Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

SFG 2
Wittgenstein'ın "hakkında ko- muşamadığımız şeyler hakkında susmalıyız" mottosuna yanıt si- nemadan gelmektedir: "Hayır, hakkında konuşamadığımız şey- kri gösterebiliriz". Filmlerin gösterdikleri, filozofik fikrin basit bir illüstrasyonu değildir. Filozofik fikri kopyalayan değil, onun yeni bir tarzda ve hatta o fikri bile aşacak şekilde sunumudur. Para ise hiçbir nesnel gerçekliği olmayan bir nesnedir. Özneler arası bir gerçekliğe sahiptir. Bu anlamıyla herkes paraya inandığı için para varlığını sürdürür. Para herkesin ona inanması sayesinde var olan bir hikâye olsa bile bu hikâyeye tüm insanlar inandığı için en büyük akışkan güştür. Bergson'un belirttiği gibi algı asla sadece nesneyle basit bir temastan ibaret değildir, anı- imajlarla bulaşmıştır ve kararlarımızda, algımızda anı-imajlar bas- kı yapar. (Bergson, 2015: 100). Bergson, felsefe yapmayı "düşüncenin olağan isti- kametine müdahale etmek" olarak görmüştü. Bergson'dan esinlenerek sinema yapmanın da felsefe gibi düşüncenin olağan istikametine müdahale etmek olduğunu ileri sürüyorum. sinema bütün sanatların içinde en erişilebilir olanları kendi bünyesine alır. Badiou şöyle der: "Sinemanın tüm sanatlara açık olduğunu, onların değer- lerini es geçtiğini ve onları yaşamın imajına teslim etti- ğini söyleyebilirim. Resim olmaksızın resim, müzik ol- maksızın müzik, psikoloji olmaksızın roman, aktörlerin cazibeli olduğu tiyatro olarak sinema sanki tüm sanatla- rın popülerleştirilmiş halidir. Bu nedenledir ki evrensele seslenir" (Badiou, 2013: 210). sanıldığının tersine insanın bilinçli olduğu du- rumlar istisnadır; bizler aslında eylemlerimizin otomatikleştiği varlıklarız. Felsefede Spinoza yüzyıllar önce bize bunu bir kav ramla göstermişti: tinsel otomat Spinoza, havaya atılan bir taşa sorulsaydı kendi iradesiyle havaya yükseldiği yanıtını verirdi, ifa- desiyle tinsel otomatın nasıl iradelerden bağımsız hayat içinde etki ve tepkiyle işlediğini örneklemişti. Bellek üzerine yapılan araştırmalardan öğrendiğimiz "alışkanlık belleği" (Bellek türkri için bkz. Connerton, 2014) insan eylemleri hatta düşüncesinin nasıl otomatik tarzda gittiğini vurgular. Önceleri teknik bir süreç olan yüzme, bisiklete binme, enstrüman çalma gibi eylemler öğ- renildiğinde otomatik bir eylem haline gelmeye başlar. Bedenin kendisi hesaplama yapmaya başladığı için onların üzerinde dü- şünmemize gerek yoktur , beynimizin etki ve tepki arasında aralık açtığıdır. Bira gılama gerçekleştirdiğimizde beyinde açılan aralığa hangi tepki vi vereceğimiz iradeyi, seçimi içerir. Yazın sokakta yürürken bir dondurma dükkanı görebilirim ve beyin bir aralık açar. Yaz st cağının ve dondurmanın kombinasyonuyla dondurma yemeyi arzu edebilirim. Beynin açtığı aralık tepki olarak dondurma ye mek biçiminde sıradan bir eylemle doldurulabilir. Ancak aralık dondurma yememek yönünde de doldurulabilir. Dondurma yeme isteği örneğin bir gün önce doktorda yaptığım kontrolde çıkan şeker oranının yüksekliğini düşünerek ertelenebilir. Sağlı ğımı koruma isteği, dondurma yeme isteğimin önüne geçer. Bu seçim düşünme anıdır: Hangisini seçeceğim? Dondurmanın ta- dını sevmemin ve sıcağın yarattığı itkiyle dondurma yemeyi mi yoksa daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşamı yaratma arzusuyla don- durma yemeyi ertelemeyi mi? (Belki de bundan sonra hiç ye memeyi?). Ya da dondurma yeme kararını verdim ancak hangi sini seçeceğim? Hangi dondurmayı seçeceğimin kendisi de dü şünme anıdır. Bu durumda daha önce önünden geçtiğim don- durmacı ve dondurma görünür hale gelir. Varlıkların kendileri ni ancak düşünce anında görmeye başlamaktayız. düşünce arıza/problem durumlarında veya se- gim anlarında kendimizi, çevremizdekileri otomatik ve alışkanlık haline gelmiş bir bakışın dışında görmek demektir. Düşünce ay- zamanda yaşamda yeni olanaklar yaratmayla ilgilidir. Badiou'nün ikinci örneği matematikçi Arşimer'in ölümüne dirdir. Sicilya'yı ele geçirdikten sonra Arşimet sahilde matema problemlerini çözmeye devam eder. Kumsalda geometrik - Farkr çizmektedir. Bir gün, karmaşık figürler özelinde çizimler apmaktayken bir Roma askeri gelir ve Roma generalinin onu görmek istediğini Arşimer'e bildirir. Birkaç defa tekrarlamasına arşın Arşimet aldırış etmez. En sonunda denklemi bitirmesine izin vermesini ister. Asker sesini yükselterek emri tekrarlar. Ar- smet cevap vermeden hesap yapmaya devam eder. Bir süre sonra öfkeden kuduran asker Arşimer'i öldürür. Düşünür geo- metrik şeklin tam üzerine yığılır (Badiou, 2013: 203). →Bu olay niçin filozofik bir durumdur? Çünkü devletin hakkıyla varancı düşünce arasında ortak ölçünün olmadığını gösteren bir daydır. İktidar nihayetinde şiddeti içerir. Yaratıcı düşünceyse ken- kurallarından başka hiçbir şey bilmez. Arşimet kendi düşünce- sine yönelmiştir ve iktidarın eylemlerinin dışındadır. Bu nedenle şiddet en nihayetinde kullanılmıştır. Bir tarafta iktidar diğer taraf- yaratma olarak hakikatler. İkisi arasında hiçbir ölçü yoktur. İk- tidar ve yaratıcı faaliyetler arasında bir mesafe olduğu görülmek- tedir. Bu mesafe üzerine düşünmek filozofik bir durumdur. Felse- bu mesafe üzerine düşünmek ve onu açıklamak zorundadır Yapılan araştırmalar empatinin bilişsel duygulanımsal olmak üzere ikiye ayrıldığını gösterir. Bilge empati aklı devreye sokarak karşısındakinin acısını, sevincini, k saca duygularını bilmek ile ilgilidir. Gelgelelim bilmek, onunla aynı duygulanımı yaşamak ve ona uygun olarak davranmak an lamına gelmez. 2. Dünya Savaşı'nda Naziler esirler üzerinde de neyler yaptıklarında bilimsel olarak karşısındakinin nasıl acı çe keceğini gayet iyi bilmekteydiler. Zaten deneylerin başansı da buradan kaynaklanmaktaydı. Acı çektiklerini gördüklerinde de neyi bırakmak yerine karşısındaki insanı bir nesne olarak göme- ye devam etmişler, deneyi sonuna kadar sürdürmüşlerdir. Burada empatinin ikinci boyutu olan duygulanımsal yan devreye gime lidir. Duygulanımsal empatide karşısındakiyle benzer duygula nıma sahip olunur ve ona göre eyleme geçilir. Örneğin acı çektigini gördüğümüz bir insana yardım eder, sevinç duygulanımı raşayan bir insanın sevincine mimiklerimiz, jestlerimiz ve sözle rimizle ortak oluruz. Duygulanımsal empati, doğurarak üreyen varlıklar olan memelilerde gelişkindir. Dolayısıyla yumurtayla çoğalan varlıklarda empati bilişsel düzeyde olsa bile duygulanım- sal düzey daha geridedir. İzlediğimiz bundan önceki Yaratık üç- lemesinde yaratıkların sadece öldürme üzerine kurulu eylemleri bunu gösterir. Ancak ilk defa Yaratık: Diriliş'te kadın klon kar- nında büyüyen ve doğan kraliçe yaratık insan görünümlü varlık ürettiğinde, üreyen varlık, bir istisna olarak duygulanımsal em- patiye sahip olur. Bu, insan varlığı dışında başka yaşam olanakla- n üzerinde düşünmemize katkı yapan bir imaj üretimidir. Sinema, sinematik imkânlarla o kaçan, taşan şeyleri imajlara taşır. Söylenemeyeni, algılanamayanı, analiz edilemeyeni imajlarıyla ifşa eder. Ancak bengi dönüş tekrarın aynı olması anlamına gelmez. Her bir dönüş farklı bir tekrardır ki ileride göreceğimiz üzere bu dış seslerin filmin sonuna kadar bire bir aynen gerçekleşmediğine tanık oluruz. Tekrar, aynı tek rar değildir, her tekrarda bir "fark" bulunur. İşe yarar bir şey ne demektir? Filozof Bergson, evrende her yin imaj olduğunu savunduğu çalışmalarında insanın da içinde yer aldığı canlı imaj ile cansız imajlar arasındaki en bariz ayrımı, canı imajların kendi ilgi ve çıkarlarına göre algılama yapması olarak görmüştü. Bizler varlığı ve ilişkileri cansız imajlarda oldu- ğu gibi ilgiden ve çıkardan bağımsız güçler karşılaşması olarak algılamayız. Daha ziyade kendi arzu, istek ve çıkarlarımız dahi- linde algılamakta ve o algıya göre eylemekteyiz. Bu anlamda as- lında "işe yarar bir şeyler arayan varlıklarız. Seçmeci algıyla çalı- şan zihnimizin ilgi ve çıkardan bağımsız işlemesi mümkün müdür? Bergson felsefesi bunu "sezgi" ile yapabileceğimizi savunur. Bizler sadece göründüğümüz bedenlerden, ifade- lerimizden ve çerçevelerin belirlediği varoluşlardan ibaret değiliz. Virtüel boyutlarımız, karanlık diye bastırdığımız gölgeler de kendi başına varoluşa sahiptirler. Guattari'nin Lines of Flights kitabında ısrarla altını çizdiği üzere "bilinçdışı dil gibi yapılanmış değildir" (2015: 3). Lacan'ın savunduğu bilinçdışının dil gibi yapılandığı savı, bilinçdışını dilin çerçeveleyici ve edimsel boyu- tunu göz önüne almadan dile bağlayarak bilinçdışındaki virtüel ve rizomatik boyutları ihmal eder. Çokluk pek çok katmanlan, çapaklanmaları, çatallanmaları, lavları, patlamaları, başı ve sonu olmayan ve nereye gideceği belirsiz kaçış hatlarını içerir ve dil, özellikle molar boyutları ile bunlara imkân veremez.
·
110 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.