Gönderi

Günaydın. İnsanlığın büyük zindanı kendin olamamak. O ne der, bu ne der, ailem şöyle ister, dostlarım böyle. Mecburiyetler mecburiyetler!
Körleşme
Körleşme
'de geçer: "Tek bir tutkusu vardı: Tüm yaşamı boyunca; gerçekte ne ise, o olarak kalmak; kendi kişiliğini salt bir ay ya da bir yıl süreyle değil, ömrünün sonuna dek yitirmemek." İnsanlığımız şahsiyetimizden gelir sevgili okur. Hiç kimse ve hiçbir şey için "kendinizi" kaybetmeyin. Var olun.
Elias Canetti
Elias Canetti
-
Kurtarılmış Dil
Kurtarılmış Dil
-
Kurtarılmış Dil
Kurtarılmış Dil
Bilmediğim ve kitaplarımın hiçbirinde yazılı olmayan bir şey keşfetmiştim, bir kentin bir insanı sevebileceği fikriydi bu ve bu fikri beğendim. Sonra Frieda salona girdi, bu beni müthiş şaşırttı. Ömrümde böylesine güzel bir kadın görmemiştim, göl kadar parlaktı ve harikulade giyinmişti, Anneme sanki prenses olan oymuş gibi davrandı. Vazodan en güzel gülleri alarak Monsieur Aftalion’a verdi, o da onları, önünde eğilerek anneme sundu. Uzun bir ziyaret değildi, söylenenlerin hepsini anlamış da değildim; konuşma bir Fransızca, bir Almancaya kayıyordu, bu iki dili de, hele hele Fransızcayı pek bilmiyordum. Bir de, anlamamam beklenen şeylerin Fransızca konuşulduğunu hissettim; olağan durumlarda, yetişkinlerin böyle gizli bir dil kullanmaları karşısında öfkeden delirirdim, ama bu durumda, Napoleon’umu yenen ve harikulade güzel karısı olan bu adam beni asla öfkelendiremezdi. Saraydan ayrıldığımızda, annemin kafasının karışık olduğu dikkatimi çekti. “Neredeyse onunla evlenecektim,” dedi ansızın bana bakarak, ama hemen beni korkutan bir tümce ekledi: “Ama o zaman sen bugün yeryüzünde olmayacaktın!” Bunu aklım almıyordu, yeryüzünde nasıl olmayabilirdim; yanında yürüyordum. “Ama ben senin oğlunum,” dedim savunmalı bir ses tonuyla. Benimle böyle konuştuğuna pişman olmuştu belki, çünkü durdu, gülleri taşıyan kollarıyla ve de güllerle birlikte beni kucakladı, sonra Frieda’yı övdü: “Çok soylu bir davranıştı, ne kadın ama!” Bu sözü pek manidar söylerdi ve asla bir kadın için kullanmamıştı. Onun da Frieda’dan hoşlandığına sevinmiştim. Bu ziyaret konusunu yıllar sonra konuştuğumuzda, otelden, gördüğümüz her şeyin, bütün bu lüksün aslında kendisine ait olduğu duygusuyla ayrıldığını söyledi. Frieda’ya karşı bir tepki duymadığına, onu kıskanmadığına yeryüzündeki hiçbir kadına bağışlamayacağı duyguları ona bağışladığına kendisi de şaşırmıştı. Lozan’da üç ay geçirmiştik. Zaman zaman yaşamımdaki hiçbir dönemin bu kadar önemli olmadığını düşünürüm. Ama insan çoğu kez, belli bir dönem üzerinde ciddi olarak yoğunlaştığında, o dönem çok önemli görülüyor ve düşünülen dönemlerin hepsi de her şeyi içeriyor. Ama gene de, çevremdeki herkesin, dramatik karışıklıklar yaşamaksızın tek tük öğrendiğim Fransız dilini konuştuğu Lozan’da, annemin etkisiyle Alman dilinde yeniden doğmuştum; o doğumun sancıları, beni hem bu dile, hem de anneme bağlayan tutkuyu geliştirdi. Temelde biri diğerinin aynı olan bu iki şey olmaksızın, yaşamımın o dönemden sonraki gidişi anlamsız ve anlaşılmaz olacaktı. Ağustos ayında Viyana’ya doğru yola çıktık, Zürih’te birkaç saat kaldık. Annem kardeşlerimi Miss Bray’le birlikte bekleme salonunda bıraktı ve teleferikle beni Zürih Dağı’na çıkardı. Rigiblick denen bu yerde teleferikten indik. Pırıl pırıl bir gündü, kentin uçsuz bucaksız önümde uzandığını gördüm, çok, çok büyük görünüyordu, bir kentin nasıl bu denli büyük olabileceğini anlayamadım. Bu benim için müthiş yeni bir şeydi, biraz da ürkütücü geliyordu. Viyana’nın bu kadar büyük olup olmadığını sordum, “çok daha büyük” olduğunu duyunca da inanamadım, annem şaka ediyor sandım. Göl ve dağlar, yan tarafta kalıyordu, Lozan’daki gibi gözlerimin önünde uzanmıyorlardı; oysa Lozan’da, görünümün özünü oluşturacak şekilde ortada yer alıyorlardı. Lozan’da pek ev görünmezdi, burada gördüğüm sayısız ev beni hayrete düşürdü, üzerinde durduğumuz Zürih Dağı’nın eteklerine yayılmıştı evler, genellikle yaptığım gibi bunları saymaya falan kalkmadım elbet. Şaşırmıştım, belki de korkmuştum; anneme, onu suçlar bir havayla, “Bunları bir daha asla görmeyeceğiz,” dedim ve kendi aramızda “çocuklar” dediğimiz kardeşlerimi hiç dil bilmeyen dadımızla yalnız bırakmamamız gerektiğini söyledim. Yani yaşamımdaki ilk büyük kent görünümü, bir yitiklik duygusuyla bulanıklaşmış bulunuyordu, ancak, daha sonra gençliğimin cenneti olan Zürih’e o ilk bakışımızın anısı belleğimden hiç çıkmadı.
··
2 plus 1
·
348 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.