Bazı kitaplar kurgu olamayacak kadar gerçektirler. Yazarın anlattığı duygu yoğunluğunu göz önüne aldığımızda birtakım hislerin yaşanmadan anlatılmayacağına inanmakta güçlük çekeriz. Bu gibi duyguları kurgulamak ya da “kafadan uydurmak” imkânsızdır. Böyle duyguların anlatılabilmesi için ancak yaşanması gerekir. Bu kitapta anlatılanlar işte böyle duygular. Okunma sayısına bakacak olursak okuyucuların dikkatinden kaçmış bir kitapla karşı karşıyayız.
Bu hayatta kesin olan bir şey varsa o da bu incelemeyi yazan benim ve okuyan sizlerin günü ve saati gelince öleceği gerçeğidir. Bu hayatta sanırım en adil şey ölüm. Zengin fakir, genç yaşlı dinlemeden hükmünü herkes üzerinde eşit gösteriyor. Bu kitap ölümün insan ruhunda hissettirdikleri, meydana getirdiği değişiklikler hakkında yazılmış bir kitap. Kısacası bu kitap ölüm hakkında.
Kitap son sayfaya kadar genel olarak birkaç katman halinde ilerliyor. En üst katmanda oğlunun ölüm haberini alan bir anneyi görüyoruz. Bu katmanda ölüm haberinin alınmasından çocuğun gömülmesine kadar geçen birkaç günlük zaman anlatılıyor. Bunun dışında diğer katmanlar geriye dönüşler şeklinde ilerliyor. Diğer bir katmanda bu annenin oğlunun ölümü üzerine hissettiklerini, bir başka katmanda annenin eski günlüklerinden oğlu üzerine yazdığı yazılarla birlikte şair, filozof ve edebiyata mal olmuş büyük isimlerin ölüm hakkındaki sözlerini ve düşüncelerini okuyoruz. Bu katmanların yan yana ilerlemesi güzel bir anlatım şeklini ortaya çıkarmış diyebilirim.
Semavi dinlerde ahiret inancı olduğundan ölüm konusu insanı o kadar korkutmaz. İnsanlar sevdikleriyle öbür dünyada bir araya geleceklerine inanırlar. Ateizmin yaygın olduğu İskandinav ülkelerinde insanlar ölümle nasıl baş ediyor, onunla yaşamayı nasıl öğreniyor bilmiyorum ama bu durum o gibi insanlar için çok zor olmalı. Birini kaybettiyseniz sonsuza dek kaybetmişsiniz demektir. Bu düşünce bile bir insanı darmadağın etmeye yetiyor. Kitapta annenin dini inancına dair bir şey okuduğumu hatırlamıyorum, hangi dine mensup olduğunu da araştırmadım ama okuyucuyla paylaştığı hisler gerçekten çok acıklı. Oğlunu sonsuza dek kaybetmiş gibi bir izlenime kapılıyoruz. Sevdiğimiz biri öldüğünde zaman daha o saniye durur. İleriye akmaz artık. O saniyede birikmeye, ağırlaşmaya ve ölen kişinin sevenlerinin üzerinde dayanılmaz bir yük olmaya başlar. En kötü şey de bu sanırım: o biriken zamanı tekrar tekrar yaşama hissi.
Ben kitabı biraz Fournier’ın “Dul” adlı kitabına benzettim. Acı bir kaybın sonucunda yaşananlar ve duygular hepimizde ister istemez aynı oluyor. Neticede ölüm her canlı için ortak bir payda. İnsanları birbirine bağlayan ve belli bir zamana kadar ayıran yegâne olgu.