Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

176 syf.
·
Puan vermedi
·
51 günde okudu
295 - Okumaya başlamadan önce genellikle yaptığım gibi kitaba dair hislerinden ve görüşlerinden bahsedip olay örgüsüne fazla değinmeyenlerden seçerek birkaç yorum okudum. Yorumlarda yaygın olarak gördüm ki insanlar kitapta hikayesi anlatılan kadının “tuhaf” olduğuna veya kadının hayatının gidişatındaki değişimin “tuhaf” olduğuna, bazı okurların da anlatım biçiminin “tuhaf” olduğuna değinmeden edemiyorlardı. Kitabın isminin bu yorumlarda etkisinin bu denli büyük olduğunu görünce kendi kendime “herhalde gerçekten tuhaf bir şeyler okuyacağım” diye düşünerek kapağı açtım ve sayfalar akmaya başladı. Bu, olayların peşi sıra sıralandığı aksiyon dolu kitaplardan değildi. Buna rağmen sayfalar ilerledikçe neler olacağını daha çok merak etmeye başladığımı fark ettim. [Burada şöyle bir mola vermek istiyorum. Kitabın akışına kendimi kaptırmamın sebebini kitabı okurken değil de kitap bittikten sonra üzerine düşünürken ve Leyla Erbil hakkında yazılanları okurken fark ettim. Bilinç akışı tekniği denen şeyi yeni öğrendim ben. Meğer kendimi bu tekniğin ahengine kaptırıyormuşum. Karakterin zihnine girmek, bulanık veya birbirine dolaşık dahi olsa o düşüncelere ve hislere doğrudan erişebiliyor gibi hissetmekmiş beni kendine çeken. Tuhaf Bir Kadın’da da, hali hazırda bir diğer bayılarak okumakta olduğum kitap olan Tutunamayanlar’da da bu tekniğin kullanıldığını fark ettiğimde bir kişisel aydınlanma yaşadım. Meğer bunu seviyormuşum.] Kitap, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde üniversite okuyan Nermin’i anlatıyor. Dört bölüm var kitapta: Kız, Baba, Ana, Kadın. Her bölümde anlatım biçimi değişiyor ve bu da okurlara “tuhaf” hissettiren sebeplerden bir diğerini oluşturuyor. İlk bölümde (ve çoğu okurun “daha çok beğendiği” bölümde) bir günlük okuyor gibiyiz. Günlükte herhangi bir tarih işaretlemesi yok, zamanda belirsiz atlamalar oluyor ama olaylar derli toplu bir biçimde akıyor. Burada ana karakterimiz Nermin’in okuldan ve okuldan arta kalan zamanda vakit geçirdiği ortamlardan tanıdığı insanlarla olan yaşantılarını, ilişkilerini görüyor ve tanıyoruz. Bir yandan da üniversiteli, özgürlükçü, sosyalist ve kanı kaynayan bu gencin örf ve ananelerimize ölesiye bağlı anasıyla olan şiddetli çatışmalarına şahit oluyoruz. Baba ise bu süreçte ya hasta, ya dertli, ya da geçim derdinde. Babaya çok fazla bir şey yansıtmıyorlar ama ana-kız mütemadiyen çatışma halinde. Kuşak çatışması günümüze has bir terim değil belli ki. Günümüze has olmayan başka birtakım gerçekler de aktarılıyor yine o dönemden günümüze. Mesela kadınların sanatta ve edebiyatta kendilerine daha zor yer edinebilmeleri gibi, bir kadınla bir erkeğin arkadaşlık edip gündelik mevzulardan ve edebiyattan hasbihal etmesinin mümkün olmadığını hatta bu tür sosyalleşen kadınlara “kötü” gözle bakılıp rahatlıkla dedikodularının çıkarılabiliyor olması gibi, toplumsal normlardan ayrışan görüşlerin doğrudan veya dolaylı olarak toplumdan soyutlanması hatta bir şekilde ucunun ahlaksızlığa veya teröre dokundurulabiliyor olması gibi olayları kitapta okurken hiç de garipsemedim. Bana hiç “tuhaf” gelmedi. Hatta sanki bunları edebi bir dille kitaptan okuyormuş gibi değil de Twitter’dan herhangi bir günün sıradan gündemini okuyormuşum gibi hissettim, maalesef. Öte yandan hani dedim ya Nermin genç ve kanı kaynayan bir kız diye. Nermin aynı zamanda da cevval bir kız. Bu edebiyat kisvesi altına sığınıp amiyane tabirle karı-kız düşürmeye çalışan zevata cevabını vermekten, (eleştirilerini) çıkarıp masaya vurmaktan geri durmuyor. Hatta “Bana bu hakları Atatürk verdi, onun sayesinde ben bugün okuyabiliyorum, edebiyata müdahil olabiliyorum, sosyal çevrelere katılabiliyorum, siz kim köpek oluyorsunuz” minvalinde çıkıştığı bir bölüm vardı ki tüylerim diken diken olarak, yerimde duramayarak okudum. Aynı Nermin annesiyle olan çatışmalarında da bazen diklenip onun normlarının içinden geçmeye kararlı görünürken bazen de enerjisi tükenip pes ediyor ve öyle anlarda onun düşüşünü gördükçe elinizi uzatıp düştüğü yerden kaldırmak istiyorsunuz. İkinci bölüm, Baba bölümü ise bana biraz olay örgüsünü desteklemeye çalışmak yerine Mustafa Suphi’ye bir saygı duruşunda bulunma kaygısı güdülüyor gibi hissettirdi. Bu bölümde babanın zihnine gittik ve babanın zihni adeta bir yamalı bohçaydı. Hastalığın da etkisiyle olsa gerek hatıralarla gündelik yaşantı birbirine girip duruyordu, baba yaşıyordu ama sanki bir yandan da yaşamayı bırakmış, ahiretten kendi mevcudiyetini seyrederek geçmişin hatıralarına dalıyor gibiydi. Bu bölümü okurken düz yazıya kafiyelerle verilen şiirselliği ve ahengi çok beğendim. Leyla Erbil’e dizilen methiyelerden biri de buydu zaten, o geldi aklıma: düz yazıyı şiir gibi yazabilen biri. [Tuhaf Bir Erkek’te de bu şiir gibi görünen düz yazı anlatımı tekniğine devam etmiş görünüşe göre. Sırada o var, ona da bakacağım.] Ana bölümü kitabın en kısa bölümüydü. Kısaydı ama o kısımda dağıldım. Orada ben de kontrolü tamamen kaybettim. Açıkçası okudum ve geçtim. Sonra geldim son bölüme: Kadın. Nermin bir şekilde büyümüş, olgunlaşmış, bir şekilde evlenmiş ve bir kadına dönüşmüştü. Nermin içinde hala daha sosyalist, toplumcu biri olduğunu düşünüyor, buna yürekten inanıyor ve mevcudiyetini bir temele oturtmak adına buna sarılıyordu. Ama görüyorduk ki Nermin düpedüz sosyalist olduğunu iddia eden küçük bir burjuvaya dönüşmüştü. Bu arada kalmışlığı sadece kocasına ve kendine eziyet etmesine sebebiyet veriyor, onları “bu hayattan” kurtarmaya çabaladığı toplum onu arasına almak yerine garipsiyor, yadırgıyor ve fütursuzca yargılıyordu. Bu olanlar toplumun suçu değildi oysaki. Nermin’in suçu da değildi. Toplum buydu. Nermin ise kocasının aksine duruma gerçekçi yaklaşmaktan uzaktı. Velhasıl kitabın en sonunda da görüyorduk ki Nermin kabullenmediğini kabulleniyor, zaten yaşamakta olduğu o lümpen hayata Nermin Hanım olarak kaldığı yerden devam ediyordu. Kitaptan, Nermin’in baştaki heyecanını yitirişinden ve sondaki kabullenişinden kendime de çıkarımlarım oldu. Toplum buydu işte. Biz de buyduk. Toplum, öyle birkaç kişinin çabasıyla değişmeyecekti, devasa karanlıklar kibrit çöpleriyle aydınlanmayacaktı. Kendi çubuklarımızın aydınlığı ancak kendi önümüzü görmemizi sağlamaya yetecek kuvvetteydi. Hepsi buydu işte. Kitap ise tuhaf değildi. Bizdik tuhaf olan.
Tuhaf Bir Kadın
Tuhaf Bir KadınLeyla Erbil · İş Bankası Kültür Yayınları · 20211,942 okunma
·
47 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.