Şifacılar ciddi organik hastalıkları tedaviye kalkıştıklarında, çok büyük acı ve mutsuzluklara yol
açıyorlar... Şifacı, celladınız oluveriyor.
Duanın hastalık tedavisindeki yararlarını savunan bir kitap bile [Larry Dosscy, Heuling Words
(Şifalı Sözcükler)] kimi hastalıkların diğerlerine göre daha kolay iyileşmesi ya da hafiflemesi
gerçeğinden yakınıyor. Dua işe yarıyorsa, Tanrı neden kanseri tedavi edemiyor ya da yitirilmiş bir
uzvun yerine yerlisini çıkarmıyor? Tanrının hemen iyileştirebileceği rahatsızlıklardan dolayı neden
bu kadar çok acıya katlanıyoruz? Hatta neden O'na bunun için dua etmemiz gerekiyor? Hangi
tedavilerin gerekli olduğunu O zaten bilmiyor mu? Dossey, kitabına ("dünya çapında kullanılan tıp
dışındaki çeşitli tedavi yöntemleri konusunda en yetkin araştırmacılardan biri" olarak tanıtılan) tıp
doktoru Stanley Krippner'dan bir alıntı ile başlamış:
Farklı, duaya dayalı tedavi yöntemleri konusunda veriler umul vaat edici olmakla birlikte, kesin
bir sonuca varmaya elvermeyecek denli yetersiz.
Bin yıldan fazladır kullanılagelen trilyonlarca duanın tedavi değeri ancak bu kadar olabiliyor.
Cabeza de Vaca'nın deneyiminden de çıkarılabileceği gibi, akıl belli hastalıklara, batta ölümcül
olanlara bile neden olabiliyor. Çifte körleme deneylerinde hastalar kendilerine, zehirli sarmaşık ya
da zehirli meşe gibi bir yaprakla dokunulduğuna inandırıldığında, söz konusu bölgede kızartılar
ortaya çıkabiliyor. Şifacılığın çare olabileceği rahatsızlıklar zihinde yaratılmış ya da plasebo
hastalıklar: Kimi sırt ve diz ağrıları, baş ağrıları, kekemelik, ülser, gerginlik, saman nezlesi, astım,
isterik felç ve körlük, yalancı gebelik (adet kanamalarının kesilip karnın şiştiği durumlar gibi). Bu
saydıklarımız, zihinsel durumun anahtar rol oynayabileceği hastalıklardandır. Ortaçağın sonlarında,
Meryem Ana hayaletiyle ilintilendirilen iyileşmeler, ruhsal kökenli olması son derece akla yatkın,
ani, kısa süreli, genel ya da kısmi felçlerdi. Üstelik, yalnızca güçlü inançlara sahip dindar kişilerin
bu şekilde devalar bulabileceğine inanılıyordu. İnanç diye adlandırılan ve hastalık belirtilerini
ortadan kaldırabilen bir zihinsel duruma, kısmen de olsa, çok farklı olmayan başka bir zihinsel
durumun yol açması şaşırtıcı değil doğrusu.
Ancak, eklenmesi gereken başka bir nokta daha var: Güz Ayı, Amerika'da yaşayan geleneksel
Çinli toplumlar için önemli bir festival. Festivalden önceki bir hafta içerisinde, bu topluluklarda
ölüm oranında yüzde 35'lik bir düşüş olduğu bulgulandı. Sonraki hafta, ölüm oranında yüzde 35'lik
bir artış oluyor. Çinli olmayan kişilerden oluşturulan kontrol gruplarında ise böyle bir etkiye
rastlanmadı. Durumdan intiharların sorumlu olduğunu düşünebilirsiniz; ancak yalnızca doğal kaynaklı
ölümler hesaba katılmıştı. Gerginlik ya da aşırı yemeyi neden gösterebilirsiniz; ancak Güz Ayı'ndan
önce ölüm oranında düşme olmasını bunlarla açıklayamazsınız. Bu etki en çok da gerginliğin önemli
etkileri olduğu bilinen kalp-damar hastalarında gözleniyor. Kanser hastalarında daha küçük bir
etkilenme oluyor. Yapılan daha ayrıntılı bir çalışma, ölüm oranındaki, salınımların, özellikle 75 ve
üzeri yaşlardaki kadınlarda görüldüğünü ortaya çıkardı. Güz Ayı Festivali'ne, evdeki en yaşlı
kadınlar başkanlık eder. Demek ki ölmek üzere olan yaşlı kadınlar, geleneksel sorumluluklarını
yerine getirebilmek için ölümü bir ya da iki haftalığına başlarından savmayı başarıyorlar. Benzer
etki, yaşlı erkeklerin lider rolü üstlendiği bir ayin olan Hamursuz Yortusu sıralarında Musevi
erkeklerde ve dünya çapında doğum günü, mezuniyet töreni ve benzeri kutlamalar sırasında da
gözleniyor.
Daha da tartışmalı bir çalışmada, Stanford Üniversitesi ruh hekimleri, metastatik meme kanseri
hastası 86 kadını iki gruba ayırdılar: Birinci grup ölüm korkularım inceleme ve kendi yaşamlarındansorumlu olma yolunda teşvik ediliyor; ikinci gruba ise belirli bir ruhsal destek sağlanmıyordu.
Araştırmacıları da şaşırtan sonuç, destek gören grubun daha az acı çekmekle kalmayıp, ortalama
olarak 18 ay daha uzun yaşaması oldu.
Stanford çalışmasını yöneten David Spiegel, nedenin vücudun koruyucu bağışıklık sistemine zarar
veren kortizol ve diğer "gerginlik hormonları" olabileceğini belirtiyor. Ciddi bir sarsıntı geçirmiş
kişilerde, sınav dönemlerinde öğrencilerde ve yakınını yitirmiş insanlarda beyaz kan hücrelerinin
azaldığı biliniyor. İleri aşamadaki kanser hastalarında duygusal desteğin fazlaca etkisi olmasa da
hastalık ya da tedavi nedeniyle zaten iyice zayıf düşmüş kişide ikincil enfeksiyonlar görülmesi
olasılığını azaltıyor.
Mark Twain, neredeyse unutulmuş 1903 tarihli Christian Science (Hıristiyan Bilimi) isimli
kitabında şöyle diyor:
İnsanın vücudunu iyileştirmesini ya da hasta kılmasını sağlayan düş gücünden hepimiz payımızı
almış olarak doğarız. İlk insanın sahip olduğu bu güç, son insana değin aktarılacak.
Sayfa 198