- Peki, benden ne istiyorsun? Bu ısrarın sebebi ne?
- Israr değil... vazife. Vazifem seninle beraber olmak. Şimdi senin koruyucu meleğin oldum.
Mümtaz bir daha güldü; fakat gülüşünün çok sinirli olduğunu da farketti.
- Bu olmaz! dedi. Sen bir ölüsün. Yani insansın -tekrar düşüncesini tashih etmek ihtiyacını duydu. "Ölülerle konuşmak o kadar güç oluyor ki..."- Yani insandın, demek istiyorum. Halbuki bu iş asıl meleklerin işidir.
- Hayır, artık yetişemiyorlar. Son zamanlarda dünya nüfusu çok arttı. Her tarafta nüfusu arttırma politikası var. Melekler yetişemiyor; şimdi ölülere gördürüyorlar bu işi...
Mümtaz ilk önce hiçbir cevap vermedi. Sonra birdenbire isyan etti:
- Yalan söylüyorsun! dedi. Sen melek olamazsın. imkansız. Sen şeytanın kendisisin! Ve bir ölü ile bu tarzda konuştuğu için kalbi burkuldu. Bununla beraber sözlerine devam etti: - Sen beni aldatmak için kendini böyle süsledin. Oyununu biliyorum.
Suat onun yüzüne hüzünle baktı:
- Şeytan olsam, senin içinden konuşurdum. Beni göremezdin.
- Ama, diye Mümtaz söze başladı. Bilir misin ki, seni gördüğüme çok memnun oldum. Hatta sevindim. Sonra tekrar onun yüzüne korka korka baktı. - Ne kadar güzelleşmişsin! Hem çok, çok güzel olmuşsun... Bu hüzün sana yakışıyor. Bilir misin neye benziyorsun? Betticelli'nin meleklerine... Hani o Passian'da İsa'ya üç
çiviyi verene...
Suat sözünü kesti:
- Bırak bu manasız benzetmeleri... Bir şeyi öbürüne benzetmeden konuşamaz mısın? Bu fena huylar yüzünden işleri ne kadar karıştırdığınızı hala anlamadınız mı?
Mümtaz bir çocuk gibi yalvardı:
- Beni azarlama... O kadar sıkıntı çektim ki. Ben hiç de fena bir şey yapmadım; seni sadece güzel buldum. Niçin bu kadar güzelleştin?..
- Bir zihinde yaşayanlar daima güzeldirler.