıymetleri kendisine hazır bulan adam, dedim. - Ne çıkar bundan? - Şu çıkar. Başkalarının çalışarak elde ettiği şeyleri o tabiatında mevcut buluyor. - Bu elde edilen şeylerin içinde vazife ve mesuliyet duygusu da var mı? (...) - Hayır, o yok, etrafına karşı tamamıyla serbest, fakat cömert... İhsan yavaşça sordu: - Anlamıyor musun şimdi nerede aksadığını? - Hayır anlamıyorum... fakat ne çıkar, Mümtaz yine bu hikayeyi yazsın... İhsan devam etti: - Sen insandan mesuliyet duygusunu kaldırıyorsun. Yerine birtakım hazır, yaradılıştan gelme faziletler koyuyorsun. Halbuki insan mesuliyet duygusundan başlar. Öbürleri mizaç zenginlikleridir. Nitekim hikayende bir evlenme, bir hayal düşüşü veya sebepsiz nefretle kahramanın, tasavvur ettiğin tanrı adam, cinayete doğru değişiyor. Halbuki mesuliyet duygusu... - Mesuliyet duygusu da değişir. Yalnız ameliye genişler... İlk önce kıymetleri yıkar. - Yıkar ama, o zaman daireden çıkar! Çünkü insanlık mesuliyet duygusu ile başlar. Suat başını salladı: - Ne çıkar bundan?.. - Şu çıkar. insanlarla, hayatla dediğin gibi barışmış olmaz. Bilakis onlarla arasına kan girmiş olur. İnsanla ve kainatla barışık kalmak için onların bendeki çehresinin tam ve yerinde durması lazımdır. Halbuki cinayet, hatta en ufak haksızlık bu çehreyi bizde bozar. Kainatı inkar etmiş oluruz. Yahut kainat bizi kusar. - Senin ıstırabın bunu bozmuyor mu? İhsan tereddütsüz cevap verdi: - Bilakis, ben ıstırabımla insanlıkla barışıyorum. Onu mustarip olduğum zaman daha iyi anlıyorum. Aramıza o kadar sıcak bir şey giriyor ki... o zaman mesuliyet duygumu daha iyi idrak ediyorum. Istırap günlük ekmeğimizdir; ondan kaçan insanlığı en zayıf tarafından vurmuş olur, ona en büyük ihanet ıstıraptan kaçmaktır. Bir çırpıda insanlığın talihini değiştirebilir misin? Sefaleti kaldırsan, bir yığın hürriyet versen, yine ölüm, hastalık, imkansızlıklar, ruh didişmeleri kalır. O halde ıstırap karşısında kaçmak kaleyi içinden yıkmaktır. Ölüme kaçmak ise büsbütün korkunçtur. O sadece mesuliyetsiz hayvanlığa sığınmaktır. Bir dakika durdu. Onun da Suat kadar ve belki de daha fazla ıstırap çektiği belliydi. Yüzü ter içindeydi. Ağır ağır devam etti. - İnsan talihinin mahpusudur. Ve bu talihin karşısında imandan ve bilhassa ıstıraba katlanmaktan başka silahı yoktur. - İmandan bahsediyorsunuz, aklın yolundan gidiyorsunuz. - Akıldan gidiyorum. Elbette akıldan gideceğim. Sokrat, akıllı aşık ihtiraslı aşıktan iyidir diyor. Akıl, insanın ayırıcı vasfıdır. - Fakat öldürenin de, kendisi de öldürme hareketinde ölenle beraber ölmüyor mu?.. - Bir bakıma göre doğru... Ama işte bu ölüm istediğin yeniden doğuşu temin edemez. Hiç olmazsa her zaman için. Çünkü bu isyanla biz kategorinin dışına çıkarız. Sen insanı kainatın içine layıkiyle yerleştirmiyorsun. Halbuki işe oradan başlamalı. Ben insana tanrılık vasfını reddedenlerden değilim! Bilakis kainatın efendisi insan ruhudur. Suat güldü: - İhsan'ın coşkun tarafına rastgeldim, dedi. Fakat Mümtaz sen yine bu hikayeyi yaz! Mümtaz ilk defa söze karıştı: - İyi ama, niçin benim yazmamı istiyorsun da kendin yazmıyorsun?.. - Gayet basit. Sen hikayecisin. Yazmaktan hoşlanıyorsun. Rollerimiz ayrı. Ben sadece yaşıyorum! - Ben yaşamıyor muyum? Bu suali Mümtaz en yumuşak sesiyle, yoksa öldüm mü? der gibi sormuştu. - Hayır yaşamıyorsun; yani benim gibi değil. Sen bir noktaya çekilmiş orada yaşıyorsun. Geniş ve parlak hayallerin var. Zamana hükmedeceğim diyorsun. Kendine yarayacak hiçbir şeyi kaybetmemek için çırpınıyorsun. Bu bana yarar, bu yaramaz, diye ayırıyorsun. istediğine bakıyor, istediğine bakmıyorsun. Adeta kendi kendine konuşuyordu. ikide bir öksürüyor, her öksürükten sonra aldırmayın geçer... der gibi başını sallıyordu. - Senin behemehal kendinin olmasını istediğin bir dünyan var. Yapmacık da olsa onda kalıyorsun. Ben senin gibi miyim? Ben sefil, maddi, ayyaş, vazifesinden kaçan bir adamım. Benim ömrüm biçare bir israftır. Su gibi akıyorum. Hastayım, içki içiyorum; evlat babasıyım, yüzlerini görmek istemiyorum. Kendi hayatımı bir tarafa bırakmışım, her an başka bir insanın derisinde yaşıyorum. Bir hırsız, bir katil, bacağını sürükleyerek yürüyen bir zavallı, hepsi, her gördüğüm canlı mahluk, benim için ayrı ayrı davetler oluyor. Beni çağırıyorlar. Hepsinin peşlerinden koşuyorum. Bana kabuklarını açıyorlar, yahut ben onlara vücudumu açıyorum, farketmeden içime yerleşiyorlar, elimi, kolumu, düşüncemi zaptediyorlar, korkulan, vehimleri, benim korkularım, vehimlerim oluyor, geceleyin onların rüyasını görüyorum. Onların azabıyla uyanıyorum. Sade bu mu? Bütün inkar edilenlerin azabını içimde yaşıyorum. Her düşüşü tecrübe etmek istiyorum. Bizim bankanın kasasını, bana emanet edilen kasayı kaç defa soydum biliyor musun? Macide ağlayacak gibiydi: - Neler söylüyorsun Suat?.. Dinlemeyin bunu Allah aşkına... Ter içinde baksanıza... Mümtaz yengesine baktı; yüzü bembeyazdı, gözleri büyük büyük açılmıştı. Macide tam bir asab krizi içindeydi. Fakat Suat onun telaşına ehemmiyet vermedi: - Merak etme Macide. Zannettiğin gibi değil. Hakikatte soymadım. Fakat belki yüz defa kasayı soymayı düşündüm. Sade düşünmedim, soyduğumu tahayyül ettim. Belki yüz defa bankadan en geç olarak çıktım. Arkamda her an beni yakalayacak adamlar vehmederek küçüle küçüle yürüdüm, hiç geçmediğim yollarda yürüdüm. İhsan sordu: - Peki ama niçin yaptın bunu? Fakat Suat hep Mümtaz'a bakarak cevap verdi. - Niçin hayatımı en manasız şekilde budalaca yaşadıysam, niçin eğlendiysem, niçin içtiysem, niçin evlendiysem. Zamanı öldürmek için. Yaşamak için; çürümemek için! Omuzlarını silkti; ne bileyim ben? Kendimi duymak istiyorum da ondan! Uçuruma, her an ben varım, demek ihtiyacı. Şimdi niçin sen yazasın istiyorum, öğrendin mi? Bir kere olsun belkemiğinde dehşet ürpersin diye! Hepinizin kafasında sevgi, ıstırap diye bir yığın kelime var. Kelimelerde yaşıyorsunuz. Ben kelimelerin manasını öğrenmek istiyorum. Onun için yaptım. Mesela öldürecek derecede sevmediğini öğrenmek için yazmalısın. Fakat sen ölümü de bilmezsin... Kahkahalarla gülüyordu: Eminim ki senin için ölüm bir fırında iyice piştikten sonra, tıpkı bir müzede muhafaza edilen eşya gibi ebediyette daha parlak, daha kendisi olarak beklemektir. Öyle değil mi? Ve sen ölümden iğrenmezsin, onu güzelin ve aşkın kardeşi görürsün. Hiç ölümün iğrenç bir şey olduğunu düşündün mü? iğrenç bir çürüme ve kokma!.. - İçinizde Allah'a inanan var mı, bilmiyorum. Fakat eminim ki hepiniz müphem bir sükutta bu bahsi kapatmışsınızdır. Çünkü kelimelerde yaşıyorsunuz! Bir kere olsun, Allah'la konuşmak istediniz mi? Ben dindar olsaydım onunla konuşmak, onu tecrübe etmek isterdim. Nuran: - Lüzumu var mı Suat bunların, diye çıkıştı. Fakat Suat dinlemiyordu. O alabildiğine konuşuyordu. Mümtaz'ın korktuğu olmuş, kriz başlamıştı. Mümtaz hep aynı çocuk sesiyle sordu: - Sen inanmıyor musun? - Hayır, yavrucuğum inanmıyorum. Bu saadetten mahrumum. İnansaydım mesele değişirdi. Bilseydim ki vardır, insanlarla hiçbir davam kalmazdı. Yalnız onunla kavga ederdim. Her an bir yerde yakalar, bana hesap vermeğe mecbur ederdim. Ve zannederdim ki bana hesap vermeğe mecbur olurdu. Gel, derdim gel, yarattığın mahluklardan birisinin derisine bir an gir. Benim her gün yaptığımı yap. Bir tanesinin hayatını yirmi dört saat yaşa! Pek bedbahtına gitmene lüzum yok. Sen ki yaratıcısın, bilmemen, anlamaman kabil olmaz. Onun için herhangi birinin derisine gir. Ve kendi yalanını bir an bizimle beraber yaşa; bizim gibi yaşa. Yirmi dört saat bu bataklıkta küçük susuzlukların kurbağası ol! İhsan güldü: - İyi ama, bütün bunları ancak inanan söyliyebilir. Sen pekiyi inanıyorsun!.. Hem hepimizden fazla! - Hayır, inanmıyorum. Yalnız hakikaten inananın kafasıyla düşünüyorum. Başını salladı ve hiçbir zaman inanmayacağım da. Ben yerde romatizmadan ölmeği tercih ederim.
Sayfa 288 - ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SUATKitabı okudu
·
140 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.